Cennetten(!) bir köşeydi…
Peki cennetten bir köşeyi nasıl satabilirsin?
Cennette satılık bir köşe mi vardı, yoksa bu dünyada köşe başlarını kapmak için cennet, sadece satışı mı kolaylaştırıyordu.
Neyse…
Ben de cennetin içinde yer almak istedim. Sonuçta param da vardı. Neden nimetlerden yararlanmayayım ki, diye düşündüm?
Aldım ama meğer satın aldığım yer bir mezarlıkmış. Ama o kadar allayıp pullamışlar ki, içinde ölmeden mezarlık olduğunu kimsenin anlamasına imkan yoktu.
Haftayı günlere bölüp, sonlarına da çocuklarımı eklemiştim. Bir baba eğer patalojik bir vak’a değil ise, çocuklarının mutluluğuna gülümser, geri kalan hayata üstü kalsın der. Ben de böyleydim işte. Hafta sonlarını iple çeker, o iki gün çocuklarımla doyasıya eğlenirdim. Öyle ki, haftanın her günü sadece cumartesi ve pazardan ibaret olsun isterdim.
Çocuklar altın kanatlı kocaman kelebektir.
Yanınızdayken gürültülüdür, ki eğer giderlerse sessiz bir uçuşu sürükler beraberinde.
Kalırsa umut vaadeder her tebessümüyle.
Sırra kadem basar, ondan büyük cümleler kurarsanız.
Basit cümleler, anlam katar her bir hücrelerine.
Gözyaşları, göz kapaklarının altında gizlidir.
Dokunmaya görün,
Yatağına sığmayan bir nehre dönüşür.
Durun, durun!
Ağlayan bir çocuk gördüğünüzde, sadece gözlerine bakın.
Bakın ve hemen kendinize dönün.
Bir çocuğun gözyaşı, yetişkinin utancına dönüşmedikçe;
Güller kokusunu yitirir,
Kitapların sayfaları yırtılır,
Kuşların kanadı kırılır,
Dünya anlamını yitirir…
Bir çocuk güldüğünde ise, büyüleyici nurlarını yüzünüze vurup sizleri derin uykunuzdan uyandıran bir aşka dönüşür.
Çocukluğunu yitirmemiş herkesin hayatında, yaşamının baharında bir anda ortaya çıkan, belki de tek başınalığıyla bir değer olan benzersiz bir çiçek yeşeriverir.
İşte çocuklar buydu benim için. Bu vesile ile hiç tereddüt etmeden o “cennetten (!) bir köşe” afişleri ile şehrin donatıldığı o evi pardon mezarlığı almıştım.
O gece…
6 Şubat…
Saat 04.17…
Pazarı pazartesiye bağlayan geceydi.
Çocuklar bendeydi. Ertesi gün sömestr sonrası okulun ilk günü olacaktı.
Olmadı!
Sabahına kalkabilseydik görecektik olmadığını.
Bir şehir yıkılıyordu.
Hatay yıkılıyordu.
Asi nehri göz yaşlarıyla dolup taşacak, feryatlar tanrının kulağını bile sağır edecekti. Yer yerinden oynuyor, içini insan ile dolduruyordu.
Hani o “cennetten bir köşe” diye sattıkları ev varya, artık o yok. Hem de içinde birçok canla…
O gece en çok duyul(may)an ses:
SESİMİ DUYAN VAR MI?
SESİMİ DUYAN VAR MI?
SESİMİ DUYAN VAR MI?
…
Babamın sesi geldi, öldü…
Annemin sesi geldi, öldü…
Kız kardeşimin sesi geldi, öldü…
Abimin sesi geldi, öldü…
Kızım henüz konuşamadığı için, ağlıyordu, öldü…
Komşularımızın tamamı sanki bizim evdeydi, konuşuyorlardı, öldüler…
Şimdi siz beni merak ediyorsunuz.
Bir tek ben mi kurtuldum diye?
Yok yok bende öldüm ama anlayın diye yazdım!
YORUMLAR