Sartre ve Geçmeyen Bulantı

Yalnızlığın kendiyle hesaplaştığı bir bulantı, bir kavis, bir leke, bir elips… Var olmak, belki olmamak Yalnızlık olgusunun doruğa ulaşmış örnekleri ya da hükmen mağlup ettiği sessizlik… “Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi…”* Geriye yalnız sözcükler mi kalıyor […]

Yalnızlığın kendiyle hesaplaştığı bir bulantı, bir kavis, bir leke, bir elips…

Var olmak, belki olmamak

Yalnızlık olgusunun doruğa ulaşmış örnekleri ya da hükmen mağlup ettiği sessizlik…

“Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi…”*

Geriye yalnız sözcükler mi kalıyor sahi?

Hiçlik yok oluyor mu ya da kendi sesini deviren cümleler zamanı anlamsız kılıyor mu?

Olmadık bir uğultu, beklenmedik bir telaş, uslanmayan yargılar

Kalabalığı neresinden ele alsa huzursuzluk…

Kendini yoklayamayan gürültü

Kendine dönemeyen

Kendine söylenmeyen

“Bir yığın tedirgin, kendinden sıkılmış, var olandan başka bir şey değildik…”*

Her birey kendine biçtiği rolü üstleniyor belki…

Sokakta gezerken, okurken, sinemada yalnız başına insanları izlerken

Akıl yürütmek zorunda kaldığı gerçeği üstleniyor

“Bir insan her zaman hikaye anlatıcısıdır; kendi hikayeleriyle ve başkalarının hikayeleriyle çevrili yaşar; başına gelen her şeyi onlar aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır…”*

Kendi kendinize konuştunuz duydum

Kendi kendine koşuşturan ifadelere tutundunuz…

Çocuk işçiler, çok ama karın doyurmayan cümlelerde mesai tüketiyor

Kalemler az ama doyumlu cümlelerle zamanı öteliyor…

Bütünüyle her şey olmak ya da hiçbir şey…

Boş, kocaman bir kavis, bir elips

“Öyle ahım şahım bir yaşantım olduğundan değil bu korkum, öyle oturaklı, değerli bir ömür geçirdiğim yok. Doğacak olan, tüm benliğimi kuşatacak olan şeyden korkuyorum…”*

Bir özne her şeyin ilacı benim diye işe koyulsa, bir yüklem…

Buğulu bir camı yukardan aşağı süzse, çizgisine, buzlu görüntüsüne dokunup, çocukça hayallere dalsa…

Samimi sözcüklere sığınsa,

Doğaya,

Canlılığa,

Sessizliğe

Kalabalığın devirdiği sözcüklerden arınsa,

Yargılardan ve uğultudan

Yıpratan, hor gören, öteleyen buluşmalardan arınsa…

“Şimdi canımın istediği kadar bakabilirdim gökyüzüne, gökyüzü hiç bir anıyı yaşatmıyordu artık…”*

Uydurduklarımızın zihnimizde yarattığı görüntüyle avunuyoruz

Her yönden çağrışıma açık bırakıldığımız yarı baygın bir koroyla

Ama her birey kendine biçtiği rolü üstleniyor sonuçta…

Sokakta gezerken, okurken, sinemada yalnız başına insanları izlerken

Akıl yürütmek zorunda kaldığı gerçeği üstleniyor

Kaynak: *Bulantı, Jean-Paul Sartre, Selahattin Hilav (Çevirmen), Can yayınları

Exit mobile version