Çiftçinin, köylünün belli desteklerle kar ederek, üretime devam etmesini, üretimin kolaylaştırılmasını sağlamak yerine, tarlalarını başka gerçek ve tüzel kişilere (kiralayarak) ranta açmak? “Yaparsa AKP yapar” gerçekten! İki yıl üst üste işlenmeyen tarım arazilerinin belli koşullarda Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından gerçek veya tüzel kişilere kiraya verilmesini düzenleyen yönetmelik, Resmi Gazetede yayımlandı!
Türkiye’de, tarımsal alanda çiftçinin köylünün üretmeme, toprağı işlememe sorunu yok! Tam aksine, ürettiğini olması gereken fiyattan satamama, geçinememe sorunu var! İktidar, ülkenin her yerinden yükselen üretici çiftçinin, köylünün itirazını ve protestosunu onun elinden toprağını alarak bastırma, tarım toprağını büyük firmalara, tarım tekellerine, kim olduğu tartışmalı sivil kitle örgütlerine (bu arada Milli Eğitim Bakanının “biz tarikatları da sivil kitle örgütü kabul ediyoruz” açıklaması da hafızada tutulmalı) ranta açma yolunu seçmiş gibi görünüyor.
TARIM! Bir Beka Sorunu Olarak İnsanların Yeterli ve Güvenli Gıdaya Erişememesi!
Artan maliyetler, üreticiye yetersiz ve geç ödenen destekler, üretim alanında baskılanan ürün fiyatları, üreticinin alandan çekilmesi, tedarik zinciri ve tekelleşme sorunu, süregelen ithalat, üretimi kolaylaştırma yerine, raf fiyatlarını denetleme çabası ile ülkede tarım çökertilmiş durumda! Durum, toplum olarak, hepimiz için “doymama, beslenmeme” ile sonuçlanacak gerçek beka sorunu haline gelmiş bulunuyor
Bu sorunu yaratan koşullar ve sorumluları kimler?
Bunun sorumlusu üretim politikası, girdi politikası, destek politikası, pazarlama politikası, dış ticaret politikası, tüketicinin alım gücü politikası dâhil olmak üzere, bu zincirin bütün halkalarından oluşan ‘neoliberal tarım politikası’! Bu politikaların karar vericileri ve uygulayıcıları!
-Tarımda kamusal kitleri özelleştiren, Türkiye’yi mazotta, gübrede, yemde, tohumda, ilaçta dışarıya bağımlı hale getiren, kamuyu alandan çeken, küçük üreticiyi örgütsüz bırakarak, belli tekellerle, zincir marketlerle, tüccarlarla, çok uluslu şirketlerle baş başa bırakan, piyasayı onların belirlemesine bırakanlar, tarımsal yapı dışarıya bağımlı hale getirenle kimler ise onlar.
-Toplam destek bütçesini azaltanlar kimler ise onlar! (2006’da çıkan Tarım Kanunu’na göre “Destekler gayri sarfı milli hasılanın yüzde 1’inde az olamaz”. İlk yıllarda yüzde 6’lardı, son yıllarda yüzde 3’lere düştü.. Şu anda verilen destek miktarı 91.6 milyar. Ancak olması gereken 411 milyar TL. Yani, çiftçi toplam destek bütçesi bakımından yeterince destek almıyor.)
-Yerli üretim ve üreticiyi desteklemek yerine ithalatı önceleyen “paramız var ki alıyoruz” diyebilen, ancak pandemi döneminde buğday tedarikinde yaşanan sıkıntıları “paramız var ama yine de alamıyoruz” şeklinde ifade etmekle birlikte, yerli üretimin önceliğini ve önemini kavrayamayanlar kim ise onlar.
– -Alım fiyatlarını maliyetin oldukça altında açıklayan ve yeterli alım yapmayan, destekleri düşük açıklayan, bir yıl sonra ödeyen, çiftçinin ürününü düşük fiyatla, hatta maliyetinin altında özel sektöre satmak zorunda bırakan kimler ise onlar! Çayda da, fındıkta da, mısırda da, pamukta da, ayçiçeğinde de, tüm ürünlerde uygulanan bu politikalar ile ekili alanları, eken çiftçi sayısının azalmasına yol açanlar kimler ise onlar!
-Artan üretim maliyetini karşılamak ve üretime devam etmek için küçük üreticiyi arazisini, tarlasını ipotek etme karşılığında. Bankadan kredi, tarım krediden borç kullanmak zorunda bırakanlar kimler ise onlar! . (Çiftçinin takipteki kredi miktarı da 2.5 milyar TL. Bankalar dışında tarım kredi ve özel sektöre olan borçları da eklenmesi halinde şu an çiftçi borcu 850 milyar TL gibi oldukça yüksek düzeylerde bulunuyor!)
-Uzun vadeli yönlendirici desteklerle dayalı tarımsal üretim planlamasını yaşama geçirmeyenler kimler ise onlar!
Bu gidişat değişebilir mi?
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez’in saptadığı gibi: “Genel ekonomi içerisinde tarımın zorunlu yeri ve stratejik rolü ile hak ettiği noktaya getirilmesi” ancak, ülke düzeyinde üretimi ve üreticiyi koruyan kamucu tarım politikalarının belirlenmesi ve yönetimlerde işin ehli uzman kişilerin, liyakate dayalı kadroların olmasına bağlı.
Ancak, siyasal iktidar ve yapısal/ işlevsel unsurlarıyla dayandığı ekonomik yapı, bu planlamayı gerçekleştirebilir mi? sorusu, belirleyici durumda. Bunu ancak çok farklı bir anlayışa dayalı, siyasal ve toplumsal yapının gerçekleştirebileceği gerçeği, herkes için tarihsel bir sorumluluğu ortaya koymakta.
HATAY’IN ÖNCELİKLİ DURUMU!
6 ve 20 Şubatta gerçekleşen depremler sonrasında en büyük can kaybı ve yıkımı yaşayan kent olan Hatay’da, özellikle Antakya, Samandağ, Defne, İskenderun, Arsuz, Kırıkhan ilçelerinde tam anlamıyla bölgesel bir çöküş gerçekleşmiş durumda. Binlerce insan yaşamını yitirdi, binlerce kişi sakat kaldı, insanlar evlerini, sermayelerini, işyerlerini, makine ve üretim araçlarını, donanımlarını, tüm ekonomik üretim değerlerini ve gücünü kaybetti. Kentin üretim yapısı derinden etkilendi.
2022 yılı vergi rakamlarına göre Türkiye’nin en çok vergi veren 7. kenti olan Hatay; TÜİK’in 14.08.2024 tarihinde açıklamış olduğu “2023 İç Göç İstatistiklerine” göre deprem sonrasında, 164 bin 247 kişi ile, deprem yaşayan kentler arasında, en çok göç veren deprem kenti ve ülke bazında da üçüncü kent oldu! (İstanbul ve Ankara’dan sonra)
Hatay’ın Depremi Sürüyor!
Hatay halkı olarak bizler, depremin üzerinden “on sekiz ay” geçmiş olmasına karşın; kişisel/toplumsal güvenlik sorunundan, güvenli ve sağlıklı kalıcı barınma olanaklarının sağlanmasına; temiz su ihtiyacından, sağlıklı ve yeterli gıda temini ve sürdürülebilirliğine; sabun, su, tuvalet vb. hijyen koşullarına sahip olmaktan, doktor, hastane, aile sağlık merkezi ve ilgili alt yapısıyla sağlık hakkına erişim sorununa; yıkımların yarattığı çevre felaketinden, atıkların mevzuata aykırı toplanması ve ayrıştırılması ile yarattığı olağanüstü tehlikeli ve kalıcı kimyasal kirlilikten, “ÇED gerekli değildir” kararlarıyla açılma izni verilen 54 adet taş ve iki adet maden ocağının yaratacağı patlama gürültüleri, milyonlarca metreküp toz ve yeraltı suyu kayıplarına, şehir içinde yerleşim yerleri arasında, okul binalarının, su kaynaklarının yakınına keyfi olarak kurulan beton santrallerinin yaratacağı toz ve hava kirliliğinin neden olduğu ve olacağı çok boyutlu sağlık sorunlarına; deprem dirençli yapılaşmanın gerektirdiği mikro bölgeleme ve statik, jeofizik ölçümler yapılmadan girişilen “ihaleci inşaat” mantığının yarattığı yaşamsal tehlikelere, evlerinizi “devlet olarak biz inşa edeceğiz” söyleminden, “biz para verelim vatandaş kendisi inşa etsin” söylemine evrilen, şimdi ise, bütünüyle keyfi kararlarla verilen “rezerv alan” ilanlarıyla “mülksüzleştirme” tedirginliği yaratan, hukuken belirsiz ve şeffaf olmayan süreçlerin derinleştirdiği barınma krizine; kültürel doku ve mirasın korunmasından, sanayicinin, esnafın, üreticinin çiftçinin, hizmet sektörünün mali ve finans sorununa, halkın geçim derdine, esnafın ödemesi gelmiş kredi, vergi, prim, harç borçlarına, halk “olağan yaşam koşullarındaymış gibi” ödenmesi istenilen elektrik, doğalgaz faturalara; her kademe memur, öğretmen, doktor ve görevli personelin tayin ve görevlendirme sorunundan, görev yapacakları depreme dayanıklı, güvenli okul, hastane, konteyner vb. ihtiyaçlarının karşılanmasına; güvenli ve ucuz ulaşımın sağlanması, ilgili alt yapının sorunlarının giderilmesi ve sağlıklı hale getirilmesine, 9 Eylül’de başlayacağı belirtilen eğitim öğretim döneminde, sorunları çözülmüş, yapısal güvenliği sağlanmış yeterli sayıda okulun hazırlanmasına, halkın artan travma ve stres ile baş etmesini sağlayacak olanakların yaratılmasına, “kayıtlı oldukları yerde bulunamayan” 730 bin Sureyeli’nin tartışma yarattığı koşullarda, başta Suriyeli’ler olmak üzere göçmen deposu haline getirilen kentin bozulan sosyal, kültürel dengesinin yarattığı tedirginliğe kadar… Çok yönlü çok boyutlu yaşamsal sorunlar içindeyiz
Deprem ve sonrası bu koşullar, bu sorunlar ve bağlantılı tüm konularda kamucu somut talepler ve faaliyet programları üretmeyi öncelikli ve zorunlu kılıyor!
Bu kapsamda Hatay halkı, yaşam koşullarının sağlıklı hale getirilmesi ve iyileştirilmesi ile birlikte; sanayinin, küçük sanayinin, ticaret, turizm, KOBİ, hizmet sektörü ve tarımsal faaliyetler desteklenerek, üretimin sağlanmasını bekliyor. Çiftçi ve köylüye mazot, tohum gübre, damızlık hayvan, ürün desteği ve karşılıksız destek ödemesi yapılmasını, yerel ürünlerin ülke pazarlarına taşınmasını, tarım alanlarının ekilmesinin bir şekilde sağlanmasını ve hayvan varlığının korunmasını talep ediyor!
Sektörlerin desteklenmesini, ucuz kredi, belli sürelerle vergi muafiyeti, arazi, yatırım ve ihracat teşviki gibi destekler sağlanmasını vergi, prim harçların ,-olağan koşullar sağlanana kadar-ertelenmesini, üretimin ve istihdamın sürdürülür hale gelmesini istiyor ve bekliyor! (Bu koşullarda söz konusu beklentinin karşılanması; istihdamın sürdürülmesi, kentin yeniden oluşumu ve ayağa kalkması, halkın olağan yaşam koşullarına kavuşması açısından yaşamsal önem ve önceliktedir. Bu bakımdan sektörel bazda vergi ve prim muafiyeti sağlayan “Mücbir Sebep” halinin en az iki yıl daha uzatılmaması, 31Agustos tarihinde sona erecek olması, Hatay’ın ve diğer deprem kentlerinin yıkımını sürekli kılma sonucunu yaratacaktır.)
Ancak, halk bunları beklerken, deprem sonrası süreçte; tarım alanları, orman arazileri, zeytinlikler sistematik olarak, hukuka aykırı şekilde imara açılmakta. Dikmece örneğinde olduğu gibi; tarım alanları ve zeytinlikler, kamu yararı olmaksızın, acele kamulaştırma kararları ile yer tespitlerinin neye göre ve hangi gerekçelerle yapıldığı da kuşkulu bir şekilde, hukuk genel ilkelerine, mevzuata ve mülkiyet haklarına aykırı olarak ellerinden alınıyor, açılan davalarda verilen yürütme durdurma kararları da uygulanmıyor.
Defne örneğinde olduğu üzere, herhangi bir yazılı idari işlem, kamulaştırma kararı olmadan, mülk sahiplerine tebligatlar dahi yapılmadan, hukuka aykırı idari işlemi yapan birim belli olmaksızın, afeti yaşayan köylünün geçim kaynakları olan tarlaları, TOKİ’nin inşa ettiği konut alanlarına (mevcut yol olmasına karşın) ulaşımı sağlayacak yol yapma gerekçesiyle, ellerinden alınıyor, asırlık zeytin ağaçları sistematik olarak sökülüyor. (Amik Ovası’na kurulmuş olan Hatay’da sadece 2021 yılında, il toprak koruma kurulu tarafından 2700 dekar araziye amaç dışı kullanım izni verilmiş olduğu, bunun yüzde 16.7’si konut için talep edildiği; 2005-2020 döneminde Hatay’da tarım alanlarında yüzde 16.9 oranında azalma olduğu düşünüldüğünde, uygulamaların tarım üretimi ve istihdamı açısından gelecekte yaratacağı sonuçlar daha iyi anlaşılır)
Çevre Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan imar planları, İskenderun örneğinde olduğu üzere, TOKİ ve kamu binaları yapımı gerekçesiyle değiştiriliyor, kendilerine bilgi vermeden ve onay almadan bazı köylülerin arazileri parçalara bölünüyor, hisse payları başka yerlere dağıtılıyor, mülkiyet hakları yaygın olarak ihlal ediliyor.
Şimdi de, bu yönetmelik kapsamında, depremzedelerin yaşam kaynakları olan tarlalarının, topraklarının “kiralamak” adı altında, birilerinin talanına açılması gündeme gelebilir! Hatay halkı, artık “deprem içinde deprem” yaşatılmasına razı olmayacak! Her koşulda tarlalarına, yaşam ve üretim alanlarına sahip çıkacak!
Hukukçu/Akademsiyen