Son yirmi yılın trajedisi

Siyaset, toplumun refah ve mutluluğunu sağlayacak şekilde sorunlara akılcı çözümler getirmek amacıyla yapılır. Dış politikayı, “Ulusal Çıkarlar” belirler. Ulusal çıkarların iki önemli ayağı, devletin devamlılığı (BEKA) ve toplumun refahıdır. Yani, dış politikada atılacak adım, devletin devamlılığına ve toplumun refahına olumlu katkı sağlamalıdır. Son yıllarda, dış politika iç politikanın devamı şeklinde uygulandı. Toplumda heyecan yaratmak, insanları […]

Siyaset, toplumun refah ve mutluluğunu sağlayacak şekilde sorunlara akılcı çözümler getirmek amacıyla yapılır. Dış politikayı, “Ulusal Çıkarlar” belirler. Ulusal çıkarların iki önemli ayağı, devletin devamlılığı (BEKA) ve toplumun refahıdır. Yani, dış politikada atılacak adım, devletin devamlılığına ve toplumun refahına olumlu katkı sağlamalıdır.

Son yıllarda, dış politika iç politikanın devamı şeklinde uygulandı. Toplumda heyecan yaratmak, insanları etki altında bırakmak amacıyla hamaset söylemleri öne çıktı. Oysa beş bin yıllık yazılı tarih; hamasetin, duygusallığın, ihtirasın asla bir strateji olamayacağını felaket örnekleriyle ortaya koyar.

Hayalperestlik ve ihtiras eğer başarı getirseydi; Napolyon ve Hitler Moskova’yı alır, Enver Paşa Hindistan’ı fethederdi. “Gerçekçilik” ve “Tam Bağımsızlık” ilkelerinin göz ardı edildiği son yıllar, “Stratejik Derinlik”ten “Stratejik Bozgun”a uzanan hatalar zincirinin acıklı bir hikayesine dönüştü.

Son 15-20 yılda, dış politikada yapılmaması gereken stratejik hataların hepsini yapmış olmanın yıkıcı sonuçlarını yaşıyor Türkiye.

***

2011’den 2015’e kadar Suriye’yi parçalayan ABD ile işbirliği yaptık. Oysa Suriye’nin toprak bütünlüğü, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün sigortasıdır. Esad’ı devirmek için muhalifleri destekliyoruz, maaşlarını ödüyoruz, eğitip donatıyoruz. Oysa Esad’a vurdukça, Türkiye için tehdit olan PKK/PYD terör örgütü güçlendi ve devletçik oldu. Türkiye Esad’a vurdukça, PKK/PYD terör örgütü ABD’nin hedefindeki Suriye’nin yüzde 25’ini işgal etti ve demografik yapıyı değiştirdi. Esad’a vurdukça, Türkiye sığınmacı/göçmen ülkesi oldu. Sığınmacılar istedikleri kentlerde, mahallelere yerleşti. Oysa devletin, Cumhuriyet’in ulusal güvenliği esas alan bir göçmen politikası vardı.  Sığınmacı/göçmen politikası, sosyal, kültürel, demografik yapıyı tehlikeye düşürmeyecek ve güvenlik riski oluşturmayacak şekilde düzenlenir ve uygulanır Cumhuriyetin göç politikası göz ardı edildi. 21 Haziran 1934’te Resmî Gazete’de yayımlanan Atatürk’ün iskân politikası değiştirildi. Oysa, Türkiye’yi ve toplumu koruyan yasa şöyleydi: “Sığınmacı/göçmenler/yabancılar istedikleri yere yerleşemez, ayrı mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı grubu oluşturamaz. Yabancıların bir belediyedeki nüfusu %10’u geçemez…” Bu yasayı değiştirerek, sığınmacıları/göçmenleri Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek bir konuma getirdik.

ABD ve işbirlikçileri Suriye’yi parçalamadan önce, 2011’de devletçik gücüne ulaşan PYD terör örgütü mevcut değildi. Ve Türkiye’de sığınmacı/göçmen sorunu hiç yoktu. Şimdi iki dev BEKA sorunu yaşayan bir ülke olduk.

***

Şehitlerin kanıyla yeşeren bu vatanda, 250 bin dolara (sonra 450 bin dolar oldu) gayri menkul satın alan yabancıya Türk vatandaşlığı verdik. Tek koşul, alınan gayri menkulün üç yıl süreyle satılmaması. Oysa diğer ülkelerde, bu tür yatırımlara ek olarak, o ülkenin dilini öğrenmek dahil birçok koşulu yerine getirip uzun yıllar bekledikten sonra vatandaş olunabiliyor. Türkiye’de, Türkçe öğrenmesi şart değil. Gayri menkul satın alan yabancı vatandaşlık alabiliyor ve üç yıl bekleme süresi sonunda gayri menkulü satabiliyor. Böylece, yabancı Türkçe bilmeden, hem vatandaşlık alıyor hem de üç yıl sonra sattığı gayri menkulden para kazanıyor. Yani, üç yıl satmama koşulu dışında hiçbir şart olmadan, yabancıya para kazandırarak vatandaşlık vermiş oluyoruz. (Mahfi Eğilmez, 1 Temmuz 2024 yazısı, Son On Yılda Yarattığımız Facialardan Bir Demet Yazısı). Herhalde, dünyada para kazandırarak, dil öğrenmeden vatandaşlık veren başka bir ülke yok.

Ekonomi kurallarına aykırı uygulamalarla, Ekonomik durumun geldiği nokta ise belli.

***

AB ile 2013’te göçmenlerle ilgili “Geri Kabul Anlaşması” imzaladık. AB’yi göçmenlerden koruyan, Türkiye’yi göçmen ülkesi konumuna getiren bu anlaşmayla, Türkiye’yi dünyanın en fazla göçmenini barındıran ülkesi yaptık.

Hiçbir ülke bu yükü kaldıramaz. Sığınmacılara tanınan ekonomik, eğitim, sağlıkla ilgili ayrıcalıklarla; onları Türkiye’de kalmayı teşvik eden uygulamalarla, sosyal, kültürel, güvenlik ve ekonomik alanlarda oluşturdukları tehlikeyle ABD dahil hiçbir ülke baş edemez. Türkiye, tarihi gerçeklere rağmen, ulusal çıkarlara ve güvenliğe tehdit oluşturacak politikaları uyguladı.

***

İyi ki önümüzdeki süreçte seçim var. Sığınmacı/göçmenleri ülkelerine göndermeyi somut ve inandırıcı projelerle seçmene kabul ettiremeyen siyasi parti kaybeder. Mevcut siyasi iktidar, göçmen/sığınmacı politikasını değiştirmezse ve ülkelerine göndermeye başlamazsa iktidarı tümüyle kaybeder. AB’de olduğu gibi

Atatürk’ten uzaklaşan bir Türkiye elbette gün yüzü görmeyecekti… Son yirmi yılın trajedisinin özetidir bu…

Exit mobile version