Modern dünyaya tutulan ayna

1930’da Şanghay’da doğan İngiliz asıllı bilimkurgu yazarı James Graham Ballard, popüler bilimkurgunun sıradanlığına, klişeciliğine ve teknoloji hayranlığına bir tepki olarak gelişen, zengin bir dil, yoğun bir edebi üslup ve deneysel tarzlara yönelen “Yeni Dalga”nın öncülüğünü yaptı. Klasik bilimkurgunun eksenini oluşturan, dış uzaylara ve geleceğe yolculuk temalarının kendisini çekmediğini söyleyerek “iç uzaydaki gezintileri” inceledi, “asıl yabancı […]

1930’da Şanghay’da doğan İngiliz asıllı bilimkurgu yazarı James Graham Ballard, popüler bilimkurgunun sıradanlığına, klişeciliğine ve teknoloji hayranlığına bir tepki olarak gelişen, zengin bir dil, yoğun bir edebi üslup ve deneysel tarzlara yönelen “Yeni Dalga”nın öncülüğünü yaptı. Klasik bilimkurgunun eksenini oluşturan, dış uzaylara ve geleceğe yolculuk temalarının kendisini çekmediğini söyleyerek “iç uzaydaki gezintileri” inceledi, “asıl yabancı gezegen dünyamızdır” dedi ve “geleceğin şimdiden yaşandığını” vurguladı. Gerçeküstücülükten, sinemadan, psikanalizden etkilendi, bilim ve teknolojiye karşı eleştirel, hatta karşıt bir tutum sergiledi. Yapıtlarında toptan yıkım ve yokoluş temalarını işleyen yazar, bilimkurgu içinde, kendine özgü bir yer edindi.

“Cennette Bir Koşu”, “Milenyum İnsanları”, “Hayatın Mucizeleri”, “Çarpışma” gibi kitapları ülkemizde de beğeniyle okunan Ballard, “Gökdelen” adlı romanında, oldukça etkileyici çeşitlikte hizmetler sunan, kırk katlı ve bin daireli bir apartmana götürüyor bizi. Meta egemenliği ve tüketim kültürünü, ilginç bir kurgu ve dahiyane bir eğretileme yoluyla anlatıyor. Kötücül bir teknolojiye teslimiyetin en uç noktasını gözler önüne seriyor, okuru yine dehşete düşürüyor.

İmar projesindeki, birbirinin aynısı beş binadan biri ve bunların ilk tamamlanıp ilk ikamet edileni olan gökdelende, 10. katın tamamı, uçak gemisi pisti büyüklüğündeki bir meydana ayrılmıştır ve burada süpermarket, banka ve kuaför, yüzme havuzu ve spor salonu, çeşidi bol içki dükkânı ve apartmandaki, sayıları fazla olmayan küçük çocuklar için bir ilkokul vardır. 35. katta daha küçük bir yüzme havuzu, sauna ve restoran bulunur.

Rahat, güvenli, zahmetsiz işlevselliğinin cazibesine kapılan iki bin kişinin yaşadığı gökdelen gündelik hayatın dışında bir şey değildir, tersine onun anlamını ve insan davranışlarını belirlemektedir. Gökdelen bina sakinleri topluluğuna değil, izalasyon içinde yaşayan bireylere hizmet için tasarlanmış dev bir makine gibidir. Öncelikler sistemi tamamen kat yüksekliğine göre kurulmuş bu dikey şehrin otoparkları öyle konumlandırılmıştır ki, bir bina sakini ne kadar yüksekte oturuyorsa, binaya o kadar yakın park edebilmekte, alt katlarda oturanlar ise arabalarına gidip gelmek için her gün epey yürümek zorunda kalmaktadır.

Çok gizlenmeyen düşmanlıkların sayısının epey fazla olduğu aparmandaki olaylar, apartmana yeni taşınan Dr. Robert Laing, televizyon prodüktörü Richard Wilder ve binanın tasarımına katkıda bulunan Anthony Royal ekseninde gelişir.

Dıştan bakıldığından apartmandaki hayat normal görünür. Ancak, yüksek gelirli insanlar görünüşte homojen şekilde bir araya geldikten sonra üç tane apayrı ve düşman kampa ayrılmışlardır. Güce, sermayeye ve kişisel çıkarlara göre belirlenen sosyal tabakalar burada da oluşuvermiştir. Bu üç sosyal grup alt, orta ve üst sınıflardır.

Ufak tefek olayların ardından, derin düşmanlıklar, gökdelenin içindeki hayatın yüzüne çıkmaya başlar. Pandora’nın kutusunun bin kapağı içe doğru açılır. Gerginlik ve düşmanlık, bina içindeki kuşatmaların karmaşık bir şekilde iç içe geçmişliği her yerde hissedilir. Samimiyet sadece aynı katta oturanlar için geçerli olmaya başlar. Bir dizi provokasyon ve kargaşa vandallık eylemlerine ve saldırılara dönüşür. Kat girişlerine lobi mobilyalarıyla ve çöp dolu naylon torbalarla barikatlar kurulur. Gökdelen yaşanmaz hale gelir.

Ballard, bu yapıtında gökdelenin yeni bir sosyal tip, gökdelen hayatının psikolojik baskılarına karşı bağışıklı olan, mahremiyet ihtiyacı asgari düzeyde kalan, nötr atmosferde gelişkin bir makine ırkı gibi serpilen, soğukkanlı, duygusuz bir kişilik yarattığını öne sürüyor. Romanın dünyasını şiddet, kan, cinsellik ve ölümle yoğuruyor. Yaşamın gerçeklerine yabancılaşan, kendi benliğine gömülen bireyi ve psikolojisini öne çıkarırken, gündelik hayatın sefilleşmesini, insan ilişkilerinin çarpıklaşmasını, sakinlerinin gökdelen ile içli dışlı olma halleriyle sunuyor. Tüketimin, nasıl doğal ihtiyaçların giderilmesinden çıkarak temel bir etkinlik, bireyciliği, bireyin narsist eğilimlerini çılgınlık noktasına vardıran bir eylem haline geldiğini, bireyin akıl dışı bir mantığa nasıl teslim olduğunu, duyarlılıkların körelmesiyle insanların nasıl sömürülmeye hazır hale geldiklerini çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Modern dünyaya dev bir ayna tutuyor.

Orhan Tüleylioğlu

Exit mobile version