Neden öldün Nâzım?

Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla, özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri sayılan Pablo Neruda, Şili’nin bir parçasıydı. Şili halkının çok sevdiği, bağrına bastığı bu edebiyat insanı dizeleriyle ülkesinin sesini, kültürel zenginliğini dünyanın dört bir yanına taşıdı. Şiirin bir yaşama, yaşamın bir şiire nasıl dönüştüğünü gösterirken, ülkesindeki ve İspanya’daki […]

Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla, özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri sayılan Pablo Neruda, Şili’nin bir parçasıydı. Şili halkının çok sevdiği, bağrına bastığı bu edebiyat insanı dizeleriyle ülkesinin sesini, kültürel zenginliğini dünyanın dört bir yanına taşıdı. Şiirin bir yaşama, yaşamın bir şiire nasıl dönüştüğünü gösterirken, ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı büyük bir siyasi duruş sergiledi.

1971’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen şair, hayatı boyunca ülkesine birazcık olsun eşitlik gelsin diye fakirliğin kökünden kaldırılmasını başarmanın hayalini kurdu ve bunun için savaştı. Ona göre, şiir düşmanları, şiirin gözünü oymak ya da onu boğup öldürmek için her zaman tetikte beklerler. Pek çok yola başvururlar. Ama şiir, bir çeşme gibi püskürmeye ve bir yarık gibi fışkırmaya devam eder. Çöllerde şarkı söylemeyi, bir ağaç gibi büyümeyi, bir nehir gibi coşup taşmayı, yüksek bir platoya gece gibi yıldızlar saçmayı sürdürür. Neruda, şairlerin nefretten nefret ettiklerini söyler ve şunları ekler: “Şiir boşuna yazılmış olmayacak.”

Nâzım Hikmet de şiirin düşmanları tarafından sürekli izlenmiş, sindirilip susturulmaya çalışılmıştı. 1938’de “orduya isyana teşvik” suçuyla tutuklanıp 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan Nâzım Hikmet, 1950’de çıkarılan af yasasıyla yeniden serbest kalana dek geçen yaklaşık 13 yıl boyunca şiirini en üst düzeye çıkaran, dünya çapında tanınmasını sağlayan başyapıtlarını vermişti.

Neruda, 3 Haziran 1963 günü yaşama veda eden şairimizin ardından “Nâzım’a Bir Güz Çelengi” adlı bir şiir yazmıştı:

Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi?
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar
düşerlerdi orada, uzakta,
yaşarken kendine seçtiğin
ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa

Sana Şili’nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
halkların kavgasını ve kavgamı benim
ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan…

Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz
senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun
dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan

Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
kuyu gibi kapkara zindanlardan
canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldıyan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde

Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır
senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya

Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
(Çev.: Ataol Behramoğlu)

Nâzım Hikmet’in şiirleri, ‘çöllerde şarkı söylemeyi, bir ağaç gibi büyümeyi, bir nehir gibi coşup taşmayı, yüksek bir platoya gece gibi yıldızlar saçmayı’ sürdürüyor; ona duyulan hayranlığın gün geçtikçe artması, şiirin boşuna yazılmadığını kanıtlıyor.

Orhan Tüleylioğlu

Exit mobile version