Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç

“SAVUNMASIZ TOPLUM”

 

 

Yurtdışında yaşayanların bedenleri oralarda olsa da her zaman kalpleri Anadolu’nun topraklarında, büyüklü küçüklü kentlerinde olan bitenleri düşünerek atar.

 

Aylardır her yazımın zemininde yahut da fonunda “Türkiye topmumsal kutuplaşmadan, zıtlaşmadan, kötü günlerden geçiyor” melodisi eski bir plağın mecalsiz sesi gibi tekrar edip duruyor. Yazı yolunda yürüse de yürümese de arkada o lanet cızırtı kesilmiyor. “Dönülmez akşamların ufkundayız”. Bir kayboluş yaşıyoruz sanki! Doğruları ve gerçekleri bıkmadan usanmadan savunmak, haykırmak, yazmak zorundayız.

 

***

60’lı yılların ikinci yarısında Amarikalı ekonomist, sosyolog ve yazar Vance Packard’ın ‘The Naked Society’ (Çıplak Toplum) adlı kitabı Fransızcaya ‘Une société sans defense’ (Savunmasız Toplum) adıyla çevirilip yayımlanmıştı. Fransa’da General Charles de Gaulle iktidardaydı. O yıllarda Paris kaynamaya başlamıştı. 68 günlerinin başlangıcıydı. Ben de Antakya Lise’mden mezun olup, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Yurdışında Yüksek Eğitim sınavlarını kazanıp Fransa’ya yeni gelmiş, Quartier Latin’de küçük bir otel odasında kalıyordum. Jean-Paul Sartre her pazar saat onda kaldığım otele yakın Le Select kahvesine geliyordu. Varoluş saatim parçalanmıştı, dağınık parçaları toparlamaya ve Alliance Fransaise’de Fransızcamı ileriletme gayreti içinde dünyayı anlamaya çalışıyordum. Vance Packard’ın kitabını gecegündüz yanımda taşıyor, sık sık cep sözcüke bakıp deşifre etmeye çalışıyordum. 57 yıl önceydi. Kitabı artık tamamen unuttum. Ama kafamda bir imge var.

 

Çıplak ya da savunmasız toplum ne demek?. Korkutulmuş, susturulmuş, sindirilmiş; halk diliyle hapı yutmuş, sıfırı tüketmiş bir toplum demek.

 

O yıllarda Fransa böyle bir toplum değildi. 68 olayları ile Paris ve bütün Fransa kaynıyordu. ABD toplumunda sadece Berkeley gibi üniversitelerde bir uyanış vardı, Vietnam Savaşı’na karşı muhalefet kıpırdanmaları başlamıştı. Ama düz halkta böyle bir tepki yoktu. Bu toplum çıplaktı ve savunmasızdı. Vance Packard, bu toplumu savunmasız ve çıplak bırakan mekanizmayı açıklıyordu: Yerel ve federal yasalar, bunların uygulanma tarzı; kitle iletişim araçlarının haber ve reklam bombardımanı; kitle iletişim araçlarının doğrudan çok, yanlışa, gerçekten çok, yalana hizmetleri; toplum güvenliği örgütünün insanların özel hayatını tacizi; bireyin toplum ve iktidar (yönetim) karşısında duyduğu bıkkınlık/acz; bireyin tehdit altındaki bireysel özgürlüğü… Kitaptan bunları anımsıyorum.

 

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları hiçbir zaman savunmasız olmadılar. Epeyce çağdaş bir anayasası, çağdaş ve uygar yasaları, Cumhuriyet devletinin kendini ve halkını koruyacak Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Sayıştay gibi kurumları vardı… Toplumu koruyan zırhlar vardı.

 

Vardı ama kendilerini çağdaş ve demokrat sananlar da vardı; Milli Görüş partilerinin DNA’sını taşıyan insanların gömlek değiştirerek Cumhuriyete saygılı, demokrasiye bağlı siyasetçilere dönüşebileceklerine inanıyorlardı. Ortaya koyduğu ilkeler ve vaatlerle Türkiye’nin normalleşmesi ve demokratikleşmesi konusunda büyük hayaller gördü, ülkenin geleceğine ilişkin yeni umutlar besledi. Bunların rüzgârını arkasına alan AKP, Cumhuriyetin koruyucu kalelerini yıktı, zırhlarını parçaladı. Bunun sonucu olarak 2002 yılında demokratik olan ülkenin düzeni -17 Nisan 2017 tarihinde yapılan, anayasaya ve yasalara aykırı halkoylaması ve oy sayımı ile Türkiye – cumhuriyetsizleştirilmeye, parti-devlet bütünleşmesine dayanan tek adam rejimine dönüştü. Ve bunun sonucu olarak sadece toplum değil bizzat Cumhuriyetin kendisi çıplak ve savunmasız kaldı.

 

Son haftalarda olağanüstü olaylar yaşıyoruz. Depremlerde, yangınlarda, iş kazalarında çok sayıda vatandaşımızı kaybediyoruz. Demek ki, hata, suistimal ve kayırmacılık çok yaygın. Eleştirel ifadelere ve habercilik faaliyetlerine açılan soruşturma haberleri, çok sıklaştı. TÜSİAD YİK Başkan “Ülke olarak moralimiz bozuk, güven bunalımı yaşıyoruz” dedi, hakkında “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek” ve “gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yaymak” iddiasıyla soruşturma başlatıldı… Yürütmeyi ve cumhurbaşkanını eleştirirseniz, gözaltına alınıp tutuklanabiliyorsunuz. Tarihçisinden astroloğuna, siyasetçisinden yetişkin içerik üreticisine, fenomenine onlarca kişiye soruşturma açılıyor… Tutuklu milletvekillerine, siyasi parti liderlerine ve belediye başkanlarına sürekli yenileri ekleniyor. Bir büyük belediye başkanı hakkında, yaptığı konuşmalar nedeniyle basın toplantısından dakikalar sonra soruşturmalar açılıyor. Bilirkişi görüşmesini yayınlayan gazeteciler gözaltına alınıyor, genel yayın yönetmeni tutuklanıyor… Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alınıyor. Bir gazetecinin yaptığı haber, devlet birimleri tarafından yalanlanıyorsa, hakkında soruşturma açılabiliyor… RTÜK başkanı, bundan böyle “iyi gelişmelerden” söz etmeyen yayın organlarının cezai yaptırıma uğrayacağını açıklıyor…  Kurumları, kurumsal aklı geri itiliyor, yargı kararlarını görmezden geliniyor, şahsa bağlı karar süreçlerini tesis ediyorlar. Mahkemelerden ardı ardına kararlar çıkıyor. Hepsi sorunlu, hepsi tartışmalı, hepsi siyasi… O davalarda bir hukuk tartışılmıyor, en baştan ve korkunç bir hukuksuzluktan yeni bir ülke inşa ediliyor.

 

***

Bu kötü gidişin tek sorumlusu kötü gidişin aktörleri değildir, bunu bilelim. Bilelim de vicdanları aldatan sorumsuzluğun rehavetine kapılmayalım. Hiç öyle kolay değil… Değerler kayboluyorsa, seviye düşüyorsa, hukuk geriliyorsa ve en nihayet demokrasi zayıflıyorsa yapan kadar yapılmasına göz yumanların, kayıtsız kalanların ve bilhassa mani olabilecekken olmayanların mesuliyeti vardır. Yakın ve uzak siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.

 

Mithat Paşa, İngiliz Said Paşa’ya sadaret mührünü teslim edip, İzzeddin Vapuru ile sürgüne giderken “Yazık, devlete ve millete yazık! İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Allah’a aitiz ve Allah’a döneceğiz)” diyerek ağlamıştı.

 

Paşa’yı İtalya’nın Brindisi Limanı’na götürmekle görevli Bahri Süleyman Bey’in 9 Şubat 1877 tarihli raporunda yazdığına göre, Mithat Paşa, açık denizde “yazık! Konstitüsyon (Anayasa) bitti, bu millet terakki edemeyecek! (gelişemeyecek) ” demiş.

 

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Gözler şöyle bağlamış öyküyü: “Galiba Mithat Paşa’nın ahı tuttu. Mithat Paşa’nın “Yazık! Konstitüsyon bitti, bu millet terakki edemeyecek!” demesinin üzerinden 148 yıl geçtiği hâlde geldiğimiz yer aynı: Ülkede ne konstitüsyon, ne de terakki var!”

 

“Anayasayı bitiren şey, bu ülkede kuvvetler ayrılığının olmamasıdır” dedikten sonra, Prof. Gözler, “Peki ama Türkiye’de kuvvetler ayrılığı neden yok?” sorusunu şöyle cevaplıyor: “Türkiye’de kuvvetler ayrılığının olmamasının sebebi, kuvvetli adamların olmamasıdır. Kuvvetli adamların olmadığı yerde, kuvvetler ayrılığı olmaz. Kuvvetler ayrılığı teorisi, kendisine yasama, yürütme veya yargı yetkisi verilen insanların, kuvvetli kişilikler olduğu ve kendilerine verilen bu yetkilere sahip çıkaracakları varsayımı üzerine kuruludur. Kuvvetli kişiliklerin olmadığı yerde kuvvetler ayrılığı da, anayasa da olmaz.”

 

Gözler meslektaşıma katılmamak mümkün mü?. Bertolt Brecht’in Galileo Galilei’sini anımsayalım. Yakılarak öldürülmemek için yargılanırken “Dünya yuvarlaktır” iddiasından vazgeçer. Düş kırıklığına uğrayan öğrencisi “Kahramanları olmayan topluma ne yazık!” diyerek tepki gösterir… Brecht’in Galileo’sunun yanıtı ibret vericidir: “Asıl kahramanlara ihtiyaç duyan topluma ne yazık!”

 

Günümüzde Türkiye’nin “kahramanlarını” düşünün, Brecht’in verdiği dersin önemi daha da büyür!

 

Not: Sinan Kardeşimin vefatına çok çok üzüldüm. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Ablasına ve tüm Antakya Gazetesi ailesine başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Salı 18 Șubat 2025

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER