M.Ö.209 yılında, Hun İmparatorluğunun başına geçen Mete, ilk düzenli orduyu bu tarihte kurdu. M.Ö.209 yılı, Türk Ordusunun kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Yani, Türk Ordusu 2.233 yıllık köklü bir tarihe sahiptir. Tarihte, Türk devletlerinde sivil ve asker ayrılığı yoktu. Ordu halk, halk ta ordu gibi yaşardı.
Atatürk; “Ordu, milletin bir parçasıdır”, “Milli Ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze çarpan temsilcisidir”, “Ordumuz, Türk Birliğinin, Türk Kudret ve Kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir”. diyerek ordu ile milleti bir tutmuştur.
Atatürk, siyasete bulaşmış bir ordunun felakete yol açtığını Balkan Savaşı’nda (Faciası) bizzat yaşamıştı. Bu yüzden, ordunun siyasetin dışında tutulması gerektiği ilkesini her fırsatta vurgulamış ve uygulamıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasetin dışında tutulması konusu, kanunla da düzenlenmiştir. Türk Ulusu, işte bu özellikleri taşıyan Türk Ordusu’na her zaman güvendi ve kendisinden bir parça olarak gördü. Ülke içinde en güvenilir kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri idi.
***
2002 yılından sonra, kırılma noktaları yaşandı… 4 Temmuz 2003’te, Amerikalılar tarafından Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildi. Bu olay, orduyu seven milleti çok üzdü. Bir travmaydı. Dönemin siyasi iktidarı AK Parti hükümetiydi, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. ABD’ye karşılık verilmedi. Oysa Atatürk’ün ordusuna uzanan bu el kırılmalıydı. Yapılmadı…
Milletin zihninde soru işareti yaratan diğer bir olay, 2007’de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Başbakanla yaptığı ve bugün de sır olan Dolmabahçe görüşmesi idi. Görüşmenin gizli tutulması, Türk Ordusu’nun komutanına karşı güvensizliğe neden oldu. Bu da kırılma noktasıydı…
Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk gibi tarihin en hukuksuz davaları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün eserlerinin yerle bir edilmesini hedefleyen CIA güdümlü bir darbeydi. Bu darbeyle, köklü bir tarihe sahip TSK’ya karşı, milletin var olan güveni zedelendi. 2225 yıllık tarihe sahip TSK, Askerlik Andı’na sadık, Atatürk’e ve Cumhuriyete bağlı iyi yetişmiş seçkin personelini “hukuksuz” olduğu aşikâr olan bu kumpasta savunamadı ve kaybetti. Yerlerine FETÖ’cüler geldi. Oysa, 1907’de kurulan Fenerbahçe Spor Kulübü, FETÖ’ye karşı daha dik durdu ve boyun eğmedi. Dönemin Genelkurmay Başkanı, “Kasaptaki ete soğan doğramam” diyerek tasfiyeyi seyretti. Bazı üst düzey komutanlar, “hukuka, yasalara saygılıyız” diyerek kumpasa destek oldu. TSK’da FETÖ elemanları tercih edildi, Askerlik Andı’na bağlı askerler tasfiye edildi. Ve sonra, 15 Temmuz 2016’da tercih edilen FETÖ elemanları tarafından hain darbe girişimi yapıldı. Komutanların bazıları, en yüksek sicil verdikleri, general/amiral yaptıkları, bir üst rütbeye yükselttikleri ve kritik görevlere atadıkları müritler tarafından esir alındı. Aslında, FETÖ bu dönemde sızmadı, bilerek kollandı ve tercih edildi.
***
CIA güdümündeki FETÖ, Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve Türk Ordusu’na balyozla acımasızca vururken, “Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sancılar bir taraftan doğum sancısıdır, bir taraftan bağırsaklarını temizlemesidir.” (1) diyen siyasi iktidarın üst düzey temsilcisi oldu.
Kumpas davaları sürecinde özellikle 2011’den itibaren, “Cumhuriyet Ordusuna Sadakat”e ve “Kutsal Silah Arkadaşlığı”nı elinin tersiyle iten bazı komutanlar da oldu. Oysa, İç Hizmet Yönetmeliğinde, “Her Askerde Bulunması Gereken Ahlaki ve Manevi Nitelikler”den “Cumhuriyete, Yurda ve Millete karşı sevgi ve bağlılık” birinci özellikti. (2)
***
Ve sekiz yıl sonra… 30 Ağustos 2024 günü Kara Harp Okulu mezuniyet töreni sonrası, geleneksel olarak yapılan teğmenlerin “Subay Yemini” töreninde, birincilikle bitiren teğmen arkadaşlarına yemin ettirir: “Ant içeriz ki; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk İstikbalinin evlatlarıyız! Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacak ve şerefimizle öleceğiz! Ne mutlu Türküm diyene!” Teğmenler, ardından topluca “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykırılar. Teğmen olarak mezun oldular, şimdi Kahraman Teğmen oldular.
Türkiye’yi bölmek isteyenlerle ve Türk düşmanlarıyla işbirliği yapanlar, bu geleneksel “Subay Yemini”nde söyledikleri, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ifadesi üzerinden teğmenleri linç girişiminde bulunuyorlar. Hakaret ediyorlar Bu işbirlikçiler, toplumun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor. Bunlar, geçmişte işgalcilerle birlikte, Millî Mücadele karşısında yer aldılar. Yakın dönemde, CIA ve FETÖ’yle işbirliği yaptılar. Kahraman TSK’yı, Kumpas davalarıyla CIA ve FETÖ’yle birlikte tasfiye ettiler. 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin taşlarını döşediler. Şimdi, teğmenler üzerinden linç kampanyası yaparak, yine Türkiye düşmanlarıyla işbirliğini sürdürüyorlar. Teğmenleri linç edenler incelendiğinde, çoğunun geçmişte FETÖ’yle bağlantısı olduğu ortaya çıkar.
Teğmenler, Askerlik Andı’na bağlı olduklarını, bu “Subay Yemini”yle dile getirmişlerdir. Ceza değil ödüllendirilmeleri gerek. Millî Savunma Bakanlığı, bu teğmenlere karşı linç girişimini yapanları, yargıya taşımalı ve en ağır cezayı almalarını sağlamalı.
***
Teğmenleri linç etme girişiminde bulunanlar, Türk İstiklal Savaşı’nda vatanın ve milletin namus ve şerefini kurtarmak için kahramanca savaşanların yanında mı yer alırlardı yoksa işgalcilerle mi işbirliği yaparlardı?.. Cevabı siz değerli okurlara bırakıyorum…
Türk tarihinin özeti nedir diye sorarsanız: Siyasete ve tarikata bulaşmış bir ordu çöker. Ordu çökerse, devlet yıkılır ne vatan kalır ne de makam. Atatürk’ten uzaklaşan bir Türkiye, kesinlikle gün yüzü görmez, çöker. Türkiye’yi parçalamak isteyenler de, böylece hedeflerine ulaşırlar. 15 Temmuz hain darbe girişimi üzerinden sadece sekiz yıl geçti. Hiç mi ders almadınız?.. O gece, Atatürk posterinin, siyasi iktidar partisi binasına asıldığını ne çabuk unuttunuz?..
**
Atatürk, yarbay rütbesinde, 1914’te Sofya’da Askeri Ataşe iken “Subay ve Komutanla Söyleşi” adlı bir kitap yazar. Kitapta: “Ordunun can damarı olup birçok geleneklere bağlı olarak gelişen ve tam olgunlaşan askeri disiplin duygularını, bugün Osmanlı Ordusu subayları içinde, gerçek anlamda görmeği istemek, insanın ruh halini bilmemek demektir.”(3) ifadesi, Balkan Harbi sonrası, askerlik sanatından uzaklaşmış ve siyasete bulaşmış Ordu’nun durumunu yansıtıyordu. O Ordu, içten çökmüştü ve Atatürk’ün doğduğu şehri, Selanik’i tek kurşun atmadan düşmana teslim etmişti. Aynı Atatürk, aynı orduyla iki yıl sonra Çanakkale’de destan yazar. Çünkü, orduda siyaset değil, vatan sevgisi öne çıkmıştı…
Aklınızı başınıza devşirin… Ordu çökerse, ekmek bile bulamazsınız…