Sıradan

Adımların sınırları incelmiş gibi… Bir yanı hiçlik, bir yanı yokluk, bir ayna tekerlemesi, gerisi yok… Sıradanlaşma, sığ suların bulanıklığına gömülmek mi sadece En anlamsız durakların kuytusuna sığınmak mı yoksa? Yaşam aldatmaz, insan kendiyle aldatır gibi… Duvarlara dönerek ve en anlamlı zamanları tüketerek… Körleşmiş bir zihninin tekdüze konuşmaları gibi. Ağlanacak halimize nasıl gülmeli, nasıl bir refleksle […]

Adımların sınırları incelmiş gibi… Bir yanı hiçlik, bir yanı yokluk, bir ayna tekerlemesi, gerisi yok…

Sıradanlaşma, sığ suların bulanıklığına gömülmek mi sadece

En anlamsız durakların kuytusuna sığınmak mı yoksa?

Yaşam aldatmaz, insan kendiyle aldatır gibi…

Duvarlara dönerek ve en anlamlı zamanları tüketerek…

Körleşmiş bir zihninin tekdüze konuşmaları gibi.

Ağlanacak halimize nasıl gülmeli, nasıl bir refleksle uyanmalı bilmiyorum

Ancak hayatı katlanabilir kılmanın bir yolu olmalı

Bir uğultu ama daha çok bir çığlık, kulağı tırmalayan ses…

Kalabalık içinde yaşanan o hiçlik neresiyse orası…

Bir denizin ortası, kıyıların en akışkan taşları, dalgaları ve minicik canlıları… 

Duyarlı bilincin dahi belli bir mesafeden uzandığı ikircikli zaman…

Susmak her derde devamı ki

Sessizlik her sorunun üstesinden gelsin

Bunca yokluğun kıyısında sözcükler ne ki, bunca çaresizliğin yamacında kurulan cümleler?

Bir evrenin geleceği, insanların yaşama olan bağlılığını eşeliyor…

Sunmak istediği etkiyi takip ediyor bir bakıma…

Ancak yine de yaşamı katlanabilir kılmanın bir yolu olmalı…

Bu kadar yalnız mıyız gerçekten, bu kadar ıssız ve bir o kadar kalabalık

Yapay toplumların ortasında mıyız, kurgusal yazışmaların, planlanmış öfkelerin

Sayfaları tırmalayan uzun ve çalışılmış cümlelerin…

Bitmeyen söyleşilerin…

Alkışlar ve ardı ardına ıskalanan kırılgan bir bilincin dışında mıyız?

Sıradanlaşmak, sığ suların bulanıklığına gömülmek mi sadece

Anlamsız durakların kuytusuna sığınmak mı yoksa?

Yaşam aldatmaz, insan kendiyle aldatır daima…

Duvarlara dönerek ve olmadık zamanda tüketerek…

Körleşmiş bir zihninin tekdüze konuşmaları gibi.

Satrancı sadece bir oyun kalıbına sığdırmak en büyük hakaret olsa gerek…

İnsanı da öyle…

Çünkü bir sesin tarifini yapmak en kolayı…

Algıyla tanımlamak, algıyla tanımlanmak…

Tüm yaşamı kırılgan bir kaygıya indirgeyen bir ağ, bir sanal oyuk, sanal karakterler…

Bireyin özne olabilme karşılığında yaşadığı o şaşkınlık hali…

Bir oyun ya da bir kurmaca

Ancak ne olursa olsun, Her kavşağı diri tutan sözcükleri ayıklamalı.. 

“Git, kapıyı aç.

   Belki dışarda

   bir ağaç, ya da bir orman,

   bir bahçe,

   ya da büyük bir kent var…” diye yazmış Miroslav HOLUB

Alkışlar ve ardı ardına ıskalanan kırılgan bir bilincin dışında mıyız sahi?

Garip bir tekerleme, düşlerimize hükmediyor durmadan.

Konuştuklarımdan da yazdıklarımdan da umut çıkaran bir tekerleme…

Hayatı bir hece işçiliğinin sınırında yaşamak nasıl bir umutsa o.

Bir süreliğine bir çocuğun oyuncağı olabilmek…

Bir süreliğine koşmak sadece,

Kaydırak ve daha birçok…

Bir canlının yüzündeki o masum gülücük…

Exit mobile version