Toplam uzunluğu 420 metre. Müdahale edilen toplam yapı sayısı ise 80. Bunlardan 19 tanesi tescilli, 18 tanesi ise çevreye uyumlu geleneksel yapı kategorisinde. Kırk Asırlık Türk Yurdu Sokağı Restorasyon Projesi kapsamında hayata geçirilen, ancak ‘hayatta kalamayan’ Sağlıklaştırma Projesi’ne ekli eleştiriler birikmeye, birikenler ise çözüm bekleyeme devam ediyor.
Çatı onarımları yapıldı. Kiremit aktarımı gerçekleştirildi. Cephe taş temizliği yanı sıra, beden duvarları üzerinde geleneksel sıva ve boya tamiratı tamamlandı. Ahşap malzemeli doğramalarının yenilenmesi ve onarımı da ‘yapılanlar listesinde’ yerini aldı. Listeye ekli diğer tamiratlar ise; Yatay ve düşey yağmur oluklarının yenilenmesi ve onarımı – saçak ve tentelerin tertip ve düzeninin sağlanması, pencere ve kapıların demir parmaklarının özgün yapım tekniğine bağlı kalınarak onarılması ve yenilenmesi olarak sıralandı.
Bu listenin yapılış tarihi, 2013 tarihi… Bu listeyi hayata geçiren (dönemin) Antakya Belediyesi’ne ve o dönem Antakya Belediye Başkanı olanı bugünkü Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’a soralım mı? Eldeki liste konusunda ulaştığımız başarının neresindeyiz? Ama asıl olarak da, o listeye ne kadar sahip çıkmışız?
Bu kent adına “Çağlar içinde Antakya” adında bir kitap kaleme alan Prof. Ataman Demir bugün hayatta olsaydı, bugün tartıştıklarımız konusunda ne derdi, hiç düşündünüz mü? Antik Çağ’ın şaşaalı yaşantısıyla ünlü bu metropolün yirmi üç asırlık serüven dolu hikâyesinden geriye kalan için ne derdi? En çok da kendi isminin olduğu sokağın beton
Bu konuda daha önce kaleme aldığımız bir yazıda buna değinmiş ve şunları demiştik:
“Üç büyük dine mensup insanların beraberce yaşadıkları, inançların kardeş olduğu, bütün insanlığa örnek olacak hoşgörü, dostluk ve kardeşlik kenti, diye anlattığı kentin ‘onu asla unutmadığını gösterdiği’ isimliğin olduğu yerde siz hiç durdunuz mu peki ? Durun… Ama gözlerinizi de kapatın… Demir’in anlattığı Antakya için… ‘Bir zamanlar’ denilen o kayıp dün için… Kapatın ve hayal edin, hayal edin ve görün… Gördüklerinizi hafızanıza kaydedin ve şimdi, açın…
Ne gördünüz, bilmiyorum ! Ama ben ne gördüm, başlıyorum… Gördüklerimi yazmaya başlıyorum… Şu an, Kurtuluş Caddesi ile bu sokağın kesiştiği yerdeyim… O bahse konu isimliğin tam yanı başında…
Şimdi sıra o ilk adımda… Her bir adımda gördüklerimizi de paylaşalım mı ? Ataman Demir’in anlata anlata bitiremediği bir kenti bizler nasıl ‘bitirmişiz’, biraz bunu netleştirelim, ki ilk adım da buna dair. Niye mi ? Asfalt bir yoldayız ! Avlulu evlerin açıldığı dar sokakların nefes alıp verdiği taş yollarını yok etmişiz ! Hatta bazı kısımlarına beton bile dökmüşüz ! Lime lime olmuş bir yorgunluğun geride kalanını ise Antakya sanmışız ! Oysaki asıl Antakya, Demir’in o anlata anlata bitiremediği sayfaların arasında kalmış ! Biz ise o sayfaların dışında… Eldeki Antakya’yla ! Kalanla… Kalabilenle…Yürümeye devam edelim mi ?
Kurtarılmış evler var ! Pansumanı yapılmış… Yaraları sarılmış… Yanağından süzülen gözyaşı silinmiş… Ardından otel olmuş, kafe olmuş, lokanta olmuş… İnsanlarla dolmuş… Ama yaratılan bu ‘anlık’ umudun devamında o kalabalık bir anda kayboluvermiş ! Yıkık dökük evler artmış… Demir kafesler içine hapsedilmiş evler de… ‘Dikkat, bu yapı tehlike arz etmektedir’ denen evler de…
Ve yaşam, ‘İmparatorların gözdesi olmuş, Antik Çağ’ın üç metropolünden biri…’ diye anlatılan bu kentin dar sokaklarından uçup gitmiş… Taş ve ahşabın Antakya’sı, betonun Antakya sevdasına yenilmiş… Kurtarılanlar, eldeki savaşın zafer naralarına neden olurken, kurtarılamayanlar ise parmakların arasından kayıp düşmüş, düşerken de asfalt zeminde bin bir parçaya ayrılmış !”
Bu kelimelerin cümle kalabalığında anlatılanlar, sorumluluk üstlendikleri sokağın başına bir isimlik ekleyen, ama o isimliğin gerisinde kalan gerçeği ısrarla öteleyenlere gelsin! -Tamer Yazar-