Siyaset sahnesinde rol alıp, görev üstlenenlerin ağızlarından çıkanı kulaklarının duyması, sinirlerine hakim olması, peşin hükümlü olmaması, kin ve nefret duyguları ile beslenmemesi gerekir.
Bu doğrultuda hareket edildiği ve siyaset yapıldığı takdirde, olumlu sonuçlar ortaya çıkacak ve bu olumlu sonuçlardan da hem kendileri, hem partileri, hem de ülke insanları yarar görecektir.
Ama ne yazık ki uygulamalar bunun tersini gösteriyor.
Dün ak denilene, bugün kara deniliyor.
Bugün kara denilene ise yarın rahatlıkla ak denilebiliyor.
İnsanın bu durumu gördükten sonra üzülmemesi, yüzünün kızarmaması, ülkenin siyasi geleceği açısından kaygılanmaması mümkün değildir.
Zaman zaman televizyonlarda ve diğer medya organlarında, siyasilerin geçmişte söylediği sözler, yaptıkları konuşmalar, topluma açıkladıkları fikirler ve kendi görüşünde olanların yapmaları gerektiğini söyledikleri sözleri, onlara verdikleri öğütleri dinledikçe, okudukça, yüzümüz renkten renge giriyor, yüzümüzde oluşan kızarıklık uzun süre gitmiyor.
Nasıl oluyor da insanlar şu veya bu nedenle dün savundukları fikirlerin aksini söyleyebiliyorlar?
İnsanlar nasıl oluyor da, toplumun yönlendirilmesi açısından, dün onlara verdikleri öğütlerin bugün aksine bir yol izlenmesi gerektiği yolunda, taban tabana zıt öğütler verebiliyorlar?
Özetle; insanlar dün ak dediklerine bugün nasıl kara, hem de kapkara diyebiliyorlar?
Yada dün kara, kapkara dediklerine, bugün ak, hemde ak ve pak diyebiliyorlar?
İşte bugün içinde bulunduğumuz durum bundan farklı değildir.
Böyle olunca da, siyasi gerginlik giderek artıyor, geçmişte söylenenler unutuluyor, gelecekte yine unutulacak yeni bir söylem dizisi ortaya konulmak isteniyor ve siyasiler arasındaki kamplaşma, ayrışma, siyasi husumet giderek boyutunu arttırıyor.
Bu nedenle de, siyasi partiler arasındaki dostluk rüzgârları yerine aksi doğrultuda rüzgârlar esmeye, aradaki siyasi mesafe giderek açılmaya başlıyor.
Bakınız geçtiğimiz günlerdeki bir söyleme?
Bir partinin, bir konuda verdiği bir önergeye destek için yaptığı çağrıya karşı verilen yanıt, oldukça düşündürücüdür.
Ne deniyor bu yanıtta?
Türkiye Büyük Millet Meclisine hangi konuda teklif getirirlerse getirsinler, buna destek vermemiz mümkün değildir.
Daha destek istenecek konu belli değil.
Daha istenecek desteğin şekli, yolu ve yöntemi belirlenmemiş.
Daha gelecek olan destek talebinin ülkenin yararına veya zararına olup olmayacağı konusunda bir görüş belli değil.
Ama buna rağmen, istenecek olan desteğe peşinen hayır denileceği ifade ediliyor!!!
Şimdi böyle bir anlayışı siyaset açısından savunmak ve doğruluğunu kabul etmek mümkün olabilir mi?
Elbette ki mümkün olamaz.
Ama buna rağmen, bu sözler ağızdan çıkabiliyorsa, ortada uzun uzun düşünülmesi gereken vahim bir durum söz konusu olmalıdır.
Zira karşımızdakinin ne söyleyeceği, hangi konuda destek isteyeceği bilinmeden, peşinen red cevabı verileceğini söyleyebilmek için, ortada kapatılması imkânsız büyük bir siyasi uçurumun olduğunu var saymak gerekir.
Oysaki demokrasilerde, siyasi rakipler arasında bu denli bir uçurum olmamalı, aksine dostluk, anlayış ve ülke yararı göz önünde tutulmak suretiyle destek kararları ön plana çıkmalıdır.
Ama gidişin hiçte iç açıcı olmadığı anlaşılıyor.
Hiç olmazsa bundan sonra bugüne kadar oluşan tahribatı bu noktada sonlandırmak ve demokrasilerde var olması gereken siyasi üslubu; sevgi, saygı ve ilgi kuralını göz önünde bulundurmak suretiyle kullanmanın her yönüyle yararlı bir hareket olacağını hatırlatmak gereğini duyuyoruz.
Bu nedenle de hatırlatıyoruz…
nabiinal@hotmail.com