Eskişehir’in Porsuk Çayı ile yarattığı mucize bağlamında oluşan ‘Asi Nehri’ hayaline kısa bir süre de olsa katkı veren ve bu kentin binlerce yıllık hikayelerinin orta yerinden akmaya devam eden nehrin keyifli anlarına tanıklık ettiren ‘iskelenin’ geldiği son hal, kendini tekrar eden ‘çözümsüzlüğümüzün’ en net adreslerinden biri olmaya aday!
Kadim toprakların ve binlerce yıllık bir geçmişin emanetinde nefes alıp vermeye deva eden Antakya’nın tam orta yerinden geçen Asi Nehri’nin uzun yıllardır yaşadığı sıkıntılar malum! Peki, çözümler noktasına bu kadar uzak kalmamızın sebebi nedir, hiç düşündük mü? Yerel idareciler ya da kent idarecileri noktasında bu duruma ‘nihai bir çözüm’ getirmenin koordinasyonunda neden duramadık, hiç sorduk ve sorguladık mı? Peki, Eskişehir’de yerel idarecilerin ‘Porsuk’ ile başardığını Antakya’da neden başaramadık, bunun karşılaştırmasında durup, ‘hatamız nerede’ diye özeleştiride bulunduk mu?
Sorular çok, ama cevaplar henüz yok! O zaman, mucizenin Eskişehir hikayesinde ilerleyelim mi biraz?
-MASKELERİ DÜŞENLER!-
Milliyet Gazetesi Yazarlarından Özgür Kaynar, bu konuyu gündemine taşıdığı 2010 tarihli yazısına, “Bir belediye başkanının, kendisine emanet edilen kentin kaderini nasıl değiştirebileceğinin hikayesi bu. Ya da bir başka deyişle, eskimiş bir şehrin yeniden hayat bulması, bozkırın ortasında nazar boncuğundan farksız bir çiçek gibi açmasının öyküsü anlatacaklarım” diye başlamış ve şöyle devam etmiş:
“10 yıl öncesine kadar adı gibi eski olan, kanalizasyon çukurundan farksız Porsuk’un kirlilik saçtığı bir yerdi Eskişehir… Şimdi ise insanların merak ettiği, görmek için can attığı bir turizm kenti haline geldi. Bir belediye başkanının bir şehrin kaderini nasıl değiştirdiğinin örneği Eskişehir… Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’e ne kadar teşekkür edilse
-MUCİZENİN SAHİBİ-
Antakya’nın gıptayla izlediği Eskişehir’deki ‘Porsuk Çayı’ mucizesini gerçekleştiren Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen ise şöyle anlatmış, başardıklarını ve geride kalanları:
“Bu işin öyle müthiş bir sırrı yok. Ben, şehirlerin otomobiller için değil, insanlar için olduğunu bilerek işe başladım. Türkiye’deki belediye başkanlarının büyük bölümü otomobillerin akışkanlığını artırmanın yollarını ararken, ben insanları düşündüm.
İlk seçildiğimde, Eskişehirlilerin şehirlerine inancı kalmamıştı. ‘Biz kurtulamadık, çocuklarımız bu şehirden kurtulsun’ diye düşünüyorlardı. İki dönem boyunca yaptıklarımız, şehirlilerin kendi şehirlerine inancını yeniden inşa etmek içindi. Turistik bir amacımız yoktu. Yaptıklarımızı Eskişehirliler için yaptık, turistlerin gelip göreceğini düşünerek yapmadık. Ama Eskişehir’in önemli bir turistik potansiyeli var. Bunu değerlendirmek için gereken altyapıyı tamamladık, üstyapıyı inşa ediyoruz.
Eskişehir, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemine ait önemli hatıralara sahip. Daha önemlisi, Mevlana’nın çağdaşı olan ve Mevlana’nın kendisi için ‘Attığım her adımda Türkmen Kocası’nın ayak izlerini önümde gördüm’ dediği Yunus Emre’nin yattığı yer de burası. Bu kaynakları değerlendirip, Eskişehir’de turizmi önemli bir sektör olarak geliştirmeye kararlıyız…”
Bu sözler, 2010’dan! 2018 mi? Mucize devam ediyor. Peki, bizdeki duruma bakalım mı?
Porsuk Çayı’ndan Asi Nehri’ne keskin bir dönüş yapan bizleri, sularına karışan ‘atığı’ bertaraf etmeye çalışan bir Antakya karşılıyor! Ancak bu yapılırken, nehir sularının kiri de çöpü de devam ediyor. Sineğin kalabalığındaki bakımsızlığı da… Bir de, kısa bir süre gezinti tekneleri indirilen nehrin tek iskelesinin son hali! Ara ara buraya dair konuşanların dile getirdiği bir çözüm var, ki tekrar bu alan ‘iskele’ olarak kullanılıncaya değin tekrar edilen bir çözüm! O çözüm, bu defa bir turizmcinin ağzından gelsin mi?
“Bir şehirde ‘önceliklerinizin’ olması gerek! Kim için ‘ne yaptığınızı’ bilmeniz gerek! Bahsettiğiniz konuya gelmeden önce tek bir örnek vereceğim bu konuyla ilgili olarak… Biliyorsunuz, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü eski Müze binası önüne bir turizm danışma ofisi koydu. Ama inanılmaz bir çalışma, hatta muhteşem. İçi de dışı kadar özenli. Ama! Danışma ofisinizi bu kadar görkemli yapıp, ardından da insanları Antakya’nın doğu yakasındaki evlere yönlendirdiğiniz zaman, onların görebilecekleri tarihi evleri de ‘hazır’ hale sokmanız gerekmez mi? Anlayacağınız, hazırlığınız iki yönlü olmalıydı! Bir tarafta Danışma Ofisi, diğer tarafta ise evler! Peki, hazır mı? Sahi, gidenler ne görüyor? Tamam, yapmışız bazılarını. Kafe olmuş, restoran olmuş, otel olmuş, ama olmamışlarımız da öylece kalakalmış! Bir başına, sprey boyalar içinde, demir kafesler ardında…
Asi de buna dair! Turizm sezonu yaklaşıyor. Gelin önce şu sineklerden kurtulalım. Çünkü işkence bir durum şu an yaşanan… Ardından da nehre çöp atma konusunda ciddi bir ‘ceza’ sistemini hayata geçirelim! Öyle ‘lütfen’ demekle olmuyor bu işler… Finalde de, bu iskeleyi, insanların kahvelerini yudumlayabilecekleri bir alan haline getirelim. Antakya’yı izlesinler, dinlesinler, hayal etsinler. Ta ki tekrar tekneler buradan kalkana kadar! Yoksa, bu terk edilmişlikle, bu alanı bu hale getirenlerle başa çıkmak çok zor. Komik ama, aslında asıl başa çıkmamız gerekenler bu iskeleyi bu hale getirenler değil, ama kendi boşvermişliğimiz! Ona nasıl çare buluruz, işte onu hiç bilmiyorum.” -Tamer Yazar-