Kendine ait olabilme meselesi…
Tutku sahibi bir sığınağın öngörüsü ya da gerçeğin adımlarıyla büyüyen bir dönüm noktası…
Herkesin her şey olduğu,
Laf kalabalığının bilginin önüne geçtiği,
Ekranların sahte uzmanlarca kuşatıldığı bir anda okumak…
Bellek, zaman ve mekân boşluğuna uzanan ruhsal derinlik…
Ezbere dayanmayan, şablonlara inat, bağımsız ve her şeyi anlama çabası gösteren olgun bir dönüşüm evresi…
Sevginin, sesin, rengin ve doğanın hızla tüketildiği bir süreçte okuma haritasına yayılan sade bir yolculuk…
“Aradığı bir şey var. Akşamdan beri arıyor, bulamıyor. Bazı bazı bulduğunu sanıyor, sonra hemen anlıyor ki, yanılmış. Bir eksiklik, bir boşluk, öyle bir şey… İçinde bir şeyler köpürüp taşar, dipdiri duyarsın da söyleyemezsin hani, öyle işte…” Haney Yaşamalı, Tahsin Yücel
Gerçekle kurgu arasına bir set oluşmuş gibi… Yaşamı tanımlayacak hayali bir karakter yaratmak nasıl bir duyguysa artık…
“Şöyle bir düşünülüp taşınıldığında iyi insanların hepsinin de neşeli olduğu ortaya çıkar. Neşeli olmak her zaman iyidir, bir şeyin de göstergesidir. Daha yaşarken ölümsüzlüğe ulaşmak gibi bir şeydi….” Çanlar Kimin İçin Çalıyor?, Ernest Hemingway
Bireyin ve özellikle doğanın toplum eliyle örselendiği bir çağ. Farkında olmak ya da soyutla somutun ikileminde yaşanan iz düşüm hali.
Çünkü kaygıya ilişen ilk soluk yazarındır…
Yazar sevicilerden, imzalardan, her türlü söyleşi ve etkinlikten bağımsız bir kaygı…
“Zihin dışında kalıcı bir şey yok. Madde değişir, billurlaşır, yeniden değişir ve aldığı biçimler hiçbir zaman yinelenmez. Biçimler sonsuz hiçliğin içinde dönüşü olmayacak şekilde çözülürler…” Yıldız Gezgini, Jack London
Kayıp bir zihin ve yaşamın ötelenmez ritmi gibi yüzümüze her daim sırnaşan bir endişe… Çünkü sanat, görünen dünyayı hayata katmakla kalmaz, yarattığı ideal dünyayı yansıtarak, yokluğunda bile hayatta olanı özgürleştirir.
“Aslında sen, insanda bulunan değerli yanların onların varlığını keşfeden başka insanlar olmadan bir değer olmayacaklarına da inanmaktasın! Korkun bu senin! Seninle kurulan bazı ölmez dostlukların dibinde yatan da budur biliyorsun!…” Cüce, Leyla Erbil
Aslında toplumsal anlayışın yarattığı travmada başlıyor her şey…
Çünkü toplumun yarattığı kalıplarda birey yoktur… Ona hayatı kanıksatan, kabullendiren, duygusuzca büyüten toplum kalıpları… Onu sanal dünyanın pençesine bırakan, işletme çarkına çeviren, çarpık yapılaşmalarla betonlaştıran bir sarmal.
“Bazen saklanır insan, burnunun ucunu bile göstermeye korkar; yerini belli etmez, çünkü önyargı kol geziyordur, çünkü yeryüzünde başka şey kalmamış gibi, herkesin arasında seni bulup şamataya alırlar…” İnsancıklar, Dostoyevski
Kendine ait olabilme meselesi…
Tutku sahibi bir sığınağın öngörüsü ya da gerçeğin adımlarıyla büyüyen bir dönüm noktası…
Herkesin her şey olduğu,
Ekranların sahte uzmanlarca kuşatıldığı bir anda okumak…
Ezbere dayanmayan, şablonlara inat, bağımsız ve her şeyi anlama çabası gösteren olgun bir dönüşüm evresi…