“Şehre çöken karanlık
Her gece başucunda
Yalnız korkan çocuğa
Masallar anlatırdı…” Behçet NECATİGİL
Modern dünyanın yarattığı kolaycı başarılar, makineleşen bireyle birlikte, makineleşen toplumu da öne çıkardı…
Uçan Kaz’dan ve Susam sokağı’ndan yeni sıçrayan zihnimiz, bu kolaycı ve renkli toplumun labirentinde dolanırken, ruhunu ve tüm benliğini kaptırmaya hazır değildi aslında. Dünyanın birçok yerinde ama özellikle de Afrika’da çocuklar güvenli içme suyu bulamazken, Afrika’da çocuk ölüm hızı yaklaşık binde 80 oranındayken, bebek ölüm hızı binde 79 iken ve şiddet hemen her gün böylesine acıtırken, ruhunu ve benliğini kaptırmak…
“Timsahların dişlerinde, gergedanların sırtında kuşlar yaşar. Arılar, karıncalar birbirleri içindir; kimi fidanların çekirdeği kuşların midesinden geçmeli; doğadaki bitki örtüsü ile hayvanların kürkü karşılıklı yaşatır birbirini…” diye fısıldıyor Üstün Dökmen.
Birlikte yaşamanın, acıyı ve sevgiyi ortaklaştırmanın sıcaklığını hatırlatan bir birliktelik…
Oysa kulağımızı zorlayan veriler çok soğuk…
Her yıl gibi geride bıraktığımız bu yılda da milyonlarca çocuk “açlıktan” ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetti… Birleşmiş Milletler’e göre geçen yıl dünya genelinde yaşanan çatışmalarda 8 binin üzerinde çocuğun hayatını kaybettiği ya da yaralandığı açıklanıyor…
Araştırmalar 2017 yılında dünyada 40 milyonu aşkın kişinin modern kölelik mağduru olduğunu gösteriyor. ILO ayrıca çocuk işçiliğiyle ilgili olarak, 5 ile 17 yaşları arasında yaklaşık 152 milyon çocuk işçi olduğunu rapor ediyor. Ayrıca kadınların ve kız çocukların modern kölelikten orantısız biçimde etkilendiklerine işaret ediyor: Modern köle durumundaki kadınların ve kız çocukların sayısı 29 milyon kadardır ve bu da toplamın yüzde 71’idir. Ticari seks endüstrisinde zorla çalıştırılanların yüzde 99’unu, zorla evlendirme mağdurlarının da yüzde 84’ünü kadınlar ve kız çocuklar oluşturmaktadır.
Romanların konusu da budur aslında. Roman Karakterleri bu acı gerçekle beslenir… Bu gerçekle korkar, yalnızlaşır, kabuğuna çekilir…
Örneğin Marmid isimli romanın öne çıkan karakterlerinden Deniz, okuyucuya seslenirken güncesine şunları yazar. “İçimizde büyüttüğümüz kaleler bir bir zaptedilince korkarız. Korkuda ritim önemlidir. Zikzaklara güvenilmez. Hafiften en derinine, alıştıra alıştıra… Kendi biriktirdiklerinizden beslenerek, usul usul…”
Çünkü evren şiddet sarmalına girmiştir… Çünkü insanlar ölüyor ve doğa acı içindedir…
Herkesten kaçtığı bir anda güncesine dönüp, “O kocaman aynayı sokağın başına koymayın dedim. Hayattan daha vahim bir labirente sokmayın bizi. Hiçbiri dinlemiyordu. Kulağıma sırnaşan hiçbir sözcüğü bulamıyordum avuçlarımda…”
Evet ona sorarsanız tek kurtuluş yolu korunaklı bir evren. Reklam panoları, vitrinler, televizyon ve şiddetin olmadığı bir evren…
Romanın Deniz kadar önemli olan bir diğer karakteri Berna, somut dünyayla, ideal dünya arasında bocalayan bir karakter… Mitolojik kavramları kucaklayarak, Deniz’in Epimetheus, kendisinin de Pandora olduğuna inanan sıradışı bir karakter.
Deniz ve Berna korunaklı sığınaklarına çekilmiştir. Yeme, giyim ve lüks kısıtlanabilir ama öncelik korkmadan güvenle yaşayabilmek. Marmid bireyi önceliğine güvenliği koymuştur…
Bu birey; Evreni Marmid’le özdeşleştiren Berna Karakteridir.
Bu birey, çevrenin saygıyla karşıladığı, fakat iç dünyasında çalkantılar yaşayan Doktor Selmin karakteridir.
Bu birey kendini Gerçeküstü fırçalara adayan Zerrin karakteridir.
Bu birey hislerini paylaşmayıp, kendini saklayabilen Cüneyt karakteridir.
Bu birey Azra’dır…
“Çocuk hemen uyudu
Uykusunda güldü…” diye fısıldıyor Behçet Necatigil
Murad DEMİRKOL