Çağdaş Türk edebiyatının önde gelen öykü ve romancısı Sabahattin Ali, ülkemizin kültür hayatının şekillenmesinde önemli görevler üstlenmiş, uzun yıllar öğretmenlik de yapmıştı. Kitaplara düşkünlüğü dostları tarafından çok iyi bilinen özelliklerindendi. Niyazi Berkes bir yazısında bundan şöyle söz etmişti:
“Hiç vazgeçmediği bir alışkanlık vardı: Cebinde daima bir kitap bulundurur, boş kaldığı anda onu okumaya dalardı. Öyle bir anında ihanete kurban gittiğini sanıyorum. Onu öldüren de, öldürtenler de cinayetlerin en menfurunu işlemişlerdir.”
Tercüme Bürosu’nda tanıştığı ve daha sonra yakın dostu olan gazeteci Erol Güney şunları söylemişti:
“Beni en çok hayrete düşüren yönü, yalnız uzmanlarca yakından tanınabilecek eserlerin ve diğer dünya edebiyatlarının üzerindeki yoğun bilgisiydi. Durmadan okuyan, okuduğunu hazmeden bir insandı. Nasıl okunması gerektiğini, neyin okunmaya değer olduğunu bilirdi…”
Filiz Ali babasının kitap sevgisinin en yakın tanığıydı:
“Okumak, babamın günün her saatinde, her koşulda, her yerde yapabildiği bir işti. Kitap okurken veya yazı yazarken yanında top patlasa kılını kıpırdatmazdı. Ayakta, yürürken, otobüste, tuvalette, akla gelebilecek her yerde onu elindeki kitaba gömülmüş bulabilirdiniz.”
Okumak kadar kitaplara sahip olmayı da seven Sabahattin Ali, parasını kitaplara harcamaktan çekinmezdi. Bir buçuk yıllık Almanya serüveninden bir sandık dolusu kitapla gelmişti. Aliye Hanım’la kurdukları pek az eşyası olan evde, tavan arasını kendisine kitap odası yapmıştı. Peki, Sabahattin Ali’nin 3000’e yakın kitaptan oluşan koca koleksiyonuna ne oldu?
Öldürülmesinden sonraki günlerde Aliye ve Filiz Ali maddi manevi çok zor günler geçirirler. Aliye Ali, hem evi geçindirmek hem de Sabahattin Ali’nin devlete olan vergi borcunu ödemek için önce bir terzinin yanında çalışır, daha sonra da İstatistik Enstitüsü’nün Tetkik ve Araştırma Dairesi’nde memur olarak çalışmaya başlar.
Ekonomik zorlukların üst düzeye ulaştığı günlerde Sabahattin Ali’nin kitaplarının satılmasının bir çözüm olacağını düşünen Aliye Ali, Pertev Naili ve Emin Türk’ten yardım ister. Birlikte kitapların listesini hazırlarlar. Pertev Naili, listeyi o günlerde Milli Kütüphane müdürü olan Adnan Ötüken’e götürür; Ötüken kitapların içinde Sabahattin Ali’nin imzası bulunmasının bir mahzur teşkil ettiğini, dolayısıyla alamayacaklarını söyler. Adalet Cimcoz da özellikle Almanca kitapları alacak birilerini bulmaya çalışır. Almanca kitapların en değerlilerini o günlerde hâlâ Ankara’da yaşamakta olan Almanlar yok pahasına satın alırlar. Kitapların geri kalanı Aliye Ali, İstanbul’a taşınırken yanında götürür. Bundan sonrasını Filiz Ali şöyle anlatır:
“Annem her taşımada bana “bıktım bu babanın kitaplarından” diye söylenip durmasına rağmen, sonuçta babacığımın kitaplarını yılarca sakladı. 1965’ten sonraki yıllarda kitapların bir bölümü Halet Çambel ve Macit Gökberk vasıtasıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne, bir bölümü rahmetli arkadaşım Aliye Manizade kanalıyla Avusturya Liseliler Vakfı’na, bir başka bölümü Ömer Koç kanalıyla Koç Üniversitesi Kitaplığı’na bağışlandı. Siyasi içerikli Almanca kitaplar ise ölümüne dek Halet Çambel’in Arnavutköy’deki kırmızı yalısında, başucunda duruyordu. Halet abla yalıyı içindekilerle Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışladı. Kitapların akıbeti hakkında bir bilgim yok ama umarım iyi bakıyorlardır.”
Ardında günümüzde de ilgiyle okunan birçok yapıt bırakan Sabahattin Ali, direnişin yazarıydı. Yetiştirdiği çok sayıdaki öğrenciye kitap sevgisi, okuma zevki ve heyecanı kazandırmıştı…