Hatay’a komşu Suriye kenti İdlib merkezli olmak üzere, ülkenin kuzeyindeki topraklar, yerlerinden edilmiş milyonlara zor şartlarda ev sahipliği yapmaya devam ederken, Türkiye’deki Suriyeliler de başka sorunlar başlığında cevaplarını aramayı sürdürüyor. Peki, salgının neresinde, bahse konu milyonlar? Cevap, Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Murat Erdoğan’dan gelsin…
Yaklaşık 10 yıl önce, Suriye uyruklu ilk grup, 29 Nisan 2011’de Hatay’a geçerek Türkiye’ye sığındı. Gelen ilk kafile sadece 252 kişiydi. Başlangıçta, AKP Hükümeti, Esad rejiminin yakında çökeceğini tahmin etti ve en fazla 100.000 Suriyelinin 2-3 hafta Türkiye’de kalacağını düşündü. Suriye’deki iç çatışmaların tırmanmasının ardından, AKP Hükümeti, Ekim 2011’de Suriyeli mülteciler için açık kapı politikası ilan etti. Buna göre, Türkiye, pasaportu olan Suriyelilerin ülkeye serbestçe girmesine izin verirken, belgesiz giriş yapmış olabileceklere de benzer şekilde davrandı. Geri göndermeme ilkesini ise garanti etti.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, şu anda Türkiye’de geçici koruma altında yaşayan Suriyelilerin sayısı 3 milyon 670 bin civarında. Hatay, bu toplam sayı içinde 3. en kalabalık sığınmacı topluluğuna sahip kent durumunda.
Türkiye’ye gelen Suriyelilerin bir kısmı Avrupa’ya geçerken, çok büyük bir kısmı ise yeni bir yaşam kurmaya başladı. Ancak korona salgını, birçoğu sıfırdan bir hayat kurmaya çalışan Suriyeli mültecileri de olumsuz etkiledi.
Hatay’ı da içine alan bölgede sık sık yaptığı araştırmalar ve hazırladığı raporlarla bilinen, Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Murat Erdoğan, salgın sürecinde ekonomik olarak en çok mağdur olan gruplardan birisinin Suriyeli mültecileri olduğunu söyledi. VOA Türkçe’ye konuşan Erdoğan, “Bizim yaptığımız Suriyeliler Barometresi Araştırması’nda da bunu çok net biçimde görüyoruz. Bir sene önce Suriyelilerin içinde çalışanların oranı yüzde 38 iken, bu oran yüzde 29’a kadar düştü. Yani neredeyse üçte biri işini kaybetmiş görünüyor. Suriyeliler, sağlık bakımından bir sorun yaşamaktan daha fazla, günlük ihtiyaçlarını giderecek parayı kazanmanın derdine düştüler” dedi.
Erdoğan, başta Birleşmiş Milletler’e bağlı kurumlar olmak üzere, bazı uluslararası kurumların bu süreçte destek programlarını hayata geçirdiğini belirtti, ancak bunların da genel ihtiyacı giderebilecek bir durumda olmadığını sözlerine ekledi.
-ÇOK ZOR!-
Bu konuda Antakya Gazetesi için konuştuğumuz yaşlı bir Suriyeli, “Salgınla beraber işleri günü birlik olan gençlerimiz işsiz kaldı, sokağa
Benzer bir durum, İzmir için de geçerli! Merkezi İzmir’de bulunan Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin Başkanı Muhammed Salih Ali de, Suriyeli mültecilerin önemli bir kısmının günlük ya da haftalık kazanç sağladığını hatırlatarak, “Bazıları ayakkabı atölyelerinde, bazıları plastik ve kağıt toplayarak geçimini sağlıyordu. Pandemi öncesinde ucuza çalışıyor olsalar da, en azından istikrarlı bir gelirleri vardı. Aileye birkaç kuruş geliyordu. Önce pandemi, ardından İzmir depremi gelince çok zor durumda kaldılar. İşler durdu, atölyeler kapandı. Arapça’da bir atasözü vardır… ‘Önceden yük ağırdı, şimdi bir de yokuş geldi’! Erkekler bile ağlıyor. Eğer biri bana gelip, ‘bana bir müşteri bul, böbreğimi satıyorum’ diyorsa, durum bayağı kötü bir seviyeye gelmiş demektir” diye konuştu.
-MAĞDURİYET!-
Salgınla birlikte yüz yüze eğitime ara verilmesi de Suriyeli çocukların eğitimine büyük bir darbe vurdu. Konuya ilişkin tespitlerini paylaşan Prof. Dr. Murat Erdoğan, eğitim konusunun, Türkiye’deki Suriyelilerin son dönemde yaşadığı en büyük mağduriyet alanı olduğunu söyledi ve şunları dile getirdi:
“Şu anda, Türkiye’de devlet okullarına kayıtlı 770 bin Suriyeli çocuk var. Suriyeli ailelerin teknolojik altyapısı, televizyon, telefon, laptop
Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin Başkanı Muhammed Salih Ali de bu süreçte Suriyeli çocukların yüzde 80’inin eğitimden uzak kaldığını kaydederek, “Bir kısmında internet yok, bir kısmında cep telefonu veya tablet yok. Bir kısmı anlamıyor. Yüz yüze eğitimde zorla anlıyorlardı, uzaktan eğitimde hiç anlamıyorlar” tespitinde bulundu.
-BAĞIŞIKLIK MI?-
Prof. Dr. Erdoğan, elde çok net, resmi veriler olmasa da, Suriyelilerde koronaya yakalanma oranının Türkiye ortalamasına kıyasla biraz daha düşük olduğunu söyledi ve şöyle konuştu:
“Bu konuda hala elimizde çok net, resmi bir veri yok. Ama Sağlık Bakanlığı ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’yle görüşmelerimde anladığım
Erdoğan, Türkiye’deki Suriyeli nüfusun genç olmasının ve yaşam koşulları nedeniyle bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olmasının bunda etkili olduğunu vurguladı.
-BAKIŞ!-
Peki, korona salgını süreci, Hatay ve diğer kentlerdeki Türklerin Suriyelilere bakışını nasıl etkiledi? Erdoğan, bu soruya da şu yanıtı verdi:
“Biz, Suriyeliler Barometresi Araştırmasını her yıl tekrarlıyoruz. Son araştırmamızı, Aralık ve Ocak aylarında gerçekleştirdik. Türk toplumunda Suriyelilere yönelik, az da olsa bir yumuşama görüyoruz. Suriyelilerde de kalıcılık daha da güçlenmiş durumda. Çok net bir biçimde güçlenmiş hatta. Bu hem kovidden dolayı, hem Suriye’deki vahim durumdan dolayı.
Eğer bu insanlar şu an Suriye’de olsa, sağlık imkanlarından ne kadar yararlanabilirlerdi? Bizim Türkiye’de de aşıyla ilgili çok sıkıntımız var, ama yine de aşı programlarının içindeler. Belirli yaş grupları dahilinde onlara da aşı yapılıyor. Belki Suriye’de olsalar, buna hiçbir şekilde ulaşamayacaklar. Dolayısıyla, pek çok sebeple, Türkiye’deki Suriyelilerin Türkiye’de kalıcılık eğilimleri daha da güçlenmiş durumda.” -Tamer Yazar-