Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik …bir de döndük baktık ki, aradan 157 yıl geçmiş hiçbir şey değişmemiş!
Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, 1867 Mart’ında zamanın hükümdarı Abdülâziz‘e hitaben, önce Paris’te “La Liberte” (Özgürlük) gazetesinde Fransızca olarak yayınlan ve daha sonra Türkçe’ye çevirerek, 50 bin adet bastırıp İstanbul’a gönderdiği ve gecelerin birinde gizlice dağıttırdığı 18 sayfalık bir açık mektupta memleketin batışını önleyecek tavsiyelerde bulunmuştu. Paşa’nın 157 yıl önce yazdıkları bugün de aynen geçerli olduğunu; birkaç günden beri ‘‘Mustafa Fazıl Paşa kâhin miydi, yoksa medyum mu?’’ diye düşünüyorum…
Paşa’nın adını işitmemiş olanlar için, kim olduğunu yazayım: Mısır’da ‘‘Kavalalılar’’ hanedanını kuran Mehmed Ali Paşa’nın soyundan gelen bir Mısır prensiydi. 1829’da Kahire’de doğdu. Devrinin ünlü alimlerinden dersler alarak yetişti. İstanbul’da devlet hizmetine girdi, 1857’de Tazminat Meclisi üyeliği, 1861’de Maarif, 1862’de Maliye ‘‘nazırlıklara’’ yani bakanlıklara, 1866’da “Meclis-i Ali-i Hazain” adlı kuruma getirildi. Ama zamanın idaresiyle hiçbir zaman anlaşamadı. Mısır’ın ‘‘Hıdiv’ i yani kral yetkilerine sahip valisi olmayı çok istiyordu, olamayınca küstü, Paris’e sürgüne gitti.
Çok zengindi ve zamanın hükümdarı Sultan Abdülâziz‘e muhalefet eden Avrupa’daki Jön Türkler/Genç Osmanlılar‘ın önde gelen mali destekçisi oldu. Namık Kemal‘in gazetelerini, Ziya Paşa‘nın, Şinasi‘nin ve ötekilerin yayınlarını hep o finanse etti.
Fazıl Paşa‘nın 18 sayfalık risalesi sonraları vecize halini alacak olan ‘‘Padişahların sarayına en güç giren şey, doğruluktur’’ cümlesiyle başlıyor; hak, hukuk, eğitim, din ve daha birçok konuda reform tavsiye ediyor ve laik bir idare kurulmasını öneriyordu.
İdarenin kötülüklerinden padişahın etrafındaki adamları sorumlu tutan Fazıl Paşa, Sultan Abdülâziz’i “Bugünkü devletin idare ediş şeklinin kötülüklerinden ortaya çıkan durumdan eminim sizin haberiniz yoktur” sözleriyle koruma altına alarak, şöyle diyordu:
“Eğer, onları (çevrenizdeki adamları) size şikayet etmeye kalkışacak olsalar, kendilerine derhal asi ve edepsiz damgası vurulacaktır. Sizin özel buyruğunuz ile halka zaman zaman temsilciler gönderilsin. Halkın ihtiyaçlarını ve olan bitenin gerçek yönlerini acımasız olarak doğrudan doğruya, yani bizzat huzurunuza çıkarak, size arz etsinler.”
Padişaha türlü övgüler ve temennalarda bulunan Fazıl Paşa “izin buyurursanız” diyerek yaşanan adaletsizliklere, ayrımcılıklara, baskılara, geçim zorluğuna halkın artık tahammülünün kalmadığını söylüyordu:
“Yaşananlar karşısında halkınızda fedakarlık edecek halin ve tahammülün kalmadığını söyleyeyim. Hoşnutsuzluklar susturulmak isteniyorsa da her taraftan işitilmekte. Halkınız iki kısımdır. Hiçbir engelle karşılaşmadan akıllarına gelen her türlü zulmü yapanlar ve zulüm görenler.”
***
Paşa‘nın yazdıklarını okuduktan sonra ‘‘Bu tavsiyelerin muhatabı 1860’ların Osmanlısı mı, yoksa bugünkü 2024’ların Türkiyesi mi?’’ diye düşünüp Mustafa Fazıl Paşa‘nın kâhin olup olmadığı hakkında fikir yürüteceğinize eminim…
“Padişahların sarayına en güç giren şey, doğruluktur. Onların etrafında bulunanlar, doğruluğu kendilerinden bile saklarlar. Gözlerini dikmiş oldukları hükümetin lezzetinde ve merkezinde yaşadıkları için halkın çektiği zorlukları tembellikten geliyor zannederler; devletlerin içine düştükleri zaafı da devletin yaradılışının gereği olan, çaresi bulunmayan bir hadise sanırlar.
(…) İleri sürüp körüklenen bozgunculuk örnekleri, aslında tamamen dış düşmanlarımızın fesatlıklarından doğmaktadır. Ama bunda şimdiki hükümetin de büyük kusurları vardır. Bir zamanlar yapılmasında hiçbir mahzur görülmeyen en masum hareketler bile artık bir zulüm gibi görünüyor.
(…) Lâkin şevketli efendim, izin buyurursanız, halkınızda fedakârlık edecek halin ve tahammülün kalmadığını söyleyeyim. Yer yer yükselen hoşnutsuzluk sadâları her ne kadar susturulmak isteniyorsa da her taraftan işitilmede.
(…) Beni en fazla korkutan, esir milletlerde olduğu gibi Osmanlılar’da da görülmeye başlanan ahlâk düşkünlüğüdür. Bu düşkünlük her geçen gün artmakta, derinleşip yayılmaktadır. (…) Esas olan iyi ahlâktır ve devletlerin o olmadan ayakta kalabilmeleri mümkün değildir. Millet, iyi ahlâkı parıldadıkça yükselir; kötülükler arttıkça da belâsını bulur.
(…) Halkınız iki kısımdır: Hiçbir engelle karşılaşmadan akıllarına gelen her türlü zulmü yapanlar ve zulüm görenler. Birinci kısımdakiler taşımakta olduğunuz büyük ve sonsuz kuvvetten faydalanarak yapılmaması gereken her şeyi yapmaya cesaret ederler; diğerleri ise zulüm altında ezile ezile iyi ahlâktan uzaklaşırlar. Şikâyet haklarını kullanamamaları yüzünden ahlâklarında bir çözülme başlar.
(…) Avrupa’daki bütün hükümetler halklarının eğitimiyle uğraşırlar. Onlar böyle fedakârlıklar gösterip ilerlerken biz neden olduğumuz yerde kalmaya, hattâ gerilemeye razı olalım?.
(…) Milletin hakları devletin garantisi altına alınırsa o millet her fırsatta iyiyi ve doğruyu arar, bilgi edinmeye gayret eder. İngiltere devleti ki, kendisini etmekte olan hükümet, geniş yetki ve imtiyazlarını azar azar da olsa terk etmek konusunda gayet ağır davrandığı halde, halkına onları eğitecek ve işe yarar hale getirecek bilgiler kazandırmak konusunda büyük gayretler gösterdi. Prusya’nın Sadova muharebesini kazanışının en büyük sebebi, Prusya halkının Avusturya halkından daha bilgili oluşudur.
Padişahım; oraya hakir çocuklardan başka kimsenin rağbet etmeyeceği bir takım kalitesiz okulları yer yer çoğaltma işinin ülkenizde ilim yaymaya yararlı bir yol olduğunu sanacak ve buna inanacak mısınız?
“Eğitimsiz kalan toplumların alçağı da haini de çok olur.” Bir de kahramanı çok olur. İtaat kültürü ön plandadır. Eğitimsiz toplumlar sürekli bir kurtarıcı kahraman beklentisi içinde olurlar. Bireyler yetişmez, daima kitleler vardır. Çünkü daima hayallere kapılır, önüne konulan hayallere inanır. Olayları objektif olarak değerlendirme kabiliyeti gösteremezler. Analiz yetenekleri gelişmez.
(…) Sadece ıslahat yapmak yetmez. Özgür bir düzenin kurulması, insanları, içinde yaşadıkları ortamda huzura ve rahata kavuşturan, şahsi özgürlüklerin garanti altına alındığı bir düzenin inşa edilmesi gerekir. Özgür düzen, kısa bir zaman içinde, Avrupa milletleriyle olan her türlü ilişkilerimizde de gelişme ve düzelmeler sağlar.
(…) Hâlimizin en fena tarafı, on iki sene önce bize daha müsait görünen Avrupa kamuoyunun bugün tamamen aleyhimize dönmüş olmasıdır. (…) Fransa’nın, İngiltere’nin ve İtalya’nın idarecileri, ‘‘Bu devletin düzelmesi artık mümkün değildir, mutlaka mahvolacaktır. Artık kendi haline bırakalım, varsın alnına yazılmış çöküntüyü yaşasın. Onu çöküşten kurtarmanın hiçbir çaresi yoktur’’ diye konuşup yazışıyorlar.
(…) Din ve mezhep insanın ancak maneviyatını yönetir ve bizlere sadece âhıretin nimetlerini vaadeder. (…) Din bir sonsuz gerçekler bütünü ve bu gerçeklerin muhakemesi olarak kalmazsa, yani dünya işlerine de karışırsa fayda yerine zarar getirir, herkesi telef eder.
(…) Evet şevketli efendim! Devleti kurtarınız, çünki zaman acele etmeyi gerektiriyor. Devleti kurtarınız. (…) Gerçi bu devletin şânı ve şerefi tarihlerde pek yüksektir ama şimdiki hâli bir hayli esef vericidir…”
***
Osmanlı Devleti’ni özgürlük yoluyla yeniden canlandırmayı hedefleyen bu mektup, kısa süre sonra Yeni Osmanlılar adıyla kurulacak olan cemiyete öncülük eder ve onun manifestosu olarak kabul görür. Zira, bu cemiyetin çatısı altında toplanacak olan muhalif gençler, mektubu Türkçeye çevirip halka dağıttıktan yaklaşık iki ay sonra, siyasî mücadelelerini yurt dışında sürdürmeleri yönünde Mustafa Fazıl Paşa’dan aldıkları davet üzerine Avrupa’ya kaçarlar. Siyasî fikirlerinin özeti konumundaki mektupta belirtilen esaslar ise Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin on üç maddelik tüzüğünün ilk maddesi olarak temelini oluşturur. Üstelik Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kendi faaliyetleri çerçevesinde kalmayan mektup, Osmanlıdaki diğer meşrutiyet taraftarlarınca da oldukça önemsenir ve gerek I. Meşrutiyet (1876), gerekse II. Meşrutiyet’in (1908) ilânından sonra birkaç kez basılarak, özgürlük taraftarlarına rehberlik etmeyi sürdürülsede, Paşa’nın tavsiyeleri yapılmadı, sonunda olan oldu! Aradan sadece 55 yıl geçmişti, 4 padişah daha değişmişti…. 1922 yılının 1 Kasım gününe geldiğimizde koca Osmalı İmparatorluğu, gövdesinde açılan delikten su alan dev bir transatlantik gibi battı ve 623 yıllık devlet tarihe karıştı!
Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e gönderdiği, devlet yönetiminin mutlak surette evrensel adalet anlayışıyla temellendirilmesi gerektiğini dile getiren, içeriğini aydınlanma dolu tarhî mektubun politika ile ilgilenen herkesin ve bu arada aktif politika içinde olanların da – yerel seçimler öncesi bugünlerde – dikkatle okumalarını ve daima el altında bulundurmalarını öneririm.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazartesi 25 Mart 2024
YORUMLAR