1980 faşizminden yakındığımızda “Yoksa seksen öncesine mi dönmek istiyorsun!” derdi birtakım aklı bollar. Şimdiyse en somut kanıtlarla aldatıldığımızı savladığımızda “Yoksa sen barış istemiyor musun? Seni ırkçı, faşist…” tümceleriyle saldırıya uğruyorsunuz. Batı cephesinde yeni bir şey yok. Birkaç gündür beklenen PKK silah bırakma, özünü fesih bildirisi tartışılıyor. Hem de ne tartışmak. Epeydir sesleri bir yerlerine kaçmış li boşlara kan geldi! Hele dinci aymazlar yeniden gemi azıya aldılar. “Dağdakileri bağrımıza basacağız. Neden bu kadar karşısınız. Afsa af…” Oysa gerçek için iyi, ahlaklı, vicdanlı olmak gerek. Halkı sevmek gerek. Ha sevmiyor musunuz? Karşımdasın. Konuşacak bir neyimiz yok.
Biraz kısa tarih. Türk, binlerce yıl önceye giden somut, elle tutulur, nesnel kanıtlarla gerçekleşen büyük bir kültürdür. Kurganlar, mezar taşları, maden işçiliği, dokuma, mohifler, destanlar, sözlükler, tarım, kentler, elyazmalar, ordulaşma, federal toplumsal yapı, anaerkillik, abece, yazıtlar, mitoloji… Düşün çabamızı ilerletelim. Türk fünyanın her yerindeydi, doğallıkla Anadolu’daydı. Malazgirt’ten giriş safsatadır. Binlerce yıl önce buradan Asya’ya gidilmediğinden emin miyiz? Hayır. Neyse. İlerletelim. 1200’lü yıllardan beri yurdumuza, başta İtalyanlar Türkiye dedi. Öncesi de vardır. Bu bilinen. Düşman da dost da Türkiye diye adlandırdı. Türkiye demeyen tek Osmanlıydı. Demediği gibi derebeylik, ağalık düzenini Cumhuriyete, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete bela olarak armağan etti. Bilerek değil tabii… Demek ki Osmanlı, Türkü bitirememiş. Gerçek, Kuyucu Muratlara, Yavuz Selimlere karşın budur. Türk’e yakışan Cumhuriyet, Atatürk. Konular ve yaklaşımımız kişisel değil, toplumsal. Özellikle son 23 yıldır bir nen bulacaklarını sananlar ilk on beş yılı lime lime ettiler. Solcu geçineni, dincisi, etnik ırkçısı elbirliği ettiler. Ne çıktı? Yurttaşlık bilinci, kültür, birey, özgürlük savaşımı çıktı. Kadın hakları çıktı. Bağımsız dış siyasa çıktı. Bu mu eleştirilen, pislik atılan dönem? Bugüne gelelim. Eli bombalı, otomatik tüfekli kıyımcılar devletle pazarlık eder, meydan okur duruma getirildi. Usa ordusu korunmalı. Yarın daha kıyasıya saldıracaklar Türkiye’ye. Çocuk, kadın yığınlar öldürülürken ki dileriz yanılırız, barış istemediniz denerek yine biz suçlanacağız. USA’ya ordu ve diz çökmüş yönetimler gerek. Barış böyle oluyor. Pax Americana. Ağaca, doğaya, insana, hayvana, kadına, çocuğa, ormana, havaya, denize düşman dinci faşizmle barış! Ne hoş. Lozan Antlaşması’nın değerini bugün de düşman bile teslim ediyor. Semirtilmiş PKK ret ediyor. Yeni sınır çizecek. Sevr’i istiyor. Türkü tutsak eden, işgal eden Sevr’i istiyor. Şu soru da önemlidir: PKK bildirisine, soykırım, asimile suçlamalarına, Lozan Antlaşması düşmanlığına dem parti yönetimi de katılıyor mu? Buna ilişkin bir söz duymuyoruz.
Kürt seçmenin kaç milyonu dem’e oy veriyor? Altı milyon. Kaç Kürt var deniyor? Yirmi mi, yirmi beş mi, otuz milyon mu?.. Gerideki Kürt milyonlar dem kafasına oy veriyor mu? Hayır.
Bakırhan yine aynı “zeki”ce yaklaşıma sarılmış. Dedelerimiz de birlikte savaştı. Torunlarının, dedelerinin savaştığı güçlerden aldıkları silahları, Türk torunları öldürmek için sıktıklarını söylemiyor. Paradox -bilerek böyle yazdım, İngilizleri severler, değilse nedir? Koçgiri isyanı Büyük Taarruzdan öncedir.
1965 TİP’inin kapatılmasında Kürt siyaseti baş etken. 1970’li yıllarda işi Türk devrimcileri öldürmeye vardırdılar. 1980’le birlikte Kürtlere sistematik uygulanan ABD destekli işkence sonucunda kıyım örgütü edindik. Darbe dönemi dışında Kürtlere kimliksel saldırı olmamıştır. 1990’lı yıllar sürek avı, mafyalaşma, Kontrgerilla operasyonu dönemidir. 2000’li yıllardaysa dinci+Kürtçü+liboş birlikteliği patron ABD+ab buyruklarıyla Türkiye’nin altını oydular. Türkiye’nin altı obruktur. 1980 işkencesinin patronu abd’nin Kürt istan “inşa” patronu olması ne ilginç değil mi? Hiçbir Kürt aydını, Kürt siyasetçisi için ilginç de garip de değil. Haysiyet gerek.
YORUMLAR