Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi

4006 Tübitak Bilim Fuarı Etkinliği İlimiz orta dereceli eğitim kurumlarından Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi’nin 4006 TUBİTAK Bilim Fuarı etkinlikleri kapsamında hazırladığı 23 projeden biri olan, “Medya Okuryazarlığı” temalı “Gazete Okuyalım, Gazetede Yazalım” adlı proje ile ilgili olarak, Okulun Edebiyat Öğretmeni Ali Haydar Uslu’nun danışmanlığında sekiz öğrencinin görev aldığı uygulamada, okul öğretmen ve öğrencilerinin değişik […]

4006 Tübitak Bilim Fuarı Etkinliği

İlimiz orta dereceli eğitim kurumlarından Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi’nin 4006 TUBİTAK Bilim Fuarı etkinlikleri kapsamında hazırladığı 23 projeden biri olan, “Medya Okuryazarlığı” temalı “Gazete Okuyalım, Gazetede Yazalım” adlı proje ile ilgili olarak, Okulun Edebiyat Öğretmeni Ali Haydar Uslu’nun danışmanlığında sekiz öğrencinin görev aldığı uygulamada, okul öğretmen ve öğrencilerinin değişik konularla ilgili yazılarını, Gazetemizde siz değerli okuyucularımıza sunacağız.

Projenin amacı; Antakya’daki yerel gazeteleri tanıtıp okunmalarını sağlamak, farkındalık yaratmak ve yazdıkları yazıları gazetede yayımlatarak, gazetelerin daha çok okunmasını sağlamak üzerine oluşturuldu.

İşte o öğrenciler ve yazıları…

(3)

İNTİHAŞK

     Şarkılarda, şiirlerde, filmlerde genellikle aşk konu alınır. Peki nedendir  insanların aşk üzerine bu kadar eser vermeleri? Neden başka konulardan daha çok üzerinde durulmuş? Nedeni çok basit: “algı”. İnsanlar üzerinde o kadar kolay algı oluşturabilirsiniz ki dinlediği şarkı, okuduğu şiir, izlediği filmden bile etkilenir. İşte bu yüzden aşk bu kadar çok konu olmuştur hayatımızda.

     İş başka konulara gelince insan sadece o an onu düşünür ve kısa süre sonra da unutur çünkü onu hatırlayacak kadar zihninde önemli bir yer edinmemiştir. Fakat aşk çok farklıdır, öyle olmasa Mecnun Leyla için çöllere düşer, Ferhat Şirin için dağları deler miydi? İşte insanlar da aşka o kadar ulaşmak isterler ki onu kısa bir şiir mısrasında, küçük bir film repliğinde veya birkaç kelimelik bir şarkı sözünde bulacaklarına inanırlar. Çünkü  yapılan algıdan o kadar çok etkilenirler ki şiirde, şarkıda, filmde olan aşkları kendi hayatlarına uyarlamaya çalışırlar. Orda gördüğü her taktiği kendi hayatında kullanmaya başlar. Belki şanslıysa bir yere kadar işe de yarayabilir. Ama aşka o kadar kaptırmıştır ki kendini insan, gördüğü her oyunun sonunun, duyduğu her şarkının gündemde kalmak için yazıldığını, okuduğu şiirin kendi aşk hayatımıza şekil verelim diye yazılmadığını unutmuştur. İşte insanoğlunun en büyük hatasıydı aşka bu kadar hayatında yer vermek, sonunda yanacağını bilerek inatla bu kadar yürümek.

     En çok da imkansız aşklar, en çok onlar yaralanır çünkü yaşayamayacağı her hayali izlediği filmde, dinlediği şarkıda, okuduğu şiirde bulmak, bile bile inanmak ister. İşte bu yüzden aşk bir algıdır. Bunu kullanmayı bilen insanlar bir avcı, aşka inananlar ise her zaman avdır. Çünkü aşk savunmasızlıktır. Eğer aşkı filmlerde, şiirlerde, kitaplarda aramak yerine kendi hayatımızın içinde arasaydık en sonunda bize zarar verdiğini anlar, aşkın adını ağza almazdık bile. Oysa şu an bir kelebek gibi yanacağımızı bile bile ateşe gidiyoruz yani AŞKA…  

Merve Çelik 10/F

YAŞAMAYA DEĞER BİR HAYAT

     Nasıl bir hayat yaşıyorsun? Hareketli mi, durağan mı? Nefes kesici mi, sıradan mı? Hepsinden önemlisi, yaşamaya değer mi? Değiştirmek mi isterdin, böyle devam etmek mi?

     Ben mi nasıl yaşıyorum? Anlatayım. Her sabah aynı beyaz karyolada uyanıyorum yeni güne, aynı siyah pervazlı pencereden gün doğmuş mu diye bakıyorum. Bugünlerde uyandığım vakit, gün doğmamış oluyor. Okula gidiyorum, arkadaşlarımla keyifli zaman geçiriyorum. Eve geliyorum, dersler derken ailemle de biraz vakit geçirdiğimde kendimi yine beyaz karyolamda buluyorum. Günlerim bazen çok hareketli bazen de bir o kadar durağan ve sıkıcı geçiyor. Bazen kendime fazla yük oluyorum, an’ı yaşamayı unutup gelecekte mutlu olurum diye geçiştiriveriyorum. Her gün biraz daha yaşlandığımın farkındalığı zaman zaman canımı sıksa da hala çok gencim deyip günün en güzel anına kucak açıyorum. Akşamleyin tüm işlerimin ve koşuşturmalarımın bitmiş olduğu, yatağımda geleceğimle alakalı hoş hayaller kurduğum o birkaç kıymetli dakika…

     Neleri değiştirmek isterdim hayatımda? Öncelikle sabah alarmımı!.. Henüz horozlar bile uyanmamışken Allah’ın hangi kulu uyanmak ister ki? Ama ne yapmalı, gün içinde ders çalışamayınca sabah çalışmak gerekiyor… Konu derse gelmişken, çok daha az ders çalışmak isterdim. Bazen dersler beni o kadar sıkıştırıyor ki sanki ben dersleri değil de dersler beni bitiriyor. Ders kaygısının olmadığı bir hayat ne güzel olurdu! Ve de siyah pervazın olmadığı bir hayat…

     Güne, annemin çocukluğunu geçirdiği yayla evinin ahşap pervazlı penceresinden güneşi selamlayarak uyanmak isterdim… Kahvaltı için maydanozu, naneyi yayla evimizin bahçesinden toplamak… Öğle vakti, güneş tam tepedeyken bir ağacın gölgesinin serinliğine sığınıp yaşadığım doğanın güzelliklerini öven şiirler yazmak… Akşam yaptığım mis gibi enfes pastaları ailecek yiyip tatlı tatlı sohbet ederken serinlikte üşüyüp birbirimize, yetmeyince ceketlerimize  sarılmak… Kaygısızca, yine o renkli hayallerimle uykuya dalmak… Gelecekte doktor, mühendis, avukat değil de pastacı olmak… Küçücük pastanemden tarçın, vanilya, tahin kokuları yükselirken tüm müşterilerimin memnuniyetle çıkışını görmek…

     Yaşamak istediğim hayat bu ama biliyorum ki bunu asla yaşayamayacağım. Olsun, hayali bile beni mutlu ediyor. Bu yüzden asla hayal kurmayı bırakmayacağım. Sen de bırakma!

Ayşe Ezgi Dokuzoğlu

-Haber/Cemil Yıldız

Exit mobile version