Bu son günlerde “Rezerv alanı” ilanı, uzaktaki ülkemde belirsizliğin, güvensizliğin, tedirginliğin, endişelrin, gelecek kaygsı yaşamanın yeni bir safhası olarak hoş geldi, koş geldi!.
Yeni operasyon canım memleketim Hatay’dan, içinde yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı, birinde 18 yaşına kadar çocukluğumu geçirdiğim sekiz mahallenin 207 hektarlık bölgeyi içeren, merkezdeki Antakya ve Defne’den başlamış. “Bir arada yaşamanın simgesi”, depremde yerle bir olmuş Antakya ve Defne’den; “bir arada ölmenin taze acısı”ndan. Kalanların yarasından, yaraların kanamasından, kanayanların tutunacak son dallarından.
“Acı ve mutluluk ikiz kardeşlerdir. Birlikte büyüyen ya da birlikte güdük kalan” diyor Nietzsche. Ona bir destek de İtalyan edebiyatçı Aldo Palazzeschi’den geliyor: “Daha önce insanî acının derinliklerinde gömülü olmayan biri yüreğinin derinliklerinden gülemez.”
Birbirimize sabahtan akşama kadar kalp gönderdiğimiz bir dünyada mutluluğumuzun gönderdiğimiz kalpler sayısınca arttığını söyleyebilir miyiz ? Yahut şöyle söyleyeyim; gerçekten o kadar mutlu muyuz ? Eğer mutluluğumuzun altını bu kadar kalınca çizmek istiyorsak ve Nietzsche haklıysa, böyle durumda “like”larımız oranda büyük bir acıyı bir yerlere saklıyor, görmezden geliyor, varlığını hissetmemize rağmen yok saymaya kalkıyor olabilir miyiz ?
*
Mülkiyet hakkı tartışmalarına neden olan ve kamuoyunda ‘afet yasası’ olarak bilinen 6306 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinin ardından, meslek ve demokratik kitle örgütleri tepki göstermişti. Yasada yapılan değişikliklerle birlikte mümkün olan en kısa sürede “riskli” bölgelerin dönüştürülmesinin önünün açıldığı belirtiliyordu. Ancak bahse konu yasa, uzmanlar tarafından mülksüzleştirme aracı olarak kullanılacağı eleştirilerine neden oldu.
İddia İnşaat Mühendisleri Odası’nındı. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühandisleri Odası : “Kentsel Dönüşüm Uygulamaları Mülkiyet hakkının gasp etmenin gerekçesi yapılamaz” başlıklı bir bildiri yayınlamıştı.
Buna göre bakanlık, yasaya dayanarak sadece boş arazileri rezerv alanı ilan etmekle kalmıyor, isterse meskun mahallelerde oturan mülk sahiplerinin evlerini de yıktırabiliyordu.
Konuyla ilgili Çevre Șehircilik ve İklim Bakanı Yardımcısı Vedad Gürgen basına yansıyan şu açıklamada bulundu :
– Devlet vatandaşların mülkiyetini gasp etmez, edemez !
– Rantı yüksek arsa ve arazilere el koyamaz. Birilerinin evini yıkıp başka kişilere satamaz.
– Devlet, vatandaşın can güvenliğini temin etmek için kentsel dönüşüm yapar. Mülkiyet sorunu olanlara tapularını verir.
– Hak sahiplerinden, dönüşümden faydalanmak isteyip de borcunu ödemeyecek durumda olanların taşımazlarını kamulaştırmak yerine hiç bir bedel almaksızın ömür boyu oturmasına müsaade eder ve hatta bir gün borcunu öderse tapusunu de verir.
Bakan Yardımcısı Gürgen’nin bu rahatlayıcı açıklaması etkiliydi, ancak depremzedelerin kaygılarını yok edemedi. “Rezerv alanı” ilanı açıklama sonrası Cumhuriyet’e konuşan Hatay Depremzede Derneği Başkanı Ekrem Deveci; “Halkın bu yıkımdan sonra binalarını kendi kendisine inşaa hali zaten yok. Bu yüzden yeniden yapılanmayı Bakanlık yapmalı. Ancak bu hizmet koşulsuz ve bedelsiz bir biçimde halka sunulmalı” dedi, ve konuşmasını şöyle sürdürdü: “Fakat sorun şu, Türkiye’de ilk defa böyle bir yasa ile karşı karşıya kaldık. Bu konu sadece Hatay’ı ilgilendirmeyecek tüm ülkeyi ilgilendirecek. Hangi sonuçları doğuracağı konusunda tereddütler var. Şeffaflık problemi yaşıyoruz. Kararname var ama hiçbir ayrıntı yok. Yetkililerden kapsamlı açıklama bekliyoruz. Yıkım yaşamış bir halk üstüne kafasının karıştırılması psikolojilerini altüst ediyor ve göçe zorlandığını görüyoruz.”
*
Hükümetin buradaki insanlara sosyal devlet anlayışı gereği destek vermesi, çözüm üretmesi gerekiyor. Bu anlamda devletin kendi eliyle bu alanda uygulama yapmasına karşı gelinmez. Ancak, bu uygulamanın çokça sorun içermesi sebebiyle şeffaf ve adil yürütülmesi gerekiyor. Her yurttaşın, hak sahibinin haklarını gözeterek bütün yerel sorumlularla birlikte hareket edilmesi çok önemli.
Öncelikle ve sürekli ifade ettiğim gibi kent bütününe yönelik bilimsel, katılımcı ve şeffaf bir planlama çalışmasının yapılması elzemdir. Rezerv alan sınırları neye göre tespit edildi, belirsiz. Şuan yapılan ve alınan kararlar parçalı ve ilan edilen sınırların hiçbir bilimsel dayanağı yok. Bu planlamanın halkın yararına olup olmadığı konusunda halka nasıl bir güvence sağlanacak? Mülkiyeti olmayıp kirada yaşamak zorunda kalan vatandaşlarımıza nasıl bir güvence sağlanacak? Bu insanlar yıllar boyunca konteyner kentlerde yaşamaya mahkum mu bırakılacaklar? İlan edilen sınırın dışındaki alanlar ne olacak, o da belirsiz. Uyarılara karşın hâlâ planlama tekniği yok sayılarak çalışmalar yapılmakta.
Örneğin birçok mahallede mülkiyetlerimiz maalesef miras malı oldu. Bu nedenle uygulama anında ciddi problemler yaşanacaktır. Bu nedenle merkezi yönetim tarafından gerekli yasal düzenlemeler ve müdahaleler yapılmalı. İktidarın bu kanun kapsamında günümüze kadar yaptığı doğru bir uygulama olmadığı için halkımızın ciddi endişeleri var. En büyük kaygılarından birisi de bu girişimin kent demografisine verebileceği zarar.
*
Bugüne kadar hayata geçirilen kentsel dönüşüm projeleri içinde olumlu bir örnek var mı? Bir önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un, İstanbul’da 1.5 milyon riskli yapının 300 binini rezerv alanlara taşıyacaklarını, kentsel dönüşümünün birkaç yılda tamamlanacağını söylendi ama süreci yakından izleyen kent planlama, yerel siyaset, kentsel politikalar, yerel ekonomik kalkınma konularında çalışan Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Cemal Yalçıntan’nın belirtiği gibi halen İstanbul’da beklen bir proje yok! Yenileme Kanunu ile yapılan Sulukule ve Tarlabaşı’nda durum ortada. Sulukule’de Sulukuleli kalmamıştır. Üstelik, yaptıkları konutlara hedefledikleri zenginler de yerleşmemiştir. O yönden de başarısız olmuştur projeleri. Tarlabaşı’ndaki projenin başlangıç iddialarıyla bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda başarısızdır.
Kentsel dönüşüm yapılan Derbent’te yaşayan insanlara, sosyo ekonomik ilişkilerine bakıyorum, bir de Derbent’e getirdikleri projeye bakıyorum. Siz dönüşüme sadece yeni konut yapmak olarak bakarsanız sonuç bu olur tabii! Projenin ilk versiyonunda konut dışında hemen hiçbir şey yoktu! Bir insan yerleşmesi barınmaya ilaveten sosyal, ekonomik, tarihsel, kültürel ilişkilere sahiptir ve dönüşümün bu boyutları da değerlendirmesi gerekir. Oradaki insanların hayatlarını sürdürebilecekleri bir proje geliştirilmeli; yoksa Fikirtepe’de olan olur.
Fikirtepe’de ne mi oldu ? Prof. Cemal Yalçıntan’nın değimiyle; “Fikirtepe’de dönüşüm para kazanma, sınıf atlama aracına dönüştü. İnsanlar pazarlıkların içine sokuldu, komşu komşuyu vurdu, sonunda da oranın insanlarına hiç uygun olmayan penceresi açılamayan gökdelenlerde yaşamaya mecbur bırakıldılar, üç ay, beş ay dayandılar, taşındılar. Zaten önemli bir kısmı baştan başka yerlere gitmişlerdi.”
Sulukule, Tarlabaşı gibi projelerde halka ödeme planları itibariyle şöyle bir mahsuplaşma yapıyordu. Ben senin evini 10 liraya alıyorum, seninkini yıkacağım yeni bir ev yapacağım, bu evler 100 lira, dolayısıyla aradaki 90 lirayı bana öde! Yani bir kere yazıktır günahtır, orada geliştirdiğin ranttan bari bir payı insanlara ver, değil mi? Dolayısıyla borçlandırıyordu insanları, insanlar da ödeyemiyordu. Neticede yoksul topluluk, oradan sürülmüş oluyordu..
*
Hatay’mda da uygulama bittiğinde vatandaşı çağıracaklar. Diyecekler ki senin malının değeri bu kadardı, biz ise buraya bu kadar masraf yaptık ve bize olan borcun bu. Ödeyebilen malını geri alabilecek, ödeyemeyen de malının değerini alıp bölgeyi terk etmek zorunda kalacak.
Orada herkes depremzede. İnsanlar ailelerini, paralarını, evlerini, bütün mal varlıklarını kaybetti. Hataylı hemşehirlilerimin neredeyse üçte biri başka kentlere göçmüş. Geriye kalanların bir bölümü kontönder veya çadırkentlerde, bir bölümü bağevleri ve köylerde. İnsanlara yeni bir iş imkânı, yeni bir hayat sunmadan, bir tür fırsattan istifade etmek, kötü durumdan faydalanma Hataylı babaocağı halkımın başına gelecek.
Söylenecek söz belli : Devlet bu değil. Devlet, insanoğlunun geliştirdiği en önemli organizasyondur. Ve devlet insanı yaşatmak içindir. Çünkü burada söz konusu olan yaşam hakkıdır. Sosyal devlet- eğer olsaydı-yaşama hakkından kasten kimsenin yoksun bırakılmayacağını, yasaların doğal olmayan ölümlere karşı ve hayatı tehlikede olduğunda insanların korunmasını, özetle yaşamın sürdürülmesini güvence altına alan ; ülkemizin her yerinde kentsel dönüşümün, depreme karşı iyileştirme ve güçlendirme çalışmalarının yapıldığı, doğanın katedilmediği, zeytin ağaçlarına, yeşile saygı duyulduğu, rantın, kayırmacılığın, hırsızlığın, haksızlığın bittiği, gidenlerin geri döndüğü bir Hatay, bir Türkiye olurdu…. Öyle hasretiz ki o gelecek günlere…
O güne kadar ilgimizi, alakamızı deprem bölgesine, depremzade canlarımızın ihtiyaçlarına çevirmeye, kayıplarının acılarıyla uğraşırken elimizden geldiğince onların yaralarını sarmaya, sorumlu vatandaşlar olarak devam edeceğiz. İlk ve birincil görevimiz bu. Sonra, yavaş yavaş, içinde yaşadığımız bu felaket küresini hep birlikte, el ele durduracağız, onaracağız, içine güzel, sağlam binalar, parklar, bahçeler, bahçelerde oynayan mutlu çocuklar koyacağız. Topluca travmatize olan ülke için bugün umutlu bir gün. Büyük usta Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Umut binbir ayaklı. Umut güneşte saklı. Umut edenler haklı. Umut insanın hakkı…”
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazar 3 Aralık 2023