Hele ki inanç zenginliğimiz!
3 Semavi dinin yıllarca barış, huzur ve kardeşlik duyguları içinde yaşadığını söylediğimiz ve söylemeye devam ettiğimiz Antakya’nın orta yerinden kaldırdığımız ve üzerine hiç konuşmadığımız heykelimiz, eksildiği şekliyle kalmaya devam mı edecek yoksa, tamamlar mıyız?
“Üç tane semavi dinin Anadolu’daki ibadethanesi burada. İlk havra burada, kilise, cami burada… İnsanlar, yüzyıllardır kardeşçe yaşıyor. Müthiş renkli bir toplumumuz var. Bu renkler bizim için bereket ve zenginlik.”
Bu ifade, 2016 senesinin Mayıs ayında HABERTÜRK’e konuşan Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş tarafından paylaşıldı. Birçoğumuzun söylediği gibi, paylaşıldığı kadarından fazlasına sahip bu kent. Antakya Medeniyetler Korosu da buna karşılık kurulmadı mı? 2010 senesinin Haziran ayında kadim toprakların şehrine gelen Vatikan’ın Ankara Büyükelçisi Antonio Lucibello da buna işaret edip, Hatay’daki kardeşlik ve barışın dünyaya örnek olmasını istememiş miydi?
Örnekler çoğaltılabilir… Ancak eldeki örneklerin bir şehir efsanesi olması yerine, elle tutulur gerçeklere dönüşmesi gerekiyor. Dönüştüğü yerde de korunması ve buna dair verilecek mesajlarla korunması gerekiyor. Antakya’daki balık pazarının olduğu yere bir zamanlar eklenen Heykel de bu yüzden önemliydi. Çünkü ilk yapıldığı dönemde, Antakya’nın çok dinli yapısının özet bir hikâyesiydi. ‘İşte biz buyuz’ demenin bir karşılığıydı. Ellerini gökyüzüne açmışların coğrafyasında, inançların zenginliğiydi. O yüzden bir avucunda dünya ve diğer avucunda da diğer dinleri temsil eden semboller taşıyordu.
-NE DEĞİŞTİ?-
Aradan yıllar geçti. Heykelin asıl parçalarını meydandan indirenler, bugün o heykelden eksilttiklerinden habersizmiş gibi görevlerine devam ediyor. Hatta bu eksiltme için meydana çıkan ve bu durumu protesto edenler, dün o eksiltmeyi yapanlarla yan yana yürüyor. Peki, kaybeden mi? Antakya… Hatay… Bu kadim toprakların sahip olduğu büyü… Gerçeği… Ruhu…
Yaşlı bir Antakyalının, kadim toprakların ruhuna eklediği birkaç cümle var. Okuyalım mı?
“Bu kenti anlamak istiyorsan, bugününe değil, dününe bakacaksın. Yaşlıları ile konuşacaksın. Ermeni’siyle, Rum’uyla, Yahudi’siyle, Müslüman’ıyla… Bizler hep bir arada olmuşuz. ‘Olun’ dememişler. Biz istemişiz de olmuşuz. Kalplerimiz yan yana düşmüş çünkü. O yüzden şunu çok iyi bilsinler, o bahsedilen meydandan indirilen beton kalıplar değiliz biz. İndirsinler, ne olacak? Ama indirmelerinin bir söylemi var, bir mesajı var… Biliyoruz. Bu da korkutuyor… Ne diyeyim ki? İnsan dününe sahip çıkamıyorsa, nasıl bir bugünden ve nasıl bir yarından bahseder ki?” -Tamer Yazar-