Hak ettiğimiz noktada değiliz
Hintli Yazar Tagore, “Hayatın derin hüznüne rağmen, hep, güneşin yeniden doğacağını bilerek yaşadım…” der. Sanat da, derin hissedişlerin sancılı üretimleri ile ilerlese de, hak ettiği değere bir gün ulaşmanın umudunu taşır ve bu umuttan da asla vazgeçmez. Bugün, bu umuda dair konuşan birinde, Ressam Türkan Barutçu Wisho’da duralım.
İzlenimci Hollandalı ressam Vincent Van Gogh… Avusturya asıllı Alman düşünür, tarihçi, roman yazarı Stefan Zweig… İtalyan ressam ve heykeltıraş Amedeo Modigliani… Friedrich Nietzche… Franz Kafka… Wolfgang Amadeus Mozart ve daha nice önemli isim, yaşadıkları dönemde sanatları ile kabul görmemiş, ancak öldükten sonra değer bulanlar.
Eldeki örneklerin verdiği umutsuzluğa rağmen, “Sanat; bir yakarma, bir dua biçimidir ve insan, yalnızca duasıyla yaşar” der, Rus Yazar Andrei Tarkovsky. Bu deyişiyle de, sanatın vazgeçilmezliğine işaret eder. Zira sanat denen üretim; bir dizi mücadeleden, çabadan, acıdan, mutluluktan, kabul ve reddedişten geçer. Ancak bu sancılı süreç, dünyanın her yerinde hemen hemen hep aynı zorlu yolculuktan geçse de, ülkemizde, bu yolculuk bir tık daha zor gibi!
O zaman, ilk sorumuz gelsin…
Bilmeyenler için, sizle başlayalım… Kendinizi tanıtır mısınız?
Adım, Türkan Barutçu Wisho. Ressamım. Eşim Salah Wisho ile beraber, İl Kültür Müdürlüğü’nde, “Ressam” olarak tescilliyiz. Palet Sanat Galerisi’ni işletmekteyiz. Sanatsal üretimlerimizi takip etmek isteyenler için instagram adresimiz, “ palet_resim ”…
Hepimiz biliyoruz ki, toplumların gelişmişlik düzeyi ile sanat arasında her zaman ciddi bir ilişki vardır. Medeniyetler kenti Antakya’nın kalbinde üreten bir Ressam olarak, bu ilişki, bu kentte hangi düzeyde? Yetiyor mu? Beklendiği gibi mi?
Hayır, beklentilerimizi ne yazık ki karşılamıyor. Ayrıca gerek Türk Toplumu, gerekse Hatay Halkı olarak, özellikle resme karşı olan ilgiyi zayıf görmekteyiz. Tarihin, duygu ve düşüncelerin aynası olarak, resim, çok daha iyi yerlerde olabilirdi. Medeniyetler Şehri olan Hatay, binlerce yıldır büyük uygarlıklara ev sahipliği yapmış olmasına rağmen, sanat konusunda hak ettiği yerde değil maalesef.
Sanatınızı ne ile yoğuruyorsunuz? Yaşamın hangi başlığında daha çok duruyorsunuz mesela, ya da hangi renginde daha çok zaman geçiriyorsunuz?
Sanatımızı, hayatın bütün renkleriyle harmanlıyoruz. Yaşanmışlığın tarihi dokularında dolaşmak, ben ve eşim için en
İyi bir ressam olabilmenin olmazsa olmaz kuralları illa ki vardır ama… Sizin, bir noktada ciddi bir eleştiriniz var sanırım! Eline fırçayı alan herkesin ‘ressam’ olabildiği bir memlekette yaşıyorken en çok da! Ciddi ciddi o kadar çoklar mı? Mesela Antakya’da…
Evet. “Eline her kalemi alan yazar olamayacağı gibi, fırçayı tutan her el de ressam değildir. Sanatçı olabilmek için öncelikle “özel yetenek ve bilgi birikimi şarttır. Anatomiyi ya da perspektifi ciddi anlamda bilemeyen bir insanın yapacağı çalışma, eksik kalacaktır. Gerçek yeteneğe sahip insan, sabır gösterip, iyi bir eğitimden geçtikten sonra “çiziyorum” demelidir.
Kimi sanatçı, üretmek için acıyı kullanır, hüznün renklerinde ilerler ama… Kimi de en sıcak renkleri patlatır resimlerinde, ki mutluluktur çünkü başlangıç evresi… Sizi, ne besler? Sizi üretmeye iten şey ne olur?
Görülen her nesne ya da hissedilen her duygu tuvale ya da kâğıda aktarılabilir. Çünkü resim, yaşantımızın aynasıdır, “size sizi gösterir”. Daha da önemlisi, çok güçlü bir görseldir. Çünkü direk beyin ve algınızı hedef alarak, hafızanızda adeta kazınır.
Hatay’ın tanıtım etkinliklerinde, üreten sanatçı kimliği, genelde hep bu alanlara taşınmıştır ama…
Yılın çok az zamanlarında hatırlanmak, gerçekten üzücü. Sanatçı, hayatın her alanında yer almalıdır. Toplumun öğretici lideri konumundaki sanatçılar, kurumsal olan bütün etkinliklerde yer almalıdır. Avrupa ülkelerindeki toplumlar, sanatsal faaliyetlerle bebek yaşlarda tanıştırılırlar ve kabiliyetlerine göre eğitilirler. Oralarda, özel yetenekli diye sınıflandırdıkları sanatçıları baş tacı ederler, küçümsemezler. Temennimiz, ülkemizin de bu muasır medeniyet çıtasını yakalaması.
İçinde olduğumuz salgın süreci, sizi nasıl etkiledi? “Her şey daha mı zor” yoksa “değişen bir şey olmadı” mı?
Bu pandemi sürecinde pek bir şey değişmedi, diyebiliriz. Çünkü az önce de söylediğim gibi, yılın çok az zamanlarında etkinlikler düzenleniyor. Ancak bireysel faaliyetlerimiz kapsamında kurs verdiğimiz öğrencilerimizden ayrı olmak bizi üzüyor, diyebilirim. Onlar da özlediklerini dile getiriyorlar.
Etkilendiğiniz veya örnek aldığınız sanatçılar var mı?
Etkilendiğim sanatçı var elbette. Yaşım 9’du sanırım. Koca kütüphanede, Leonado da Vinci’nin yağlıboya tablolarının fotoğraflarını görmüştüm. Yapıtları, bende unutulmaz izler bıraktı. Rambrand’ın gölge ışık tekniği de muhteşemdir örneğin. Ve 1900’lü yılların ilk çağdaş kadın sanatçısı olan, ressam Mihri Müşfik Hanım’ın portrelerine hayranım.
Eşim Salah Wisho, 37 yıllık ressam ve aldığı Avrupa akademik eğitimle tuvale aktardığı resimler, dünya çapında ün yapacak nitelikte olmasına rağmen, hak ettiği yerde değil maalesef. Bana gelince! Karakalem ve yağlıboya çizimlerim aynı şekilde çok başarılı bulunmasına rağmen, istediğim noktada değilim. Ama bütün kalbimle şuna inanıyorum ki, yakın bir gelecekte, yaptığımız ve yapacağımız eserlerle, bütün ülkede ve hatta dünya çapında hak ettiğimiz yerde olacağımıza inanıyorum.
Popüler olanı mı çiziyorsunuz yoksa hissettiklerinizi mi? Aslında bunu şunun için soruyorum… Birçok sanatçı, üretimlerini, ayakta kalmak için yapma durumunda kalabiliyor. Sizde durum nedir?
Ticari çizmiyoruz Tamer Bey ve sıkıntımız da burada başlıyor. Ekonomik yönden kalkınmak istiyorsunuz, ama imzanızı attığınız bir eser, bir çalışma üretiyorsunuz. Bu öyle bir şey ki, sizi dumura uğratıyor. Kaliteli bir kumaşa en kaliteli boyalarla “yapıtınızı” işliyorsunuz, milim milim ve satacağınız insanın torunlarına kalacak nitelikte emek almış bir işçilik… Popülerlik kavramı, bizim için tamamen boş bir kavram. Biz, eserlerimize can vermeyi seviyoruz. Ruhumuzdan ışık katmayı seviyoruz. Bu zamanda en büyük sorunumuz bu işte.
Son olarak… Bu kentte üretim yapan sanatçıların ortak bir derdi var! Satış yapamamak! Çünkü şartlar, herkesi zorluyor. Peki, kent yöneticilerinden bir beklentiniz ya da ‘şu yapılsa…’ dediğiniz bir çıkış kapısı var mı, aralayabileceğimiz?
Belediyelerden ve halkımızdan bir ricam var. Gastronomi Şehri olma adına gösterilen çaba ve etkinlikleri, sanata ve sanatçıya da göstersinler, ki “Gelişmiş Uygarlık” seviyelerine ulaşıp, tarihimizi, gelenek ve göreneklerimiz ile duygudaşlığımızı bir potada eritelim ve kenetlenelim.
Teşekkürler
Röportaj/Tamer Yazar