Okuyacağız!

Ortaçağda ve Yeniçağ’da olduğu gibi Antikçağ’da da birçok insan, okur ya da yazar olarak, kitaplarla çok özel ve yakın bir ilişki kurmuştu. Geç Antikçağ’da yaşamış olan hatip ve öğretmen Libanius da bunlardan biriydi. Libanius etkili, derin kültürlü bir ailenin çocuğu olarak MS 314 yılında Antakya’da doğdu. Öğrenimini Atina’da tamamladı. Daha sonra İstanbul’da öğretmenlik mesleğine başladı […]

Ortaçağda ve Yeniçağ’da olduğu gibi Antikçağ’da da birçok insan, okur ya da yazar olarak, kitaplarla çok özel ve yakın bir ilişki kurmuştu. Geç Antikçağ’da yaşamış olan hatip ve öğretmen Libanius da bunlardan biriydi.

Libanius etkili, derin kültürlü bir ailenin çocuğu olarak MS 314 yılında Antakya’da doğdu. Öğrenimini Atina’da tamamladı. Daha sonra İstanbul’da öğretmenlik mesleğine başladı ve bir süre burada öğretmenlik yaptıktan sonra doğduğu kent olan Antakya’ya MS 354 yılında yerleşti. Libanius, Antakya’da Grek-Roma eğitim sistemine dayalı bir okul kurdu. Libanius’un öğrencileri değişik şehirlerden özellikle Atina’dan ve İstanbul’dan Antakya’ya öğrenim görmek için geliyorlardı. Libanius öğretmenliğe ve ilmi çalışmalarına devam ettiği Antakya Akademisi, Doğu’nun en önemli eğitim ve kültür merkezlerinden biri haline geldi.

Libanius, bir dostu ona bir araba dolusu kitap armağan ettiğinde “Düşlediğim zenginlik işte bu” demişti. Libanius, sahip olduğu en gözde kitabı, tarihçi Thukydides’in kitabı çalındığında derin bir kedere kapılmış, kitap yeniden eline geçtiğinde ise sevinçten çıldıracak gibi olmuştu.

Ünlü öğretmen “Hayatımdaki Şanslar ve Şansızlıklar” adlı hitabetinde bu hırsızlığı şöyle anlatmıştı:

“Thukydides’in bir eserine sahiptim, güzel, küçük bir yazı karakteriyle yazılmıştı ve o kadar kolay taşınıyordu ki, yanımda bir köle olsa bile bu kitabı ben taşırdım ve bu yük bir zevkti benim için… Bu değerli eseri çok sayıda kişinin yanında sık sık övdüğüm ve Polykrates’in yüzüğünü sevdiğinden daha çok sevdiğim için hırsızları çektim ama bunları hemen yakalıyordum; yalnızca son gelen hırsız yakalanmamak için bir ateş tutuşturdu. Bu nedenle aramaya son vermek zorunda kaldım, ama benim üzüntüm bir türlü dinmedi. Thukydides’in o kadar yararlı olabilecek eserlerinden de pek faydalanamadım; çünkü başka kitaplarını ancak zorlukla okuyordum. Fakat Tykhe zamanla bu acıyı da sağalttı. Yine de derdime bütün arkadaşlarıma üzüntüyle yazıyor, kitabın ölçülerini veriyor, içini dışını tarif ediyor ve soruyordum: ‘Şimdi nerede, acaba kimin ellerinde?’ Sonra ders almak için bir öğrenci geldi, bu nüshayı o satın almıştı. Yardımcı öğretmen haykırdı: ‘İşte orada!’, eseri özelliklerinden tanımıştı ve emin olmak için gelip bana sordu. Ben kitabı elime aldım ve ona, uzun süre ortadan kaybolmuş olan ve günün birinde çıkıp gelen bir çocuğa davranır gibi davrandım ve oradan sevinç içinde ayrıldım.”

Montaigne, kitaplardan uzak kalmış, okuma mutluluğunu yaşamlarına katamamış insanlara çok acıdığını söyler. Dünyada aforizmanın en büyük ustalarından biri olarak tanınan Alman filozof, fizik ve astronomi profesörü Georg Christofh Lichtenberg (1742-1799) şunları yazmıştır: “Okuduklarımın çoğunu, ne yediğimi unuttuğum gibi unuturum; ama şu kadarını biliyorum ki, gene de her ikisi zihnimin ve bedenimin ayakta kalmasına katkıda bulunuyor.”

Francis Bacon, (1561-1626) “Okuyorsan, ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik taslamak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu bulmak için, ama incelemek, düşünmek için oku” der.

Dünyanın en önemli eleştirmenlerinden ve yazın tarihçilerinden biri sayılan Antal Szerb (1901-1945), gerçek okuyucuyu şöyle tanımlar: “Eğlenmek için okuyanlar vardır, okumalarıyla kültürlerini arttırmak isteyenler vardır; ama ben üçüncü tür okuyucu düşünüyorum, okumayı yaşamsal bir işlev ve karşı konulmaz bir zorunluluk sayan okuyucu -gerçek okuyucu- yalnızca bunlardır…”

Maksim Gorki, arkadaşı Kostantin Fedin’e yazdığı bir mektupta, her şeyden önce edebiyata inanan bir insan olduğunu söyler ve şunları ekler: “Benim için her kitap gerçek bir mucizedir.”

Yazılarında az okuyan bir toplum oluşumuzun ve okuma alışkanlığımızın yeterince gelişememiş olmasının nedenleri üzerinde düşünen Melih Cevdet Anday’a göre okumamak bizim geleneğimizdir. Anday, 10 Mart 1987 günlü Cumhuriyet gazetesinde şunları söyler: “Okumamanın mazereti yoktur, olamaz da. Kitapları toplasalar, yaksalar, hamura çevirseler, okuyanları izleseler yine okuyacağız, okumalıyız. Okumamanın okuma bilmemekten başka mazereti olamaz. Okuma öğrenmeme ise ayıptır.”

Evet, okuyacağız!

Orhan Tüleylioğlu

Exit mobile version