Bu iki terim, demokratikleşme sürecimizin anahtar noktalarındır. Yıllardır halkın ve siyasilerin dilinde düşmez, “demokratikleşme” kelimesi. Uğruna Anayasalar yapılır, yargı reformu paketleri çıkartılır ve daha niceleri… Fakat gelin görün ki, ülkemizdeki demokratikleşme süreci hala istenen noktada değildir.
Şeffaflık Olmadan Demokrasi Olamaz
Şeffaflık, denetlenebilirliğin ne derece kolay ve anlaşılabilir olduğudur. Kamuoyunda bir süredir “128 Milyar Dolar” tartışması yürümektedir. Şeffaflık, tam anlamıyla kurumlarımıza hakim olabilseydi, Merkez Bankası yöneticileri 128 Milyar Doların dekontunu yahut o paranın kasada olduğunun belgelerini kamuoyu ile paylaşabilirdi. Fakat böyle bir durum gerçekleşmedi. “128 Milyar Dolar” var ya da yok diye günlerce tartışmalar yapıldı. Fakat ortaya Merkez Bankası yönünden belge koyacak bir açıklama gelmedi. Bu tartışmanın günlerce devam etmesi ve sakız gibi sünmesi, şeffaflığın yeterli düzeyde olmadığının göstergesidir.
Şeffaflıkla ilgili binlerce örnek vermek mümkündür. Bir Avukat olarak örnek vermem gerekirse… Mesleği icra edebilmek için Baro’ya kayıt zorunludur. Ödediğimiz aidatlardan ve her vekalete yapıştırdığımız Baro pulundan, Baro’muzun ve Türkiye Barolar Birliği’nin bütçesi oluşur. Fakat Baroların ve Barolar Birliği’nin neye ne kadar harcama yaptığı, yeterli şeffaflıkta açıklanmaz. Mesela gidilen geziler ve ağırlanan misafirler için “temsil ağırlama” kalemi oluşturulur. Bu kalemde, total rakam yazar. Ama üyeler ile “kimlerin temsil ağırlamaya katıldığı, hangi otelde günlüğü ne kadara kaldığı, araç kiralama ve ulaşım için ne masraflar ödendiği, gelen heyete nerede kaç kişilik ne kadarlık yemek ısmarladığı, hangi çiçekçiden ne kadarlık alışveriş yapıldığı, ne kadarlık süre içinde kaç kilo şeker çay vs satın alındığı, makam araçlarının nasıl hangi amaçlarla kullanıldığı” gibi detay bilgilere hiçbir zaman yer verilmez. Tahminim, bu paragrafı okuyan yetkililer, “detaylar Yönetim Kurulu karar defterinde yazıyor” minvalinde bir eleştiri getirebilir. Gelebilecek her türlü eleştiriye rağmen yazdıklarımın arkasındayım. Kurumlarını dört başı mamur bir demokraside olması gerektiği gibi şeffaf yöneten yöneticilerin sayısı çok azdır.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde, önceki yıllarda bir Anka Park Projesi gündemde idi. Bu proje kapsamında alana çeşitli heykeller getirildi, bu projeye 750 milyon dolar ödendiği ifade edildi (Ne kadar Türk Lirası ettiğini ve bu parayla neler yapılabileceğinin yorumu sizlerdedir). Eğer ki şeffaflık, denetlenebilirlik ve hesap verilebilirlik olsaydı, kuvvetle muhtemel ki bu proje uygulanmaz, milli servet çöpe gitmezdi. Bu gibi örnekleri çoğaltmak -maalesef- mümkündür.
Şeffaflıkla ilgili eleştirilerimin örnekleri birçok kamu kurumunda, belediyeler ve benzeri kurum kuruluşlarda görmek mümkündür. Kurum ve kuruluşlar şeffaflık konusunda gözle görülür bir ilerleme kaydettiğinde, demokratikleşme sürecimizin kalitesi de doğru orantılı şekilde artacaktır.
İfade Özgürlüğü Olmadan Hiçbir Gelişme Olamaz
Baskıcı rejimler incelendiğinde, ifade özgürlüğüne ne denli büyük ket vurulduğu net olarak görülecektir. İnsanlar, sosyal medya hesabında dahi bir şey yazarken, “eğer bu konuyu şu şekilde yazarsam yarın başıma bir iş gelir mi, hakkımda bir dava açılır mı, işimden olur muyum” gibi düşünceleri aklında geçiriyorsa, o ülkede ifade özgürlüğünden bahsedilemez. İnsanların kendi kendilerini sansürlemesi, yani otosansür uygulaması, ifade özgürlüğü açısında durumun çok vahim bir noktaya geldiğinin göstergesidir.
Tabii, ifade özgürlüğü sınırsız değildir. AİHM kararlarında ve modern demokrasilerde, ifade özgürlüğünün sınırları net olarak çizilmiştir. Hakaret, terör ve nefret söylemleri, ifade özgürlüğünün dışındadır.
İfade özgürlüğünün olmadığı yahut sınırlı olduğu ülkelerde hukuk sistemi de, ekonomi de gelişemez. Bu durum, yurtların iç huzurunu dahi kaçırır. İnsanlar, o toplumda apolitik olmaya itilir, kendi kabuklarına çekilir, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetini benimser. Ülkede yaşanan hukuksuzlara ses çıkartmaz, bunlara göz yumar. Bu da, siyasi iktidarın o ülkede istediği gibi at koşturmasına vesile olur. Diktatörlükle yönetilen ülkeler incelendiğinde, basın ve ifade özgürlüğünün neden direkt olarak diktatörler tarafında hedef alındığı net olarak anlaşılacaktır.
Demokratikleşme çıtamızı yükseltmek istiyorsak, ifade özgürlüğünü geniş kapsamlı uygulamakla ve kurumlarımızdaki şeffaflığı artırmakla yükümlüyüz. Aksi halde yapacağımız Anayasalar da Reform Paketleri de bir sonuç veremez.
bekir.atahan@atahanhukuk.com