Millî Mücadele’den bugüne işbirlikçiler

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’ni paylaşmak için, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı. İngiltere Başbakanı Llyod George, 22 Mayıs 1919’da, “Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz.” diyordu. Padişahın oluşturduğu Saltanat Şurası’nda, 22 Temmuz 1920’de Sevr görüşülür. Şurada, Emekli General Rıza Paşa dışında tüm üyeler Antlaşma’nın onaylanması yönünde kabul oyu verirler. Ardından, Hadi Paşa, […]

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’ni paylaşmak için, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı.

İngiltere Başbakanı Llyod George, 22 Mayıs 1919’da, “Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz.” diyordu.

Padişahın oluşturduğu Saltanat Şurası’nda, 22 Temmuz 1920’de Sevr görüşülür. Şurada, Emekli General Rıza Paşa dışında tüm üyeler Antlaşma’nın onaylanması yönünde kabul oyu verirler. Ardından, Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis’ten oluşan Osmanlı Heyeti Sevr Antlaşması’nı Paris’te imzalarlar. 36’ncı Osmanlı Padişahı Vahdettin, Osmanlı Devleti’nin idam fermanını direnmeden kabul etmiş olur.

***

Sevr’i tanımayan, yok sayan “Çılgın Türkler” vardı. Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanı olduğu TBMM Hükümeti, bu Antlaşma’yı yok sayar. Antlaşma’yı onaylayan Saltanat Şurası üyelerini ve imzalayan heyet üyelerini 19 Ağustos 1920’de vatan haini sayarak vatandaşlıktan çıkarır.

***

Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci, Osmanlı aydınlarının kişiliksiz ve teslimiyetçi niteliğinin zirve yaptığı bir dönemdir… Ve bu dönemin en iyi temsilcisi Ali Kemal, şöyle yazıyordu:

“Avrupa ile başa çıkmayı, yüzyıllardan beri Asya’nın hangi kavmi başarabildi ki biz başarabilelim?”

İşgal kuvvetleri, Ankara’nın 50 kilometre yakınına kadar gelirler. Bu dönemde, işgal kuvvetlerini savunan işbirlikçiler boş durmaz. Türk ordusunun, Kars’ı Ermenilerden geri almasını eleştiren yazısı nedeniyle Ali Kemal’e halk “Artin Kemal” demeye başlamıştı. O dönem, bir yazısında Millî Mücadele’yi başlatan kahramanlara haydut diyordu:

“Haydutların işi gücü savaş. Siyasetten zerre kadar anladıkları yok. Ellerinde derme çatma bir ordu, dövüşüp duruyorlar. Hükümet ölçüp biçmiş, Sevr Antlaşması’nı uygun görmüş. Londra’da da çocuk gibi yok ‘İzmir’i isteriz, Edirne’yi isteriz, Adana’yı isteriz, hatta tam istiklal isteriz’ diye tutturmuşlar.”

***

8 Temmuz 1920’de, İngiliz desteğindeki Yunan Ordusu Bursa’yı işgal eder. Venizelos’un oğlu Sofoklis Osman Gazi’nin mezarına gelir, sandukayı tekmeler. “Kalk da milletini kurtar” diye haykırır. Türbeye Kral Konstantin’in resmi asılır. Osman Gazi cevap veremezdi, 1324’te vefat etmişti. Padişah da, işgalcilerle işbirliği yapıyordu. Osmanlı başkentlerinde, 35 Padişah’ın türbesi işgalcilerin elindeydi. Cevabı, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa verdi. Hem de en sert şekilde…

***

Padişah Vahdettin ve Başbakan Damat Ferit, milletin şeref ve namusunu korumak ve işgalcileri durdurmak için kanını döken askerlere karşı dinsel savaş açar.

Dönemin Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah’ın verdiği fetvalar, İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılır, işbirlikçi gazetelerde yayımlanır; Rumlar, Ermeniler, Hürriyet ve İtilaf Partisi tarafından dağıtılır. Fetvaların özeti şöyledir:

“Padişahın izni olmadan işgalcilere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek, din gereği ve görevidir! Milliyetçi öldürenler gazi sayılır, bu yolda ölenler şehit!”

Bununla da yetinilmez… Damat Ferit Hükümeti’nin medrese çıkışlı Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi, “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” ister.

Trakya, Balıkesir, Bursa ve Uşak’ın Yunanlılarca işgal edilmesi üzerine de, “Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur” diyecek ve Yunanlıların işgal etmediği illeri, “kurtarılmamış iller” olarak tanımlayacaktır.

***

Türk İstiklal Savaşı, gerçekte sadece işgal devletlerine; İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a karşı verilmedi. Dünyanın en haklı, en meşru ve en kutsal savaşlarından biri olan İstiklal Savaşı, Padişah’a, işbirlikçilere, Padişah’ın işgalcilerle işbirliği yaparak çıkardığı ayaklanmalara karşı da verildi.

Milletin şeref ve namusunu kurtarmak için canlarını yok sayan, kanlarıyla vatanı yeşerten şehitlere “haydut” diyen bir zihniyet… İngilizlerle ve işgalcilerle işbirliği yapan bir zihniyet… Şehitlerin kanları sayesinde bu vatanda nefes alır, ama o kahramanlara düşman bir zihniyet… O kahramanlar sayesinde camide ezan okunur, o kahramanlar sayesinde Bayrak dalgalanır, ama o kahramanlarla problemli… Padişahların türbelerini tekmeleyenlere sevdalı… Milli Mücadele ile sorunlu…

***

Ve, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı, devletten maaş alan bir imam geçtiğimiz günlerde, Hatay ilimizle ilgili şu sözleri söyledi: “…1938’de Hatay Türkiye topraklarına katıldığında ilk yapılan iş ezanın yasaklanması oldu. Yani Fransız’ın yapmadığı zulmü bu topraklarda yaptılar.”

Atatürk’ün savunulmaya ihtiyacı yok. Hindistan’ın kurucusu Mahatma Gandi der ki; “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz zannederdim.”

Atatürk, Hatay’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü için sağlığını yok saydı…

Atatürk, Hatay şehididir. Hatay, Atatürk’ün emanetidir…

Hatay: Ezan, Çan, Hazzan; yani tepeden tırnağa İnsan demek… İnsan…

***

Şehitlerin kanlarıyla sulanan bu vatanda, ezan okunabiliyorsa, Bayrak dalgalanıyorsa bunu o kahramanlara borçluyuz. Üç Mustafa’ya; Mustafa Kemal Atatürk’e, Mustafa İsmet İnönü’ye ve Mustafa Fevzi Çakmak’a borçluyuz… Vatandan başka sevgili bilmeyen o kahramanlara borçluyuz…

Bu topraklarda işbirlikçiler hep vardı… İngiltere, Fransa, Yunanistan’la birlikte hareket eden işbirlikçiler hiç bitmedi… Bitmez de…

Evet işbirlikçiler bitmez… Bitmez de, Atatürk’ün kurduğu parti, imamın Hatay’la ilgili sözleri nedeniyle suç duyurusunda bulunmadı. Partinin Hatay milletvekilleri de suç duyurusunda bulunmadı. Neden?.. Atatürk’ün emaneti Hatay’ı sahiplenmeyen bir siyasi yelpaze, Atatürk’ün partisi olduğunu iddia edemez…

Tarih nankör değildir, bir hizmeti asla unutmaz; ama nankörlüğü de kaydeder…

 

 

 

Exit mobile version