Önce kendi içimizdeki kutuplaşmayı ve cepheleşmeyi bir yana bırakmalıyız …

Türkiye’nin çevresinde barış kuşağı oluşturmasının zorunluluğuna vurgu yaptı CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, geçtiğimiz gün Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yanı başımızdaki iç savaşlar ve emperyal hesaplı yangınların bedelini en ağır ödeyen ülke olduğunu, 4 milyona yaklaşan mülteci, giderek artan ulusal güvenlik tehdidi, ihracatın ve turizmin çökmesiyle ödediğimiz ekonomik bedelin Türkiye’nin çevresinde barış kuşağı oluşturmasının […]

Türkiye’nin çevresinde barış kuşağı oluşturmasının zorunluluğuna vurgu yaptı

CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, geçtiğimiz gün Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yanı başımızdaki iç savaşlar ve emperyal hesaplı yangınların bedelini en ağır ödeyen ülke olduğunu, 4 milyona yaklaşan mülteci, giderek artan ulusal güvenlik tehdidi, ihracatın ve turizmin çökmesiyle ödediğimiz ekonomik bedelin Türkiye’nin çevresinde barış kuşağı oluşturmasının zorunluluğunu ortaya koyduğunu söyledi, Türkiye’nin çevresinde barış kuşağı oluşturabilmek için önce kendi içimizdeki kutuplaşmayı ve cepheleşmeyi bir yana bırakarak birlik, beraberlik ve barışı esas almamızın, sonra da çevremizde barış katalizörü olmamızın gerekliliğine dikkat çekti.
Bu anlamda yapmamız gereken şeyin, sadece askerî güç olmak değil, yumuşak gücümüzü yani coğrafi, ekonomik, demografik, siyasi ve toplumsal gücümüzü çok ileri bir boyuta taşımak zorunda olduğumuzu belirten Milletvekili Mevlüt Dudu, “Ne var ki, yaşadığımız ülke içindeki kutuplaşma yumuşak gücümüze zarar veriyor. Biz diplomaside mutlaka bu yumuşak gücü devreye koymak zorundayız. Bu yüzden, dünyada keskinleşen cepheleşmede taraf olmamak, tam aksine ara bulucu olarak Türkiye’yi olası savaşların tarafı hâline getirmemek, ülkemizin bekası açısından son derece önemlidir. Maalesef Türkiye Katar’a asker göndererek Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği bloku karşısına alarak Katar’ın yanında saf tutmuştur. Bu durum, Orda Doğu’da ara bulucu olma vasfımızı kaybetmemize yol açmış, Arap dünyasının lideri konumundaki bir ülkenin tüm oklarının üzerimize yönelmesine neden olmuştur.
Katar’la ilgili olarak soracağımız ilk soru şudur: Türkiye, tüm Körfez ülkelerini karşısına alarak Katar’ın bölgedeki jandarması mı olacaktır? Katar’a kaç Mehmetçik göndereceğiz? Türkiye, Suudi Arabistan’ın yanında hizalanan Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Bahreyn, Yemen ve Libya’yı karşısına alarak neden Orta Doğu’daki tüm aksiyon kabiliyetini ve olası ara buluculuk potansiyelini yok etmektedir? Suudi Arabistan, Katar’da Türk üssüne karşı çıktığını açıkça ortaya koymuştur. Kendi ülkesinin ulusal çıkarlarını bir kenara koyarak yapılan bu hamle, Türkiye’yi yalnızlaştırmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir. Ekonominin giderek kötüye gittiği süreçte ihracatı da olumsuz yönde etkileyerek halkımızı yeni tehlikelerle karşı karşıya getirecektir. ABD Başkanı Trump’ın yeniden şekillendirmek istediği Orta Doğu coğrafyasında Türkiye’nin iyi bir satranç oyuncusu olmaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır” dedi.

Dış politikalarla ilgili yaptığımız tüm uyarılarda haklı çıktık …

Özellikle son altı yedi yıldır dış politikaya ilişkin olarak yaptıkları tüm uyarılarda bugüne kadar haklı çıktıklarını, itiraz ettikleri her konuda haklılıklarının çok kısa süre sonra ortaya çıktığını söyleyen Milletvekili Mevlüt Dudu, konuşmasında şunlara yer verdi: “Irak, Suriye, Mısır politikaları, daha yakın geçmişteki Avrupa Birliğiyle yapılan geri kabul anlaşması bir yıl geçmeden boşa düştü.
Şimdi Katar’la ilgili olarak bazı bilgiler paylaşmak istiyorum. Dışişleri Bakanlığından Dışişleri Komisyon üyelerine gelen bilgi notunda Türkiye’yi bekleyen itiraflar vardır. İngiltere’nin Bahreyn’e yeni bir askerî üs inşa ettiği, Katar’ın 10 bin ABD askerine ev sahipliği yaptığı vurgusu vardır. Körfez ülkeleri Katar’la karşı karşıya gelmiştir, Katar’ın yanında saf tutan Türkiye, Suudi Arabistan öncülüğündeki bloku karşısına almıştır. AKP iktidarının bölgesel yangında kendi ordusuna güvenmeyen Katar’a Türk askerini göndererek bölgenin bekçilik görevini vermesi ve bu büyük savaşın bir tarafı hâline getirmesi ülkemizi bekleyen tehlikelerin habercisidir. Buradan son kez uyarıyoruz, Orta Doğu’da büyük oyuncuların başında olduğu, Müslüman ülkelerin piyon olduğu savaş ruletine Mehmetçik’in kanı bulaştırılamaz.
Yine dış politikayla ilgili güncel birtakım açıklamalarda bulunmak istiyorum. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Barış ve Özgürlük Bayramı’nı kutlayacağız. Harekâtın 43’üncü yıl dönümü vesilesiyle Kıbrıs’ta kan ve gözyaşını durduran, soydaşlarımızı katliamdan kurtaran ve Türk tarihine altın harflerle geçen Kıbrıs Barış Harekâtı’nın kazanımlarını korumak zorundayız. Akdeniz’de istikrar, barış ve güvenlik için Rum tarafının dayatma ve oyunlarına gelmemeliyiz. Son müzakereler de gösterdi ki adada adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme ulaşmak mümkün görünmüyor. Adada siyasi eşitlik ve iki kesimlilik temelinde eşit statüde iki kurucu devleti haiz kılan bir ortaklık pek mümkün görünmüyor.

Kıbrıs Türkünün güvenliğini ve geleceğini Rumların insafına bırakamayız …

Kasım 2016’da başlayan müzakereler aradan geçen süre içinde sonuçsuz kalmıştır. Biraz önce Sayın Öztürk Yılmaz da söyledi, her müzakere sonucunda verdiğimiz tavizler, bir sonraki müzakerede önümüze çıkıyor ve oradan başlamak zorunda kalıyoruz Kıbrıs konusunda. İngiliz askerine kırmızı halı seren Rum tarafı, Türkiye’nin garantörlüğüne, adada Türk askeri bulunmasına tahammül edemiyor, harekâtla kazandığımız toprakların büyük kısmını geri istiyor, Türkleri azınlık hâline getirip yeni yaşanabilecek felaketlere kapı aralayacak tavizler istiyor. Türk soydaşlarımızın güvenliği için garantörlüğümüzden vazgeçemeyiz. Kıbrıs Türkünün güvenliğini ve geleceğini Rumların insafına bırakamayız.
Türkiye, artık KKTC konusunda yeni bir süreci başlatmalıdır. Uluslararası anlamda tanınması için diplomatik atağa geçmeli ve yeni çözüm süreçlerini masaya yatırarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde tüm partilerin katılımıyla konu, partilerüstü ele alınmalı ve KKTC’yle görüşülerek yeni formüller sahaya sürülmelidir. Akdeniz’in güvenliği açısından da çok önemli olan KKTC’den vazgeçemeyiz. KKTC, dün olduğu gibi bugün de Türkiye için millî bir davadır.

AB yolculuğu AKP’nin yanlış ajandasıyla sona erdirilemez … …

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yle devam eden üyelik müzakerelerinin koşullu olarak askıya alınmasını kabul ederek tarihî bir hata yapmıştır. Şüphesiz, AKP Hükûmetinin Avrupa Birliği rotasından çıkan tutum ve davranışları, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırması, mesleğini yapan gazetecileri cezaevine doldurması, son KHK’larda masum vatandaşları –kısmen söylüyorum- ve FETÖ’yle ilişkisi olmayan akademisyenleri mesleğinden etmesi demokrasiyle bağdaşmamaktadır. Ancak, Türkiye’nin AB yolculuğu AKP’den yıllar önce başlamış bir yolculuktur, bu yolculuk AKP’nin yanlış ajandasıyla sona erdirilemez. Avrupa Birliği, Türkiye’nin, bu ülkenin, bu milletin altmış yıllık rüyasıdır, bu rüyayı sona erdirmeye, bir çırpıda bir hiç uğruna sona erdirmeye ne AKP Hükûmetinin ne de Avrupa Birliğinin haddi olmamalıdır.” -Mehmet ÖZGÜN-

Exit mobile version