SOKRAT VE MEDYA

Felsefenin babası sayılan Sokrat’ın yetmiş yaşlarında mahkemeye çıkarılmasının, ölümle yargılanmasının ve zehirle öldürülmesinin hikayesi bilinir. Tarihteki binlerce adaletsiz yargılamalardan biridir. Onu böylesine hatırlanır ve farklı kılan, sözlerinin gücünden ziyade savunma metnini ölümünden beş yıl sonra kaleme alan Platon’un ifade gücüydü belki de.  Son bölümde, Sokrat yargıçlara şöyle seslenir:   “Bundan sonra, bana hüküm giydiren sizlere […]

Felsefenin babası sayılan Sokrat’ın yetmiş yaşlarında mahkemeye çıkarılmasının, ölümle yargılanmasının ve zehirle öldürülmesinin hikayesi bilinir. Tarihteki binlerce adaletsiz yargılamalardan biridir. Onu böylesine hatırlanır ve farklı kılan, sözlerinin gücünden ziyade savunma metnini ölümünden beş yıl sonra kaleme alan Platon’un ifade gücüydü belki de.  Son bölümde, Sokrat yargıçlara şöyle seslenir:

 

“Bundan sonra, bana hüküm giydiren sizlere bir kehanette bulunmak istiyorum. Çünkü yaşamdan ayrılmak üzereyim ve bu an, geleceği en iyi gördüğüm andır. Yaşamlarınızın hesabını vermekten kurtulma umuduyla mahkum ettiniz siz beni, oysa tam tersi gelecek başınıza göreceksiniz. Çünkü insanları öldürerek, kötülük içinde yaşadığınızın yüzünüze vurulmasını engelleyeceğinizi sanıyorsunuz. Denetçilerden kurtulmanın, ne etkin ne de onurlu bir yolu bu; en güzeli ve en kolayı, başkalarının ağzını kapatmak yerine, olabildiğince kusursuz kılmaya çalışmaktır kendini.”

 

Kendisini bu şekilde savunup ölmeyi, aşağılık şeyler yapıp yaşamaya yeğ tutan Sokrat, yazmanın gereğine inanmayan, konuşma yoluyla gerçeği arayan ve öğretisini aktaran bir felsefeciydi. Ve insanları, ‘düşünmeye’ çağırdığı için cezalandırıldı, idam edildi. Eğer Platon tarihe bir ‘insanlık dersi’ olarak geçen bu savunmasını ‘sözden’ yazıya aktarmasaydı ‘gerçek’ kaybolur muydu? Sanmıyorum belki başka türlü hikaye edilirdi ama bir biçimde yine iz bırakırdı.

 

***

Bugün gerçekleri yazdığı, insanları o gerçekler üzerine düşünmeye çağırdığı için işine, hukuka, adalete, kendisine saygı duymayan yargıçlar tarafından cezalandırılan gazetecilerin akıbetini dehşetle izliyoruz. Tarihimizde devlet eliyle çıkarılan ilk gazeteden bu yana (1828) toplum her türlü sansüre, yasağa, haksız, hukuksuz cezalandırılmalara tanık oldu aslında. Ancak 2024’te hâlâ ve giderek yükselen bir ivmeyle artan bu baskıcı otoriter düzen, sözün, yazının, gazetecilik mesleğinin neden ‘onurlu’ olması gerektiğini düşündürüyor.

 

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), ülkedeki son bir hafta içerisinde basın ve ifade özgürlüğüne yönelik baskıların ciddi boyutlara ulaştığını vurguladı. “Gazetecilik saldırı altında” başlığı ile yayımlanan yazıda kayyum atamalarına, gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalara, tehditler ve medya kuruluşlarına yapılan fiziki saldırılara dikkat çekildi. Açıklamada son bir hafta içerisinde olanlar şöyle özetlendi:

 

 

 

 

 

 

 

 

İktidar kendisine muhalefet eden, eleştiren kesimlere göz açtırmıyor. Savcılar ellerinde hukuk sopasıyla kafasını kaldıran gazetecilerin başına vuruyor, indiriyor.

 

***

Orwell’in o meşhur söylemindeki gibi “Gazetecilik başkasının yayımlamak istemediğini yayımlamaktır. Onun dışında her şey halkla ilişkilerdir” çünkü. Ya da Alain de Botton’un son kitabı ‘Haberler’de Hegel’den yaptığı alıntının işaret ettiği gibi “Sabah gazete okumak gerçekçinin sabah duasıdır”.

 

Modern dünyada ‘sosyal medya’yla okurun gerçekle ilişkisi doğal olarak bozuldu. Gerçeği aktarmanın dili, yöntemi, sistemi de büsbütün değişti. İletişim teknolojileriyle küreselleşen dünyada artık herkes görüş bildirebiliyor, yorum yapabiliyor, bilgi aktarabiliyor.  Bu da doğal olarak haber alma özgürlüğünü kullanmak isteyenlerin zihnini iyice bulandırabiliyor. Ama hâlâ soru aynı; sosyal medya platformlarında düşüncelerini ifade ettiği için hakkında soruşturma başlatılan, evleri aranan gazeteciler, vatandaş yeterince özgür mü? Haberi topluma aktarma yöntemleri değişse de gerçeğin dili, sesi, muhtemel etkisi ve geleceği biçimlendirme gücü hiç değişmiyor.  Sokrat’ın iki bin beş yüz yıl evvel yargıçlara fısıldadığı hakikat, bugün hâlâ geçerli çünkü: “En güzeli başkalarının ağzını kapatmak yerine, olabildiğince kusursuz kılmaya çalışmaktır kendini”.

 

Sadece insan türüne özgü olan sözle, dille, yazıyla ebediyete kavuşma mucizesini, o büyüleyici yeteneği yaşarken unutuyoruz. Umudumuzu, düşüncelerimizi, hayallerimizi, duygularımızı, kültürümüzü ve ‘gerçeği’ aktaran ‘söz’ün yasaklanmasına karşı mücadele etmek her şeyden evvel ve öte bir insanlık onuru ve meselesidir.

 

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Çarşamba 25 Aralık 2024

 

 

———

Not: Tüm Hıristiyan Alemi ve Hatay ilimizdeki Hıristiyan kardeşlerimizin Noël Bayramını kutlar, başta bölgemizde ve dünyada savaşların son bulduğu, halkların kardeşliğinin hüküm sürdüğü nice bayramlar diliyorum.

Exit mobile version