Memleketi Hatay İçin Altın Öğütler
Kentimizin yetiştirdiği saygın aydın ve sanatçılardan biri olan Sabahattin Yalkın, yerel seçimler öncesi adayları ve seçmenleri ilgilendiren çok önemli bir yazı kaleme aldı. Yılların deneyimi usta kalemin bir anlamda öğüt olarak tanımlanacak yazısını paylaşıyoruz.
Belediyecilere Selamlar
Belediye… Belediye hizmetleri… Bir yerin, bir beldenin her kesimini, her kişisini doğrudan ilgilendirir. Bir Antakyalı olarak ( Şu anda orada oturmasam da) konuşma hakkım olduğunu düşünüyorum. Elimde bir güç olsa, adaylığını koyanlara ilk sorum şu olurdu: Köyünüzden, kasabanızdan, kentinizden, ülkenizden başka nereleri gördünüz? Niye böyle bir soru sorardım, açıklamak isterim.1973-1974 yıllarında Hollanda’da Lisansüstü eğitim yaparken, çeşitli ülkelerden gelmiş su mühendisleri olarak, bize farklı ülkelerde su yapılarını inceleme amaçlı geziler yaptırırlardı. Uğradığımız yerlerden biri Avusturya’nın Salzburg kenti idi. Ortasından Salzach Irmağı geçiyordu. Antakya’nın Asi ırmağı sanki…Salzburg, Floransa, Prag…gibi bir müze kent… Her yan burada doğmuş olan büyük müzisyen Mozart’ın heykelleri ile donatılmış. Her taşın altından Mozart çıkıyor. Bu arada ilgimi çeken, sokakların Antakya sokaklarına benzemesi… Yerlerin, yuvarlak taşlarla döşeli olması… Yağmurlardan cilalanmış taşlar…Sanki İplik Pazarı’ndan Neccar Dağına doğru yürüyorum. Hepimizin bildiği gibi bizim belediyecilerden biri, sokaklardan o yuvarlak taşları sökmüş, harika bir eğim hesabı ile yapılmış olan, bence bir mühendislik harikası olan arkları – tarıkları zamana gömmüştü. Ve de dağ sellerinden korunan Antakya’yı kaderine bırakmıştı. Evet, şimdi UNESCO’nun dünya mirası olarak korumaya aldığı Salzburg, Antakya için düşünülemez artık. Dünyanın hiçbir yerinde kentler büyürken, eski şehire kimse dokunmaz; koruma altına alınır. Roma Köprüsü de Unesco şansını çoktan kaçırmış durumda… Antakyalılar, üzülerek söylüyorum, Antakya’nın değerini bilmiyorlar…
Antakya, İ.Ö. 300 yılında Büyük İskender’in komutanlarından Seleukos kralı I. Seleucus zamanında, eski kent Antigonia´nın üstüne kuruldu. Mimar Xenarius’un “lzgara plan” denilen çizimli kent planında, sokaklar kışın güneşi görecek, yazın ise Asi aklancasını izleyerek gelen rüzgarı alacak şekilde düzenlenmiştir. Yazın bütün Hatay sıcaktan boğulurken, öğleden sonra Asi üzerinden başlayıp, gece yarısına dek süren deniz havası Antakya’yı serin tutar. Ne yazık ki gene yanlış bir belediyecilik sonucu, narenciye bahçeleri ile dolu Turunçlu yöresini imara açarak ve yüksek binalarlarla doldurarak, yazın denizden esen rüzgarı setlemiş, Antakya’nın soluğunu kesmişlerdir.
Antakya’nın eski görkemli dönemi, Jul Sezar’ın Antakya’yı ziyaretinden sonra hız kazanmıştır. Kent heykellerle süslenmeye başlanmıştır.İleriki yıllarda HEROD Yolu ( 4.5 Km.) açılmış, ışıklandırılmış, eğlence yeri olmuş; dünyada ilk Turizmin önü açılmıştır. Çevre kentlerden gelen insanlar, Antakya’yı eğlenme kenti olarak seçmişlerdir. Harbiye(Defne) bunların başında gelir. Paganizm’in en ilgi çeken yöresi Harbiye olmuştur.Zengin ailelerin çeşitli meyve ağaçlarıyla dolu bahçeli evleri, mozaiklerle süslenmiştir. Ilıman iklimi, verimli toprakları, zenginlik, sanat dallarında da göz kamaştırıcı etkinliklere yol vermiştir. Heykelcilik, mozaikcilik, Anfiteatırlar, tiyatro gösteri-leri, yarışmalar…Ve hamam kültürü… Hamamlar, yeme, içme, eğlence ve yıkanma yerleri… Benim çocukluk dönemimde Antakya hamamlarına kadınlar yemeklerle giderlerdi.
Harbiyeli zengin bir ailenin çocuğu olan Libanius (İ.S. 314 – 394) Atina’da eğitimini tamamladıktan sonra sırası ile Atina, Constantinopolis(İstanbul) ve Antakya’da dersler vermiştir. Libanius İ.S.354 yılında Antakya’ya yerleşir ve Antakya Akademisi’ni kurar. Libanius’un zengin babası Olimpiyat oyunlarını finanse eder.Şimdilerde bize Olimpiyat sırası ne zaman gelecek diye yerinip duruyoruz. Bizim Olimpiyat komitemizde yer alanlar, bunu biliyorlar mıydı acaba…
Antakya, İseviliğin dinsel kişilik kazandığı yerdir. HRİSTİYAN sözü ilk Antakya’da söylenmeye başlanmıştır. En önemli dört İNCİL Antakya’da yazılmıştır:1.Barnabas –St. Pavlus 2. Lukas 3. Yuhanna 4. Matta… St. Piyer mağarası İsevilerin ilk toplantı yeridir. Dünya’daki ilk kilise de denilebilir… Onlara yakınlık gösteren Antakyalı Habibineccar, saygın ve yardımsever kişiliğine karşın, halkın ayaklanması sonucu öldürülür ve ilk din şehidimiz olur. İleriki yıllarda Antakya Hıristiyanlıkla ilgili pek çok konuda kararlar alınan bir kenttir. Burada iki Antakyalı düşünürden söz etmek isterim. Biri inanç bakımından Pagan olan Akademi kurucusu Libanius, diğeri Yuhanna Krisostomos (Altın Ağızlı Yuhanna İ.S. 344 – 407). Yuhanna, Hz.İsa’nın düşüncelerine sadık kalan ve öğretisini öldürülünceye kadar sürdüren önemli bir Hıristiyandır. Bu iki Antakyalı sağlıklarında, birbirine zıt düşünceler içinde, hep kavga etmişlerdir. Bir diğer Hristiyan büyüğü Stilist Tarikatının kurucusu St.Simeon’dur. İnsanlardan uzak, harika manzaralı Samandağ denizine bakan Kulesinde 40 yıl kadar Allah’a dua eder, müritlerine dinsel telkinlerde bulunur.Hastalara yardımcı olur. İ.S. 460 da kulesinde ölür. Antakyalı Davut, gözleri kör bir tıp adamı ve eczacısıdır.1712 ilaç formülü vardır. Döneminin, İslam Alemi’nin en seçkin tıp bilginidir. Pek çok kitabı gün yüzüne çıkarılmalıdır. Bu adlar daha da çoğaltılabilir. Çünkü bunlar Hatay turizimi için, heykelci ve ressamlarımız için önemli kaynaklardır. Bu kimselerin küçük heykelcikleri, gününe uygun resimleri, hediyelik eşyalar bakımından ele alınmalıdır.
Aralıklarla 200 – 250 yıl süren Haçlı Savaşları Antakya üzerinde yoğunlaşır. Kudüs yolu buradan geçer. Antakya 3. Haçlı Seferi’nde ( İ.S.1098 ) yenilir. Haçlı Seferleri Hz.İsa’nın doğduğu, yaşadığı ve çarmıhlandığı yerlerin özleminden çok, Anadolu’nun yağmalanması üzerine yoğunlaşmıştır. Antakya’da bu yıllarda yaşanan korkunç öldürümler, yağmalar, trajik olaylar yüz kızartıcı ve korkutucudur. Tarihçilerimizin ve Üniversitelerimizin bu konulara el atması gerekir. Batılı yaygaracılar Ülkemizi suçlarken, karalarken, yerden yere vururken, bilgilerimiz yetersiz olunca yanıt verilemiyor; ezik kalıyoruz.
Ve Antakya depremlerle 10 larca kez yıkılmış, alt üst olmuştur. Ama harika bir iklimi ve çoğrafyası olan Antak-ya’dan hiç kimse vaz geçememiştir. Yıkılmış yapılmış, yıkılmış yapılmış ve de hep ayakta…Antakya yok edilemeyen bir sevdadır. Korkum şu ki İstanbul’da gözü olanların, Antakya’da da gözü vardır.
ÖNERİLER
Günümüze geliyorum…1953 de liseyi bitirip İstanbul’a okumaya gittiğimde tanık olduğum bir cinayet hatırlamıyorum Antakya’da… Dinsel,dilsel ve ırksal çok değişik insanların yaşadığı bu kent, hoşgörü, sevgi, saygı içinde, hep uygar resimler vermiştir. Yemeyi içmeyi, giyinip kuşanmayı ve adam gibi eğlenmeyi iyi bilirler. Antakyalıların o yıllarda bir tutucu yanları, başka kentlerden ne kız alırlar,ne de dışarıya kız verirlerdi…
Bu küçük bilgilerden sonra gelelim BELEDİYE SEÇİMLERİNE… Yaşadığım seçimlerden, ülkeme iyi not vermek çok zor… Ama Antakya için söyleyeceklerim var.
Gündüz Sineması Hatay Devleti’nin kurulduğu yerdir. Orada künefecilik yapılmaz; ayptır. Bu yapı tarihsel verilere uygun bir biçimde yeniden ele alınmalıdır. Sinema salonu, önemli toplantılara, konserlere, sanatsal gösterilere açılmalıdır. Sinemanın altındaki dükkanların önünden geçerken et, sucuk kokusundan rahatsız olmayan var mı acaba? O denli önemli yerlerde sadece küçük hediyelik eşyalar ,hatıra eşyaları ( suvenir) satılır. Hatay hediyelik eşya bakımından potansiyeli büyük bir ildir. Heykelciler, mozaikçiler, ressamlar, cümemciler, kavalcılar, nazar boncukcuları… Müzeden mitolojik örnekler alabilirler. Antakya müzesi bir hazinedir bu iş için. Paris’de Loure Müzesini gezerken Antakya bölümünde duyduğum acıyı unutamam. Kentimin nasıl yağma edilmiş olduğunu içim burkularak gördüm. Uygar geçinen Batı… Hırsızlar… Gördüğüm bir çok Avrupa müzesi, Doğu’dan çalınan eserlerle dolu…Roma Döneminden kalan Harbiye heykelciliği, mozaikçiliği fİnanse edilmeli ki, bu sanatçılarımız ayakta kalabilsinler. Antakya’nın dinsel ve düşünsel pek çok ünlüleri var. Bu kişilerin küçük heykelcikleri, yerli ve yabancı her turistin ilgisini çeker. Bunlar 2021 yılı EXPO etkinliğine ulaştırılmalıdır.
Harbiye (DEFNE) 1950 lerde, yemyeşil bahçelerle, meyve ağaçları ile dolu, sağından solundan suların fışkırdığı bir doğa harikası idi. Yazın buralar defne ağaçları altında Hataylıların ailecek yiyip içtiği, eğlendikleri piknik (seyran) yerleri idi. Sonra bir santral olayı yaşandı. Elektrik üretimi, hatalı patlatmalar derken, kalkerli yapıda sular kaçırıldı. Harbiye de eski günlerini arar oldu. Bana da santral’ın havuzunda iki yaz yüzme anıları kaldı.30-40 yıl sonra kalker çatlakları dolunca sular da yavaş yavaş eski şelaleli durumuna gelmeye başladı. Ne var ki Fransız zamanından kalma otelin vadiye bakan alt kısımlarına, lokantalar yapılmaya başlandı. Orayı ilk gördüğümde, “Bunlar ecelleri ile oynuyorlar! “ dedim. “Buralar kızak gibi kayar…” dediğimi hatırlıyorum. Toprağın emdiği yağmur suları,killi tabakaya ulaşınca, toprak kızağa binmiş gibi kayar. Neyse ki bunun çaresi var. Benim asıl üzüldüğüm Harbiyenin o güzelim bahçeleri evlerle doluyor, betonların altına gömülüyor. Bunun çaresi yok…
Harbiye çok ciddi bir planlamaya alınmak zorunda. Otel lokanta yapılanması sağlam zeminler üzerinde yoğunlaşmalı. Harbiyenin doğal görünümünü yutmamalı. Salaş dükkanlar hoş değil. Çok çeşitli meze kültürü, Girit çıkışlı Akdeniz mutfağı övgüye değer. Turizm ağırlıklı, hediyelik eşyalara dönük işleklere öncelik tanınmalı… Havuz önemli bir yer. İşletmecilik bakımından üzerinde durulmak gerek.
Bir de Antakya’nın trafik sorununa değinmek istiyorum. Bu konuda yetişmiş çok adamımız var. Antakya’nın Centurum olarak düşündüğümüz yeri, yani göbeği Eski Köprü (Yeri Roma’dan kalma) ve Atatürk heykelidir. Buradan oto geçmemelidir… Antakyalıların el yıkamaya bile arabaları ile gittiklerini biliyorum. Biraz da yürümeyi öğrensinler. Eski Belediye binası gözden geçirilip, uygun bir işlevsellik kazanabilir.
Ve Heykelden Köprü’nün Cami tarafına geçtiğinizde, solda ne yaptığını, ne alıp verdiğini bilemediğim bir kalabalık var. Her gittiğimde görüyorum. Şehrin iç kısımlarına girmeyi düşünen turist veya yabancı kimseler, o kalabalıktan korkar…Oranın gözden geçirilmesi gerek. Çok çirkin bir manzara…
Antakyalılara selamlar, sevgiler…