Milletvekili kavramı bir işe yaramıyor…

Halk, yönetimden büsbütün uzaklaştırıldı! “…iktidarı ele geçirenler, HSYK’nın yapısını değiştirip Adalet Bakanlığı’na bağlamak suretiyle (HSK haline getirildi), sorgulanamaz ve denetlenemez mutlak bir gücün de sahibi olmayı başardılar” diyen Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, mevcut sistemin işleyişini eleştirdi, eldeki tabloyu ise “denetlenemeyen güç” şeklinde tanımladı. “Bu yeni sistemde, istikrar kalıcı hale gelecek. Hızlı karar, gecikmeyen icraat ve […]

Halk, yönetimden büsbütün uzaklaştırıldı!

“…iktidarı ele geçirenler, HSYK’nın yapısını değiştirip Adalet Bakanlığı’na bağlamak suretiyle (HSK haline getirildi), sorgulanamaz ve denetlenemez mutlak bir gücün de sahibi olmayı başardılar” diyen Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, mevcut sistemin işleyişini eleştirdi, eldeki tabloyu ise “denetlenemeyen güç” şeklinde tanımladı.

“Bu yeni sistemde, istikrar kalıcı hale gelecek. Hızlı karar, gecikmeyen icraat ve etkili yönetimle ekonomik büyüme ivme kazanacak.”

Bu sözler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 6 Mayıs 2018’de Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul 6’ıncı Olağan İl Kongresi’nde yaptığı seçim konuşmasına ait. Türkiye’nin bu anlamda ilk “Başkan”ını seçtiği 24 Haziran 2018 seçimlerine gidilen süreçte, gerek Erdoğan, gerekse kurmayları, başkanlık sisteminin ekonomide büyük bir sıçrama yaratacağını söylüyordu. Bugün gelinen noktada ise hem ekonomik sıkıntılar, hem de demokratik haklarda yaşanan ciddi gerilemeler, sistemi hiç olmadığı kadar eleştirilerin odağına koyuyor.

Bu konudaki analizini ve eleştirilerini paylaşan, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi, Partinin Hatay’daki önemli ismi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, “2018 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle, Türkiye’de, tarihi dönüm noktalarından birisi gerçekleşmiştir. Bu değişiklikle, yönetimin işleyişi, tek merkezden ve tek kişi üzerinden tasarlandı” dedi.

Eleştirilerini, “Yeni Dönem Türkiye’si” noktasında toplayan Çalışkan, ara başlıklar halinde şunları söyledi: 

-15 TEMMUZ!-

İlk aşamada, halis bir niyetle olmak kaydıyla, makul karşılanan bu değişiklikle, 2016’da yaşanan 15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimi sonrası ülkede hızlı kararlar almak ve daha etkin operasyonlar yapılması hedeflenmişti.

Bu süreçte, siyasi atmosferin etkisiyle, bir beka sorunu ortaya çıkmış ve sorumlulukları bulunan suçluları hızla yargılamak ve paralel yapılanma üzerine demir yumrukla gidilmesi gerekliliği gerekçesi gibi hususlar sunulmuştu.

Geçmişten kalan “koalisyon dönemleri” fobisiyle takviye edilen açıklamalar, hep bu minvalde şekillendi. Nitekim toplumda da hüsnü kabul gördü. Halk, yeni seçim sistemiyle beraber yöneticisini bizzat kendi seçeceği, dolayısıyla oyuyla direkt yönetime katılacağını düşündü. Esasen bu desteğin temelinde, zamanın hali hazırdaki Başbakan’ına tanınan kredinin devamı ve duyulan büyük bir güvenin sonucuydu.

Önceki dönemlerde milletvekilleri tarafından seçilen Cumhurbaşkanı, her ne kadar milletvekillerinin çoğunluk oyuyla seçiliyor gözükse de, partilerin Genel Başkan’larının mutabakatıyla belirleniyordu. Daha eski dönemlerde ise Meclis’in etrafını kuşatan tanklar gözetiminde, ülkedeki askeri güçlerin etkisiyle, kudretli güçlerin önerdiği herhangi bir isim Cumhurbaşkanı oluyordu. Halk, bunun, dolaylı olarak ülkeye zarar verdiğini bizzat gördü ve acı tecrübeler yaşadı.

-SÖZÜM ONA!-

Günümüz Türkiye’sinde, cumhurbaşkanını halk seçiyor. Elbette halkın seçmesi çok güzel ve demokratik bir uygulamadır. Ancak problem şu, ki, yeni başkanlık sistemi 50+1 sistemi üzerine kurulu olduğu için, sözüm ona “Türk Tipi” denilerek piyasaya sunulan bu başkanlık sistemi neticesinde, yüzde 49 oyu olan bir parti kaybedebiliyor. Örneklendirmek gerekirse, seçimlerde yüzde 45 oyu olan bir parti, ancak yüzde 5 oyu olan bir parti ile ortaklık kurarak iktidara gelebiliyor. Tek başına daha fazla oyu olan bir parti, kaybediyor. Yani, ülkede çift kutuplu bir durum söz konusuydu.

Bunun önü de ancak güçlü bir hukuk sistemi ile çözülebilirdi.  Ne var ki iktidarı ele geçirenler, HSYK’nın yapısını değiştirip Adalet Bakanlığı’na bağlamak suretiyle (HSK haline getirildi), sorgulanamaz ve denetlenemez mutlak bir gücün de sahibi olmayı başardılar. Artık milletvekili kavramı da bir işe yaramadığından, halk, yönetimden büsbütün uzaklaştırıldı. Sözüm ona, kararlar hep halkın lehine alınacakken, “halka rağmen halkla berabermiş gibi” hareket edilmeye başlandı. Ülkenin kaynakları, hızla belli çevrelere dağıtıldı ki, son gelen elektrik faturaları işin şirazesinin iyice kaydığını gösterdi.

MUHATAP-

Belli kitlelerden, Saadet’e yönelik, “şöyle mi olsa, şurada mı, burada mı dursa” gibi öneriler var. Mevcut sistem içerisinde tek başına seçime girip bir başarı elde etme gibi bir şansı maalesef yok. Üçüncü bir alternatifin de herhangi bir netice elde etmesi mümkün değil. Dolayısıyla bir tarafta yer almak, ehveni şer olarak birini tercih etmek zorundadır.

Bir taraf sizi kapısına yaklaştırmıyor, muhatap kabul etmiyor. Diğer taraf baş tacı ediyor. Bu konjektörde siz olsaydınız ne yapardınız? İster istemez, bir mısrada geçen, “Sev seni seveni hak ile yeksan ise, sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan ise!” sözü akla geliyor.

Yıllardır ortaya koyduğu duruşla, Başkanlık Sistemi’ne bu haliyle eklemlenmek, Millî Görüş çizgisindeki Saadet Partisi’nin değerleriyle örtüşmemekte. Hali hazırda gücü elinde tutanlar da bundan geri adım atmamakta.

Bugün, dışlanmış büyük kitleleri bir nebze olsun kucaklayacak ve rahatlatacak bir yapıya ihtiyaç gün gibi ortadadır.

Tamer Yazar

Exit mobile version