Nefesi ile cama hayat veren usta: Diş Hekimi Şadi Asfuroğlu…

Söyleşi: Josef Naseh/ Arkeolog Cam doğanın özünde bulunan; sonsuz geri dönüşümü olan kristalize bir maddedir. Saydam olduğu için; ışığı doğrudan yansıtır. Işıkla kırılma noktasında buluştuğu zaman; size, gök yüzünün rengarenk kuşağını armağan eder. Bir an; yer yüzünün karanlığından, gök yüzünün ışıldayan aydınlığında uzanan, gök kuşağından bir taç takar size. Bu taçla; kendinizi evrenin büyülü dünyasının […]

Söyleşi: Josef Naseh/ Arkeolog

Cam doğanın özünde bulunan; sonsuz geri dönüşümü olan kristalize bir maddedir. Saydam olduğu için; ışığı doğrudan yansıtır. Işıkla kırılma noktasında buluştuğu zaman; size, gök yüzünün rengarenk kuşağını armağan eder. Bir an; yer yüzünün karanlığından, gök yüzünün ışıldayan aydınlığında uzanan, gök kuşağından bir taç takar size. Bu taçla; kendinizi evrenin büyülü dünyasının içinde bulursunuz..
Bir yüzüne civa sürdüğünüzde; öbür yüzüne ”ben kimim? ” diye sorarsanız; yanıtı gecikmez; ”kendini tanı” diye yanıt verir. O zaman bir güven belirir gözlerinizde ; geleceğe umut ‘un ışığını yakarsınız geleceğe; sevecenlikle ben buyum dersiniz..! Tanış olursunuz kendi kendinizle .Gelin o zaman; Bizi, bizle tanıştıran camla tanış olalım ..!
CAMIN TARİHSEL SÜRECİ
Camın kullanımı ve kökeni tam olarak açıklığa kavuşturulamamış olsa da arkeolojik veriler camın ilk kez Mezopotamya’da M.Ö. 3. bin yılda bir eşya olarak insanoğlu tarafından kullanıldığını göstermektedir. Sonraki; 1000 yıl boyunca değerli tasların taklidi olan cam objeler sıklıkla kullanılırken M.Ö. 1500’lerde cam vazolar ve diğer objeler hızla yayılmaya başlamıştır. İslenmiş olarak ele geçen en erken cam obje Eshnunna (Tell Asmar) M.Ö. 2350 civarına tarihlenen açık mavi renkteki silindir cam çubuktur. Anadolu’da da kullanıldığını Kültepe- Kanis’te de ele gecen kaya kristalinden aslan heykelciğinden anlıyoruz. M.Ö. 2. ve 1. bin yıla ait olan, Mezopotamya kil tabletler camın kullanıldığı konusunda önemli bilgiler vermektedir.
Cam kap yapımında kullanılan en erken teknik olan “iç kalıp tekniğin de yapılan ilk örnek ise Türkiye- Suriye yakınlarındaki Amik Ovasında bulunan Tell Atchana (Alalakh)’daki yarı saydam mavi renk cam üzerine beyaz cam ipliği beze-meli bir şişenin boynuna ait olan parçadır ve M.Ö. 16.yy’a tarihlendirilmektedir . M.Ö. 1200’lerde Hitit devletinin yıkılmasıyla başlayan Erken Demir Çağlarla birlikte cam üretiminde gerilemeler görülmektedir. Anadolu’da M.Ö. 1200 den sonra M.Ö. 9. Yy’a kadar olan sürede cam eserlere rastlanmamıştır. Fakat M.Ö. 8. ve 7. yy.larda cam kaplar tekrar yapılmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır. M.Ö. 6.yy.da Doğu Akdeniz’de iç kalıplama yöntemiyle cam yapımı devam etmiştir.
M.Ö. 1. yy sonlarına doğru cam yapımında önemli bir gelişme olarak “üfleme tekniği” ortaya çıkmıştır. M.S. 4. yy. da Roma’da figür sahneli kesme camlar, yaldızlı camlar ve kafes kaplar üretilmeye başlanmıştır. Bu dönemde cam üretim merkezleri, İtalya, Belçika ve Rhineland’dır. M.S. 9.yy.a kadar bu bölgelerde cam yapımına devam edilmiştir. M.S.5.yy.da Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte Roma’da camcılık geriler ve Bizans’ta devam eder. Bizans Şehirlerindeki cam atölyelerinde sofra kapları, süs eşyaları ve mimari yapı elemanları olarak kullanılmış malzemeler üretilmiştir. Selçuklular döneminde camlar, çeşitli kaplar seklinde yapılmasının yanında cami, medrese gibi önemli yapıların pencere camı olarak ta üretilmiştir. İslam sanatında özellikle Memluklar döneminde cam kandiller yoğun olarak yapılmıştır. Osmanlılarda ise özellikle İstanbul’un fetihten sonra, camcılığın merkezi olmuştur. Cam üretimi Osmanlılar döneminde önemli bir sanayi ve sanat dalı haline gelmiştir.
YÖREMİZDE CAMIN SERÜVENİ
Yöremizde; ilk prototip cam örnekleri; Koç üniversitesi Arkeoloji bölümünün; Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde bulunan Alalah Höyük kazılarında bulunmuştur. M.Ö. 16-15 yy’ larına tarihlenen buluntular; Hatay Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Yöremizde; 3500 yıllık bir geçmişe sahip olan cam üretim sanatını, kültürel aktarımla günümüze kadar gelmiş; en son; sayın Aner Parmaksız’ın, ekonomik nedenlerden dolayı cam fabrikasını kapatması ile cam üretim sanayi; şimdilik tarihsel sürecini tamamlamıştır.
Diş doktoru olmasına rağmen; cam üretim mesleğini; birikimlerine düşüncesini ve ruhunu katarak sanatsal yetenekleri ile yoğuran cam üfleme sanatçısı Sayın Diş Doktoru, Şadi Asfuroğlu devam ettirmektedir. Öyle bir aşamaya geldi ki; çalışma atölyesi müzeye dönüşmüş durumda.. Üfleme Antik ve Rölyef Cam Üreticisi..
ŞADİ ASFUROĞLU KİMDİR?
1962 Antakya doğumlu olan Şadi Asfuroğlu ilk ve orta öğreniminden sonra Antakya Lisesi’nden 1979 yılında mezun oldu. İlk olarak İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Fakültesinde bir sene okuduktan sonra Marmara Üniversitesi Diş hekimliği Fakültesi ‘ne devam ederek 1987 yılında okulu bitirdi. 1987 ‘den beri Antakya’da serbest Diş Hekimliği yapıyor.
Takı, heykel, rölyef yapma merakı ve Kültür Bakanlığı’nın Kültürel Hediyelik Eşya Tasarım yarışmasıyla başlayan “Cam Üretme” merakı onun Üfleme Antik Cam sanatçısı Sami Coşkun ile tanışmasına sebep oldu.
Sami Coşkun’dan öğrendiği yöntemle ürettiği Antik Üfleme Camlar, Roma-Bizans dönemine ait gözyaşı şişeleri ve parfüm şişelerinin imitasyonlarıdır. Üfleme camların yanı sıra Rölyef Cam üretimi için mükemmel bir cam eritme fırını ve atölye alt yapısı mevcuttur. Bu fırında çökertme[slumping],hamur camı [pate de vere], fusing ve yüksek ısıda cam boyası fixasyonu yapılabilmektedir. Şadi Asfuroğlu 1996 yılından beri T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Üfleme Antik Cam ürünler veren El Sanatçılarımızdandır.
MÜZEYE DÖNÜŞEN CAM EVİ’Nİ ONDAN DİNLEYELİM…
Yaklaşık 150 yıllık bir geçmişe sahip eski Antakya Evi’ni satın alarak bu evde artık müzelik hale gelen Antakya’ya özgü yeşil cam eserleri sergilemekteyiz. Sözü edilen Antakya Evi anneannemizin babası tarafından yaptırılmış olup büyük aile evimizdir.
CAMIN TARİHİ GELİŞİM SÜRECİNDEN KISACA SÖZ EDERMİSİNİZ?
Camın ilk keşfedildiği yerlerden birisi Antakya civarıdır. Tarih kitapları, camın tesadüfler sonucunda ilk olarak Doğu Akdeniz’de Antakya ve güneyindeki Kuzey Suriye, Beyrut, Sayda sahillerinde bulunduğunu, yaklaşık aynı tarihlerde veya daha sonraları ve Mısır, Mezopotamya’ da camın keşfedildiğini anlatırlar. Yaklaşık 5000 yıl önce bulunan bu parıltı madde aslında ateşin keşfinin bir sonucudur. Cam denilen sihirli madde insan eliyle pek çok şekle girmiştir.
NE TÜR KAPLAR ÜRETİLİRDİ?
Binlerce yıldan beri Antakya ve civarında imal edilen camlar Anadolu’nun pek çok yerine ve diğer ülkelere gönderilmiştir. Antakya ve çevresinde sıvı ve kuru gıda saklamak amacıyla kullanılan çeşitli formdaki kavanozlar, (Katremisler) şişeler, damacanalar (elfiler),cam marteban, yoğurt kapları, cam tabaklar vs. eski camların eritilmesiyle tekrar şekillendirerek elde edilirdi. Kırılan eski cam kaplar ve pencere camları cam ustaları tarafından eritilip tek-rar, tekrar şişe ve kavanoz haline getirilirdi.
1940’LARDAN SONRA ANTAKYA’ DA CAM SANAYİİ VAR MIYDI?
1940 yılına kadar bu işleri daha çok gezgin atölyeler yapar imiş. Gezgin cam ustaları Antakya’nın uygun yerlerine kurdukları atölye ve cam ocaklarında Antakya ve civar köylerden topladıkları kırık camları eriterek yeni cam objeler imal edip ,satarlarmış. 1940’lı yıllarda rahmetli Babam Asaf Asfuroğlu ve birkaç girişimci kişi, Suriye’li cam ustalarından birkaçını Antakya’ya getirmek suretiyle ilk düzenli ve sabit cam atölyesini oluşturmuşlar. Daha sonraları rahmetli amcalarım Ali Asfuroğlu ve Ferit Asfuroğlu bu çalışmalara ortak olmuş hatta Ali amcamız kendini geliştirmek için İstanbul’daki Paşabahçe ve diğer özel cam fabrikalarına çalışmak üzere gitmiş. Antakya’ya döndükten sonra ise babamla birlikte usta-işletmeci olarak yıllarca cam şişe ve kavanoz üretmişler. Babam o zaman imalathanede ürettikleri kavanozları kendi kamyonuyla Anadolu’ya taşıyarak satmış. Dönüşte aynı kamyonla kırık veya atık camları toplayıp Antakya’ya getirmişler. Dönüşte atık cam bulamadıkları zamanlar da Antakya’ya ihtiyaç duyulan ticari ürünler (pirinç, şeker, buğday vs.) getirmişlerdir. Bu arada cam üretimi Antakya için önemli bir sanayi kolu haline gelmiş ve yeni, yeni işletmeler kurulmuş. Burada üretilen yeşil camlar Türkiye’nin pek çok yerine ulaşmış ve pek çok evin mutfağında, kilerinde yer bulmuştur.
Babanız ne zaman işi bıraktı..?
Babamın koşuşturması 1964 yılında ani vefatıyla son bulmuş, cam atölyemiz kapanmıştır. Ali Amcam ise İskenderun’da kurduğu cam atölyesini bilmediğim nedenlerden dolayı kapatmak zorunda kalmış ve Almanya’ya çalışmak için gidenlerin arasına katılmış fakat Antakya’daki diğer cam atölyeleri sürekli cam üretmeye devam etmişler. Bu güzel çevreci üretim pek çok aile için geçim kaynağı olmuştur.
ANTAKYA CAM SANAYİ NEDEN YOK OLDU?
Plastiğin hayatımıza girişiyle birlikte cam daha az kullanılmaya başlanmış ve sayın Aner Parmaksız’a ait; son Antakya cam fabrikası da maalesef 2004 yılında, plastiğin hayatımıza girmesi ile ekonomik olarak yenik düşmüş ve kapanmıştır. Binlerce yıllık Antakya cam geleneği bu fabrikanın da kapanmasıyla birlikte son bulmuştur. Asfuroğlu ailesinin öncülüğü yaptığı yeşil Antakya cam örnekleri, cam fabrikaları kapandığı için ve tekrar üretilme ihtimali olmadığından müzelik hale gelmiş-tir. Bu çok özel cam koleksiyonumuzu cam evinin “müze” bölümünde görmeniz mümkündür. Ben ise ailemin geliştirdiği yeşil Antakya cam geleneğini minik şişeler, cam yüzükler, cam sikkeler ve cam rölyeflerle devam ettirmeye çalışıyorum. Antik Cam Evi’nde oluşturduğum üfleme ve rölyef cam atölyesinde sevgili hocam Sami Coşkun’dan öğrendiğim tekniklerle Roma, Bizans, Fenike döneminde yapılmış ve Arkeoloji müzelerinde mevcut olan gözyaşı şişesi, koku şişeleri ve ilaç, zehir saklama kapları, sıvı saklama kapları, cam bilezik, cam kolye, yüzükler ile cam sikkelerin Röprodüksiyonlarını yapmaya çalışıyorum.
ANTİK CAM EVİ’Nİ NE YAPMAYI DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Biliyorsunuz; cam eser üretimi; biraz bilgi; biraz ilgi ve yetenek isteyen bir sanat dalıdır. Bunun için; çok zaman ayırmak gerekir. Hobi olarak başladığım süreç; gün gittikçe daha fazla zaman almaya başladı. Ekonomik giderleri de çok . Bunun için ne yardımcı alabiliyorum ne de bu mesleği öğrenmek isteyenlere de eğitim veremiyorum. Yaklaşık 3500 yıldır bu topraklarda ışıldayan camın; kültürel geçmişini tek başıma taşıyamaz oldum. Bir gün bende yorgun düşersem bu sanat Antakya’ da kaybolur. Yazık olmaz mı?
” Tabii ki yazık olur..? ”
O zaman bu sanatın burada devam edebilmesi için; kültürel anlamda benim yaptığım işin; yerel yönetimler veya Kültür Bakanlığı tarafından korumaya alınması veya sahiplenmesi gerekir. Bu mekanın ‘Cam Müzesi ve Antakya Cam Okulu’ olarak yaşatılması gerekir diye düşünüyorum.
Umarım dediğiniz gibi olur…! Sağlıcakla kalın.

 

Exit mobile version