Tarihin kıskandığı liderin hüzünlü vedası: “Beni Hatırlayınız”

Savaş Tarihi’nin en büyük komutanları, Büyük İskender, Hannibal, Sezar, Napolyon kıskanmışlar mıdır bilinmez ama iyi komutan olduklarından Atatürk’ün önünde büyük saygıyla eğilmişlerdir. Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü arşivinde yedi beyaz sayfa… Üzerinde Atatürk’ün el yazısı… Bu sayfalar, 29 Ekim 1933 günü Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümü kutlanırken Ankara’da, Hipodrom’da milletine konuşan liderin elindeydi. Atatürk, milletine geçen yılların hesabını veriyor […]

Savaş Tarihi’nin en büyük komutanları, Büyük İskender, Hannibal, Sezar, Napolyon kıskanmışlar mıdır bilinmez ama iyi komutan olduklarından Atatürk’ün önünde büyük saygıyla eğilmişlerdir.

Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü arşivinde yedi beyaz sayfa… Üzerinde Atatürk’ün el yazısı… Bu sayfalar, 29 Ekim 1933 günü Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümü kutlanırken Ankara’da, Hipodrom’da milletine konuşan liderin elindeydi. Atatürk, milletine geçen yılların hesabını veriyor ve yapılacakları işaret ediyordu. Bu yedi sayfayı gece yazmıştı. Birinci sayfa: “Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız” sözleriyle başlıyordu. İkinci cümle, “Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun.” şeklinde devam ediyordu.

Son sayfada, son cümle: “Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne Mutlu Türküm diyene!” sözleriyle bitiyordu. Bu son cümleden önce, Atatürk’ün sesinden duymadığımız, ancak kâğıda yazdığı şu sözler duygu yüklü, hüzünlü bir vedanın kâğıda dökülmüş gözyaşlarıydı aslında: “Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni beşeriyetten (uygar insanlık âleminden) dileğim şudur: Beni hatırlayınız!” Atatürk, taslak olan konuşma yazısını düzeltirken, bu cümleye geldiğinde duygulanır. O anda, yanında bulunan Hikmet Bayur’un da etkisiyle, bu mutlu günde milletine veda anlamı vereceğini düşünerek bu cümlenin üzerini çizer ve 29 Ekim günü, Hipodrom’da törende okumaz.

VASİYETİNE SON ŞEKLİ VERDİ

8 Haziran 1938 günü doktor çağrılır. Hastalık kötüleşmiştir. Bu arada, Hatay’a Türk askerinin giriş tarihi kararlaştırılır. Hatay, O’nun son davasıydı, ancak kendisini de bitirmişti. Hatay denildiğinde; mükemmel stratejik öngörüsü, kararlı, onurlu ve son derece istikrarlı dış politikası ile Atatürk akla gelir. Tek kurşun atmadan, Hatay Türkiye’ye katılır. 5 Temmuz 1938 günü, Türk askeri Hatay’a girer. Milletinin lideri, Türk askerinin Hatay’a giriş zaferini kutlamak için çocuk coşkusuyla küçük bir motorla boğazda gezintiye çıkar. Ateşi 39 dereceyi aşmış ve artık yatağa düşmüştü.

28 Ağustos 1938… Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda hasta yatağındadır. Sabiha Gökçen’i kabul eder. Hüzün dolu gözlerle şunları söyler: “30 Ağustos’u bensiz kutlayacaklar! Oysa o kadar isterdim ki törene katılmayı… Çocuklarımızı görmeyi, modern araç ve gereçlerle donatılan ordumuzun geçişini görmeyi… Biliyor musun Gökçen, bayrağımızı da özledim; onun şöyle anlı şanlı dalgalanışını, göklerle bütünleşmesini…” Savaş tarihinin kıskandığı Başkomutan, son 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda hasta yatağında olmanın büyük üzüntüsü içindedir…

5 Eylül 1938 günü vasiyetine son şeklini verir… Cumhuriyet’in Onbeşinci yıldönümü törenlerine katılmak ve Ankara ile son kez kucaklaşmak arzusundaydı. Belki, beş yıl önce Onuncu Yıl kutlamaları konuşma metninde üzerini çizdiği, “Beni Hatırlayınız” cümlesini bu kez söyleyecekti. Fakat, ne yazık ki yolculuk yapması mümkün değildi.

28 Ekim 1938… Atatürk’ün, Sabiha Gökçen’i kabulü ve söyledikleri: “Yarın bayram değil mi Gökçen? Bu günü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. Beni Cumhuriyet Bayramı’nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum.” “En büyük eserim Cumhuriyet’tir” dediği ve Türk gençliğine emanet ettiği bu en önemli günde, çok sevdiği milletiyle birlikte olamıyordu. Sayılı günleri kaldığının farkında mıydı bilinmez ama tarihin akışını değiştiren lider için büyük bir ızdıraptı…

NOT DEFTERİNE SON SÖZLERİ YAZILDI

8 Kasım 1938 Salı, saat 19.00 suları… Atatürk ağır, ikinci ve son komaya girmiştir. Başucunda bulunan Dr. İrdelp’e dikkatle bakar ve “Aleykümselam” deyip kendinden geçer. 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 8.00’de, Dr. Mehmet Kamil Berk ve Dr. Nihat Reşat Belger Atatürk’e serum verirler. Saat 9.00 olduğunda, göğsü hızla inip kalkmaya başlar. Tarihin kıskandığı Muzaffer Başkomutan, son beş dakikasında dünyaya veda ediyordu. Saat 9’u 5 geçe… Atatürk, birden deniz mavisi gözlerini açtı. Sonra, başını sağa çevirdi ve sonsuzluğu karıştı. Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak hıçkırarak diz çöktü, sağ elini yüzüne gözüne sürdü, ellerinin arasına alıp öptü. Soyak’ın ardından Muhafız Birlik Komutanı İsmail Hakkı Tekçe de aynı eli öptü ve yorganın içine koydu. Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Atatürk’ün açıkgözlerini kapattı. Doktor Berk çenesini bağladı. Nöbet Defteri’ne şu son sözler yazıldı: “Saat 9’u 5 geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.”

Atatürk’ün yaveri Salih Bozok, bilinçsizce sarayın merdivenlerinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu odaya geçip kapıyı kapattı. Az sonra içeriden tek el silah sesi duyuldu. Odaya koşanlar onu kanlar içinde buldular. Kalbine sıktığı tek kurşunla devrilmişti.

10 Kasım 1938 günü, Atatürk’ün ölümünün hemen ardından Hıfzıssıhha Enstitü Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel tarafından yüzünün ve sağ elinin mulajı yapıldı.

CENAZE NAMAZI KILINDI

Atatürk’ün defin töreni yapılıncaya kadar naaşının korunması için, 11 Kasım 1938’de Prof. Dr. Lütfi Aksu tarafından tahnit yapıldı.

Atatürk’ün cenaze namazı, 19 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nın tören salonunda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Cenaze namazından sonra, Atatürk’ün tabutu Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak top arabasına konuldu ve Ankara’ya uğurlandı.

“BÜYÜK İSKENDER, SEZAR, NAPOLYON AYAĞA KALKIN…”

Mustafa Kemal, Savaş meydanında iki kez ölümden dönmüştü. 10 Ağustos 1915’te, 34 yaşındadır, Çanakkale’de Conkbayırı’nda düşman mermisiyle yaralanır. 12 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Muharebesi’nde kaburga kemikleri kırılır.

General Birdwood, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in karşısında savaştığı İngiliz generaldir. ANZAC Komutanı olarak iyi savaşmasıyla ün kazandı. Mareşalliğe kadar yükseltildi. Birdwood, 21 Kasım 1938’de, Ankara’daki Atatürk’ün cenaze törenine ayağı şiş olduğu halde, doktorların karşı çıkasına rağmen katıldı. Düşman generalin, Çanakkale’de savaştığı ve yenildiği Mustafa Kemal Atatürk’e duyduğu saygı derecesinin bir ölçüsüydü bu… Savaş Tarihi’nin hüzünle tamamlanmış melodisinin, esen o iniltili sesin son selam duruşudur bu… Bir İngiliz mareşalinin, yenildiği düşman komutanına karşı muhteşem bir saygı duruşudur bu…

Büyük Taarruz’da, Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından esir alınır… Yunan General Trikopis, Atatürk’ün ebediyete intikal edişinden sonra ömrünün sonuna kadar, her Cumhuriyet Bayramı’nda Türkiye’nin Atina Büyükelçiliğine gider ve Atatürk resminin önünde saygı duruşunda bulunur. Tarihin, böyle bir örneği kaydetmediği bir saygı duruşudur bu…
Dönemin Yunanistan Başbakanı Venizelos, 12 Ocak 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir.

Asaf İlbay, İtalya’dan dönerken, Atatürk’ün ebediyete intikal ettiğini duyar. İlbay, derhal İstanbul’a hareket eder. İstasyonda bir Türk vatandaşı, bir İtalyan gazetesinde İtalyan profesörünün Atatürk için yazdığı yazıyı tercüme eder: “İskender, Sezar, Napolyon ayağa kalkınız, büyüğünüz geliyor.” Atatürk’ün dünya savaş tarihinin en iyi komutanı olduğu, bu yedi sözcükle anlatılmıştı. Aristo’nun öğrencisi, kendi döneminde dünyanın yarısını fetheden Büyük İskender; dünya tarihinin en etkili ismi Sezar; 62 savaş gören Napolyon kıskanmışlar mıdır bilinmez ama iyi komutan olduklarından Atatürk’ün önünde büyük saygıyla eğilmişlerdir.

EN YAKIN ARKADAŞI KİTAPTI, AĞACI ÇOK SEVERDİ

Okumak, O’nun vazgeçilmez bir parçasıydı. Yaşamında, yaklaşık yaklaşık beş bin kitap okudu. Bu sayıya çeşitli kütüphanelerden ödünç aldığı kitaplar dâhil değildir. Bu büyük işleri nasıl başardın? diye soranlara: “Ben fakirdim, çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim, şu anda yaptığım işlerden hiç birisini yapamazdım.” cevabını vermişti.

Ağacı severdi, çevreciydi. 1930 yılı Haziran ayında bir gün Yalova Köşkü’ne geldiğinde, ulu bir çınar ağacının köşke zarar veren dallarını kesmek üzere kendisinden izin isterler. Atatürk, ağacın dalının kesilmesini reddeder ve köşkün kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılmasını emreder. Çalışmaları bizzat takip eder ve 8 Ağustos 1930 günü saat 15.00 civarında Köşk raylarla yürütülür. Bina, üç günde 4 metre 80 santimetre kaydırılır ve ağaç kurtarılır.

KADINA HAKLARINI VERDİ, TÜRKİYE’Yİ BM’E DAVET ETTİRDİ

Türk kadınına seçme ve seçilme özgürlüğünü 1934 yılında verdi. 1935’te 18 kadın milletvekili meclise girdi. Fransa ve İtalya kadına seçme, seçilme özgürlüğünü 1946’da, İsviçre 1971 yılında vermiştir. 8 Şubat 1935’teki kadınların milletvekili seçilme hakkının verildiği ilk milletvekili seçimlerinde 383 erkek, 18 kadın milletvekili seçilmiştir. Bu %4,8’lik oran, 2007 yılına kadar kadınların mecliste temsil edildiği en yüksek orandır.

29 Ocak 1923’te, Latife Hanım’la nikâh kıyılır. Vatandan, milletten başka sevgili bilmeyen Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün evliliği 5 ağustos 1925’e kadar iki buçuk yıl sürer… Mustafa Kemal Atatürk, bir gün kardeşi Makbule’ye şöyle diyecektir: ¨Beni iki kadın çok sevdi, biri yalnız ben olduğum için, o Fikriye’dir; öteki de mevkiim için o da Latife Hanım’dır.¨

TÜRKİYE DAVETLE MİLLETLER CEMİYETİ’NE KATILIR

Dünyanın saygı duyduğu, ülkesinin ve milletinin itibarını en üst düzeye çıkaran bir liderdi. 1932 yılında Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne (Birleşmiş Milletler) girmek istiyordu. Fakat Atatürk, katılımın Türkiye’nin başvurusuyla değil Milletler Cemiyeti’nin davetiyle yapılmasını istedi. Bunun üzerine, Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri, Türkiye’nin üye olma şeklini görüşmek için Genel Kurulu, 1 Temmuz 1932 tarihinde toplantıya çağırır. Ülke temsilcileri, Milletler Cemiyeti’ne üye olması için Türkiye’ye davet yapılmasını oybirliği ile kararlaştırdı ve Türkiye Cumhuriyeti, tüm üyelerin daveti üzerine Milletler Cemiyeti’ne katıldı.

UNESCO’NUN ATATÜRK TANIMI

Atatürk’ün doğumunun 100’üncü yılının tüm dünyada kutlanması konusu, 1978 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nde (UNESCO) görüşülmüş, 152 ülkenin katıldığı oylamada tüm ülkelerin oy birliği ile bir bildiri yayımlanmıştı. Bildiride, UNESCO, 1981 yılının Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılı olarak ilan edilmesinin gerekçesini şöyle yazar: “Atatürk kimdir? Atatürk, uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında; renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu.” Muhteşem bir anlatım…

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: ¨Eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır¨ diyerek, Atatürk’ün hizmetlerini bir cümlede anlatmış oldu.

Başbakan Celal Bayar’ın 12 Aralık 1938’de söylediği şu sözler, Atatürk’ün ölümsüzlüğünü kanıtlar gibiydi: ¨Atatürk seni sevmek Türk milleti için milli bir ibadettir.¨

Osmanlı Devleti’nin 1683’te başlayan geri çekilişini ve felaketle sonuçlanan toprak kaybını, 238 yıl sonra 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nde durduran Savaş Tarihi’nin en büyük strateji ustası ve komutanıdır Atatürk. Mücadelesi sadece ulusunun değil, tüm ezilmiş milletlerin kaderine damgasını vurdu. Ve gerçekleştirdiği mucize devrim, yaşadığı çağa yön verdi.
Atatürk’ün Cumhuriyet’i, Anadolu’nun yoksul bir köyünden kimsesizleri cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve genelkurmay başkanlığı makamına çıkaran rejimin adıdır… Liyakat ve fırsat eşitliği demektir…

Atatürk, eğer 10 Kasım 1938’de gerçekten ölmüş olsaydı, 82 yıl sonra bugün hala onu öldürmek isteyen bu kadar çok tarih nankörü olur muydu?…

Ve, tarih nankör değildir, bir hizmeti asla unutmaz…

Atatürk; akıl, bilim, tam bağımsızlık, antiemperyalizm ve umut demektir… Ve Atatürk, bu milletin ebedi lideridir…

Kaynakça:
Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AAM, 2015; Hikmet Bayur, Atatürk’ten Anılar, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 1981.
Hikmet Özdemir, Atatürk’ü Yeniden Düşünmek, 2008.
Bilal N.Şimşir, 10 Kasım Günlüğü, 2014; Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2011.
Sabiha Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Hazırlayan Oktay Verel, 1982.
Yüksel Mert, Bilinmeyen Atatürk, 2010.
İ.Güntürkün Kalıpçı, Her Yönüyle İnsan Atatürk, 2004; Esprileri ile İçimizden Biri Atatürk, 2007; Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, 1.Cilt, 2014.
Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Düşünce ve Davranışları ile Atatürk, 2009.
Asaf İlbay, Çocukluk Arkadaşım Atatürk; Milliyet.com.tr, 28.10.2010.
Naim Babüroğlu, 22 Gün 22 Gece Sakarya, 2020.
Naim Babüroğlu, Kemalyeri, 2017.

Exit mobile version