ŞİİRDEKİ GİZEMLİ DÜNYA

     O’nu 12 Ağustos 1999’da (d.1926) yitirmiştik.      Bir dönemin efsane Milli Eğitim Bakanı, “Güzel gözlü müfettiş”, unutulmayan eğitim/kültür hizmetleri, düşün yazıları bırakmış olan Hasan Ali Yücel’in oğluydu.      Pek çok ailede olduğu gibi, yaşama bakış açısını babasından almıştı. Şiirleri, yazıları ve ustaca çevirileri ve önemlisi günlük hayatta aldığı tavırla O, tam bir çağdaş aydındır; […]

     O’nu 12 Ağustos 1999’da (d.1926) yitirmiştik.

     Bir dönemin efsane Milli Eğitim Bakanı, “Güzel gözlü müfettiş”, unutulmayan eğitim/kültür hizmetleri, düşün yazıları bırakmış olan Hasan Ali Yücel’in oğluydu.

     Pek çok ailede olduğu gibi, yaşama bakış açısını babasından almıştı. Şiirleri, yazıları ve ustaca çevirileri ve önemlisi günlük hayatta aldığı tavırla O, tam bir çağdaş aydındır; “adam gibi bir dünya” özlemiyle de her dem tazedir.

     Can Yücel’i yaklaşık 30 yıl önce   Ankara’da bir toplantı sonrası tanımıştım. O günü unutmam mümkün değil. O sıralar öğretmendim ve Ankara’ya her gidişimde şairlerin mekanlarına takılıyordum.

      1990’lı yıllarda Ozan Telli’yle tanıştım ve Adana Cezaevi günlerini Telli’den sık sık dinledim.

      Can Yücel, 12 Mart askeri yönetiminin idama mahkum edip, 6 Mayıs 1972’de hükmü infaz ettiği üç  gencin en öndekine “Mare Nostrum” (Bizim Deniz) şiirini yazar: En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim/ O, onun en güzel 100 metresini koştu./ En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…/ En hızlısıydı hepimizin,/ En önce göğüsledi ipi…/ Acıyorsam sana anam avradım olsun,/ Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun!…”

     2007-2009 yıllarında Datça Şiir Festivali’ne katıldım, Can Yücel Müze evini gezdim, ailesiyle tanıştım ve Barış Mezarlığı diye anılan mezarlıkta yer alan mezarı başında şiir okuma şansını yakaladım. O mezarlık ki gerçekten ülkemizde başka bir örneği yok. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan… pek çok farklı inançtan insan bir arada yatıyor.

    Hemşerimiz, ünlü heykeltıraş Mehmet Aksoy’un eseri olan mezar tam bir sanat şaheseriydi. “O, Can Yücel’in can taşıydı. Arkasından güneş vurduğunda ışıktan bir cenin belirirdi can evinin çemberinin ortasında. Can babanın içindeki ışıktan çocuğu, yaratıcı cevherini görünür hale getirirdi güneş. Çemberden öne doğru yılankavi hareketlerle akıp yere düşen, oradan tekrar doğduğu yere kaynağına doğru geri akan su sonsuz yaşamın döngüsüne gönderme yapıyordu.”  

     Ve ölümünün 12. yılında Can baba’nın mezarı insanlık düşmanlarınca parçalandı. Datça Belediye Başkanı Şener Tokcan Can Yücel’in mezarının tahrip edilmesi üzerine basına şu açıklamayı yaptı:   

      “Datça demokrasinin, düşünce özgürlüğünün nefes aldığı bir yarımadadır. Böyle bir aydınlığa hangi köktenci ve çürümüş zihniyet el uzatabilir, halen anlamakta güçlük çekiyorum.

Şiir insanlığın, Can Baba ise Datça’nın kalesidir. Yıkamazsınız.”

         Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Adnan Özyalçıner, ozanın mezarı başında yaptığı bir konuşmada, Can Yücel’in gündelik dili şiire çevirebilen bir şair olduğunu vurgulayarak, “Can, bizim şiirimizin en önemli şairlerinden biridir. Can’ın şiiri bir dil şiiridir. Dil ile söyleyen, dille yazan, dili şiire çeviren bir şairdir. Gündelik sözcüklerimizi şiir diliyle anlatabilen bir şairdir. Can, özellikle İstanbul ağzıyla konuşur. İstanbul ağzındaki bütün argoları, küfürleri şiir diliyle anlatır. Can Yücel’in şiirleri, bence şiirin aslıdır. Can Yücel politik, ekonomik, günlük yaşamımıza yansıyan her türlü olayı alaycı bir dille bize aktaran bir şairdir” dedi.

       Şair Şükrü Erbaş, Can Yücel’i anlatmanın zorluğuna dikkat çeker. “Yazıp çizen ve bir şekilde onu yakından tanıyan insanların her birinin, farklı anlatabilecekleri anıları vardır.” der. Can Yücel’in, hınzır bir zekaya sahip olduğuna dikkat çeken Erbaş, “Protest bir dili vardı. Küfre indirmek değildir bu. Temiz gibi görünen, ikiyüzlü bir topluma karşı takınılmış çok özel bir tavırdır Can Yücel’in şiirleri. O’nun anlayışı, toplumun bütün kutsalları üzerine dokunmak gerektiği üzerine inşa edilmiş bir tavırdır. Ne yazık ki, biz de Can Yücel’i sadece içki ve küfrün içinde sınırlama gibi yanlış bir görüş var” demişti bir konuşmasında..

        Can Yücel’in babası, bir dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’le ilgili yazdığı “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim” şiiri, bir şair babaya, bir şair evladın en güzel armağanıydı.

 Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

Ben hayatta en çok babamı sevdim

Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk

Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek

Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti

Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi

Atlastan bakardım nereye gitti

Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a

Bi helallaşmak ister elbet , diğ’mi oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin,

Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

     Sana sevgiler, saygılar Can YÜCEL

Exit mobile version