Önyargı! 

(“Yargılamak kolay, anlamak zor!”) “Her insan kendi karakterine bakıp kafasında tanrı için değişik ibadet şekilleri geliştirdi; bu tanrı her şeyden herkesten çok onu sevsin ve bütün doğayı onu keyfi isteğine ve doymak bilmez hırsına uygun olarak yönetsin istedi. İşte bu ön yargı sonradan batıl inanca dönüştü ve insan zihninin derinlerine kök saldı.”                                     – Spinoza- […]

(“Yargılamak kolay, anlamak zor!”)

“Her insan kendi karakterine bakıp kafasında tanrı için değişik ibadet şekilleri geliştirdi; bu tanrı her şeyden herkesten çok onu sevsin ve bütün doğayı onu keyfi isteğine ve doymak bilmez hırsına uygun olarak yönetsin istedi. İşte bu ön yargı sonradan batıl inanca dönüştü ve insan zihninin derinlerine kök saldı.”

                                    – Spinoza-

Varlığın belirlenmiş bir özelliğinin, özelliğe uygun araçlar kullanarak ölçüp, sonucun önceden belirlenmiş bir kriterler kıyaslayıp, sonuca ulaşmaya yargı denir.

Yargılamak, karar vermek için kriterleri önceden sabitlenerek belirlenmiş bir olgu ya da durumla mevcut durumu mukayese etmektir. Anlamak ise, başkası tarafından transfer edilen bir bilginin veya algılama ile edinilen verilerin; kişinin mevcut bilgileri, gözlemleri, şartlanmaları, muhakeme kapasitesi, anıları, düşünebilme yetisi gibi birbiri ile etkileşen bir sistem sayesinde sebep sonuç ilişkilerinin kurulması ve sonuçta zihinde bir sistemin oluşması olarak tanımlanabilir.

İnsan, her şeyde olduğu gibi, anlamaya da önce kendisi ile başlamalıdır. Milattan önce 600′ lü yıllarda Lao Tzi’nin dediği gibi; “Başkalarını anlamak bilgeliktir, kendini anlamaksa aydınlanmaktır.”

Anlamanın önünde en tehlikeli sayılabilecek engel ise, “önyargı”dır.

Tüm zamanların en önemli bilim insanı Einstein, ön yargıyı bakın ne kadar güzel özetlemiş; “Ne hazin bir çağda yaşıyoruz ki, atomu parçalamak önyargıları parçalamaktan daha kolaydır.”

Hadi o halde kahve tadında gerçek bir hikayeyi paylaşalım.

“Kendi halinde bir kumaş tüccarı olan Cimon, Judanizm’e (yahudilik) inandığı ya da ortağının yalan beyanları ile o dönem Çarlık Rusya’sı tarafından, çokça uygulanan bir ceza olan, açlık hücresine kapatılır.

Bu hücrelerde mahkumlar günlerce aç bırakılıp ölüme terk edilirdi.

Aç kalarak ölüme mahkum edilen Cimon’un kızı Pero ise gardiyanlara yalvararak babasını görmeye gitmektedir.

Kız gelip babasını sorunsuz bir şekilde ziyaret ettiğinden gardiyanlar duruma alışır ve iş rutinleşir.  Pero birkaç gün sonraki gelişince yanında yeni doğan çocuğunu da getirmiştir.

Babası ile konuşurken ağlayan bebeği susturmak için bir göğsünü açar ve çocuğu emzirmeye başlar. İşte o an aklına babasının hayatını kurtaracak olan fikir gelir.

O günden sonra Pero düzenli olarak her gün babasını ziyarete gelir.

Aradan epey zaman geçmesine karşın yaşlı adam hala ölmemiştir, ve bu durum hapishane yetkililerin de dikkatini çeker.

Aradan uzunca bir süre daha geçer ve Simon hala hayattadır. Bunun üzerine Kral, Simon ve Pero’nun görüşmelerinin gizlice izlenmesini ister.

Gardiyanlardan biri gizlice Simon ve Pero’nun görüşmesini izler, ve gördüklerini de krala anlatır.

Gardiyanın gördüğü şudur; Pero babasını ziyarete geldiği hergün açlığa mahkum edilmiş olan ve yiyecek hiçbir şey verilmeyen babasını tıpkı çocuğunu emzirir gibi emzirmekte ve açlıktan ölmesine mani olmaktadır…”

Duyduklarıyla şaşkına dönen Kral, Pero’nun yaptığı bu fedakarlık karşısında kral kayıtsız kalamaz ve Simon’un serbest bırakılması emrini verir.

   Bu haftaki kitap tavsiyem: Jose Saramago (GÖRMEK)

Exit mobile version