Filistin’de, tüm dünyanın gözleri ve kulakları önünde hortlaksı bir trajedi yaşanıyor! “Çoğu insan oynanmakta olan bu hortlaksı trajediyi yarı korku içinde, yarı kayıtsız izleyerek, gündelik yaşamını sürdürüyor!” İsrail; ABD, Avrupa Birliği ve batı emperyal devletlerin desteğiyle Gazze Şeridi’nde yaşayan 2 milyonu aşkın Filistinli’yi ortadan kaldırmak niyetiyle, sistematik bir imha hareketi yürütüyor, hastaneler, kiliseler bombalanıyor! İnsanlığın bir bölümü, bu imhayı destekliyor; bir bölümü, başka bir tarafa bakarak saklanmaya çalışıyor; bir bölümü ise, kendi siyasi, jeopolitik çıkarları peşinde halkları birbirine kırdırma çağrıları yapıyor! “Akıl ve onurla donatılmış” bir türün üyeleri olarak, insanlığın ortak etik sorumluluğunun bilincine sahip, birbirlerine kardeşlik içinde ve vicdanla davranmaları gerektiğine inanan erdemli milyonların oluşturduğu bölümü ise; kökten dinci, fanatik cihat örgütü Hamas’a ve saldırılarına da, onu “cezalandırma” gerekçesiyle insanlık suçu işleyen, “alan temizliğine girişen” dinci faşist Netanyahu yönetimine de aynı şekilde karşı çıkıyor! Dünyanın her yerinde, alanlarda ve sokakta haykırarak, bu imhaya karşı durmaya, Filistin halkını soykırımdan kurtarmaya, savaşın sona ermesini sağlamaya çalışıyor!
Çünkü biliyorlar: Victor Adler’in vurguladığı gibi ”savaş, her türlü içgüdüye, her türlü cinnete ardına kadar yer açar!…Savaş, uzun süren bir deliliktir!” Susan Sontag’ın saptamasını asla unutmuyorlar: “Savaş yırtar, savaş parçalar. Savaş iç deşer, savaş bağırsakları söküp boşaltır, teni yakıp kavurur…Savaş yıkıp yok eder!”
“Topyekün Savaş” Anlayışı ve Yeni Bir Egemenlik Savaşi Çağı
İçinde bulunduğumuz süreçte, küresel düzeyde bir kontrol toplumunun oluşturulması, tekil politik rejimlerin, hegemonik üstünlüğü belirlenmiş dünya düzenine bağlanması” ve dolayısıyla, kapitalist küreselleşme sürecini kendi risklerine ve krizlerine karşı korumak amacıyla “günümüzde savaş, sadece bir cephede değil; herhangi bir an, herhangi bir yer ve herhangi bir koşulda, ortada bütün dünyanın olduğu, savaş hukukunun, herhangi bir kuralın geçerli olmadığı topyekûn bir savaş şeklini alıyor.” Sürdürülebilir, “uzun bir delilik hali” oluşturan bu savaşlar ile dünya, 21’inci yüzyılda yeni bir egemenlik savaşı çağına girmiş bulunuyor!
Rusya /Ukrayna, Ermenistan /Azerbaycan ve şimdi de İsrail/ Filistin savaşı; Afganistan, Somali, Sudan, Nijer, Suriye ve Irak’ta, yeryüzünün farklı bölgelerinde süren iç çatışmalar, istikrarsızlık ve şiddet ortamı, ABD hegemonyası altındaki emperyalist sistemin krize girmiş olması, küreselleşmesinin gerilemesi, sistemin bütünlüğünün bozulmaya başlaması sonucunda, hegemonyanın restore edilmesi amacıyla, bugüne kadar paylaşılmış kaynakların, bölgelerin, pazarların yeniden paylaşılmasının gündemde olmasının sonuçlarıdır! Etnik, dinsel, mezhepsel savaşların, ekonomik ve politik çıkarlar üzerinden rekabete dönüştürülmesiyle geçmişten günümüze ‘sürdürülebilir savaş’ alanı haline getirilen Ortadoğu ‘da, yeni bir evreye girmiş bulunuyor!
Nietzsche, 19. yy başlarında Avrupa’da yaşanan “ulusal nevroz” diye adlandırdığı yoğun savaşların, ulusal ekonomik ve politik çıkarlar üzerinden bir rekabete dönüşmesi karşısında; “buradan bir çıkış yolu bilen var mı?”diye sormuştu.
Bugün içinde bulunduğumuz gerçeklikle, bizler için de “buradan bir çıkış yolu bilen var mı?” sorusu, en yakıcı ve belirleyici şekilde yeniden gündeme geliyor!
Çıkış Yolu? Barış, Ama Nasıl?
Barış, insan hakları ile doğrudan bağlantılı bir koşullar bütünüdür. “Bir hukuk durumudur. Bir düzendir. Öyle bir düzendir ki kuruluşu, işleyişi ve ilkeleri dolayısıyla tarafların oluşmasına ve karşı karşıya gelmesine kendisi neden olmaz. Zira aynı şeyle ilgilerinde iki taraf yaratmaz ve aynı şeyle ilgili olanların karşı karşıya gelmelerine yapısı gereği neden olmaz. Böyle bir düzenin kurulması ve sürdürülmesi ancak; insan haklarının her insan için hiçbir coğrafya, etnik köken, ırk, dil, cins, eğitim ve ekonomik durum, felsefi ve dini inanç ayırımı olmadan gerçekleştirilmesi ve korunması ve ülkelerin siyasal, toplumsal düzenin bu ilkeler temelinde örgütlenmiş ve işletiliyor olmasına ve buna bağlı olarak; ululsararası ilşkilerde “siyasal gerçekliğin özünde güç ve güç dengesi vardır” anlayışına dayanan realizmin ve temel aldığı realist güvenlik anlayışının aşılmasına bağlıdır!
Dolayısıyla barış, “sıcak bir savaşın, kavga ve çatışmanın olmadığı durum” demek değildir.
“Savaşmama / sıcak çarpışma içine girmeme, düşmanlığı geçici bir süreliğine askıya alma konusunda yapılan resmi bir anlaşma” da değildir. Yalnızca dış siyaseti ilgilendiren ve uluslararası hukukun çerçevelediği koşullar dizini hiç değildir.
İnsan hakları ile doğrudan bağlantılı bir koşullar bütünü,“bir hukuk durumu, bir düzen olan barışı savunmak ve oluştrumak, ancak “savaşın mantığına, sivil toplum üzerine dayatılan panik rejimine, öncelikle de küresel sermayeye ve onun dünya düzenine direnmeyi içeren bir anti militarist politika ile sağlanabilir!
Bizler, dünyanın her yerindeki halklar; savaş koşullarında bulunanların çektikleri acılarla, uzaktan görüntüler şeklinde izleme ayrıcalığı içinde, gerçekdışı bir bağ kuruyoruz. Bu bağ içinde düşsel bir yakınlık duyumsuyoruz. Bu yakınlık içinde geliştirdiğimiz sempatiye sığınarak, acılara yol açan gelişmelerde bir suç ortaklığımız bulunmadığı duygusu geliştiriyoruz. Bizim sahip olduğumuz ayrıcalıklarla, onların çektikleri acılar arasında bir ilişki bulunduğunu, bunların aynı haritada gerçekleşmekte olduğunu hiçbir şekilde düşünmüyoruz. Oysa Savaşın kendisine, yol açtığı kitlesel acılara karşı duyarlı olmak, bunlar üzerinde düşünmek, bunlardan ders çıkarmak ve bunları rasyonelleştirmeye yönelik çaba ve söylemleri irdeleyerek bunlara karşı, koşulların bilgisiyle davranış geliştirmek, kişisel ve toplumsal ahlaki iflastan kurulabilmenin tek yoludur.
Bu yolla ancak; -insanlık suçlarını, soykırımları durdurma, savaş yasalarını ayaklar altına alıp çiğneyenleri adalet önüne çıkarma ve patlak vermesi muhtemel başka savaşlar için görüşmelere dayalı alternatiflerin denenmesi için baskı yaparak, bazı savaşları önleyebilme gücü gösterilebilir.
– Savaşa karşı direnmenin taraflardan birinin yanında yer almakla özdeşleştirilemeyeceği ortaya konulabilir.
– Savaşın mantığına, sivil toplum üzerine dayatılan panik rejimine direnmek için öncelikle küresel sermayeye ve onun dünya düzenine direnmek gerektiği kavranabilir. Ve kalıcı bir barış koşullarına olanak yaratılabilir.
Uluslararası Toplum ve Apolitik Hümanizmi Aşmak
Bu bilinçle, uluslararası toplumun Filistin’nin sistematik imhası karşısında, cılız kınama sesleri çıkarmak yerine öncelikle; diplomatik etkin müdahale ve önlemler alması, İsrail’in tecridi ve İsrail adına suç işleyen süratle cezalandırılmaları yönünde kapsamlı bir kampanya yürütülmesi, İsrail aleyhine Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuru yapılması, Netanyahu başta olmak üzere, bu soykırıma katılan kim varsa haklarında yakalama/tutuklama kararları çıkartılması sağlanmalıdır! İsrail’le ticaret derhal kesilmeli, kara harekâtından vazgeçildiği açıklanana, Gazze bombardımanı durdurulana ve Batı Şeria’da da dahil Filistin halkına yönelik imha siyaseti durdurulana kadar yeniden başlatılmamalıdır. İsrail’in yer aldığı her türlü kültürel ve sportif organizasyonu boykot etmeli, boykot İsrail’in bu organizasyonlara katılımı askıya alınana kadar sürmelidir. Soykırım girişimini destekleyen ülkelerle askeri işbirliği derhal askıya alınmalı ve Filistin’de durumun değişmemesi halinde sonlandıracağı duyurulmalıdır. Gazze’ye asker gönderme çağrıları yerine, İncirlik ve Kürecik’teki ABD üsleri kontrol altına alınmalı ve tahliye edilmelidir! Filistin halkını korumak, Filistin Sorununa çözüm olanağı yaratmak , buna bağlı!
Bunları yapmak yerine, halklar arasında düşmanlık tohumu ekmek, halkın bir kesimini hedef tahtasına oturtarak siyaset yapmak, savaşı durdurmaz, aksine savaşı tüm bölge için sürekli kılar!
Fatih Yaşlı’nın dile getirdiği üzere; “apolitik hümanizm en büyük alçaklıktır, çünkü insana ihanet vardır orada. İnsanı savunmak, hakikati savunmakla başlar. Hakikat ise politiktir”.
Savaşa hayır diyoruz! Hakikati örten her şeye “hayır” diyoruz!
Ama’sız , fakat’sız barışı savunuyoruz!
Neval Oğan Balkız Hukukçu/Akademisyen