Atilla Aşut, şair, yazar ve gazetecidir. Günümüzde dil konusunda yazan sınırlı sayıdaki aydınlarımızdan biridir.
Sayın Aşut, Birgün Gazetesi’nde köşe yazarıdır. Tüm yazılarını dikkatle okurum.
Son yazısında çok önemli bir konuyu dile getirdi: “Bir dönem gazetelerde Türkçe konusunda yazanlar vardı. Şiar Yalçın, Hakkı Devrim, Feyza Hepçilingirler, Necmiye Alpay ve daha başkaları… Yaklaşımları birbirinden farklı da olsa, Türkçenin sorunları üzerine uyarıcı, düşündürücü yazılar yazıyorlardı. Bazıları ayrıldı aramızdan. Yaşayanlar ise gazete yazarlığını bıraktı, daha çok kitap çalışmalarına yöneldiler…”
Yazının bir bölümünde, bir okura verdiği yanıtta, TDK’nın bundan sonra Yazım Kılavuzu çıkarmayacağını belirtmiş.
İnanası gelmiyor insanın böyle bir kurum Yazım Kılavuzu çıkarmayıp da ne yapacak?
30 yıla yakın öğretmenlik hayatımda Yazım Kılavuzu’nu, Türkçe Sözlük’ü yanımdan hiç ayırmadım ve her öğrencime aldırdım. Hatta ilkokul çocuklarının bile çantasında bunlar mevcut.
Çinli filozof Konfüçyüs’e sorarlar: “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
Konfüçyüs cevap vermiş: “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü, dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de, Türkçeyi korumak amacıyla yayınladığı ünlü fermanında: “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dilinden başka dil kullanmaya” diyor.
“Dil, değerlendirir insanı, onunla mutluluğa erer,
Dil, değerden düşürür insanı, dili yüzünden başı gider.” diyor, Yusuf Has Hacip
Şemsettin Sami Osmanlıcayı, “Türk’e okusak anlamaz, Arap’a okusak anlamaz, Acem’e okusak anlamaz, öyleyse bu dil ne dilidir..” diye tarif eder.
Büyük dünya şairi Nazım Hikmet, Anadolu halkının benimsediği, hatta İran yazınından kaynaklanmakla birlikte, kendine bağrından çıkan âşıklarla özdeşleştirdiği Ferhat’a şunları söyletir: “Sen yakından da uzaktan da, her zaman, her mekânda, konuştuğum dil gibi, Türkçe gibi güzelsin,” Şirin.” Ferhat’ın Şirin’e tutkusu, Aslı’sına kavuşamayan Kerem’i yakıp kül eden ateş, Nazım’ın Anadolu halkına ve her gün biraz daha genişleyen yatağında durularak, gittikçe güzelleşerek akıp giden Türkçeye duyduğu sevgiye eştir.
Yine Nazım bir mektubunda: “Dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki en başta gelenlerinden olan Türkçeyi severek yazmak. Böylesine büyük, böylesine yararlı bir sevginin içinde, bilincin, dünyayı haklıdan, doğrudan ve güzelden yana değiştirme isteğinin de bulunması gerektiğin inanıyorum.”
Yüce Atatürk’ün dilimize bakış açısının en büyük göstergesi, “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” sözüdür.
Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulup, kendi benliğini bulması için her çabayı gösteren Atatürk, bu düşüncesinin gelecek kuşaklara da yön vermesini düşünmesi sonucu önce Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurmuş, bu cemiyeti de 1932 yılında Türk Dil Kurumu’na dönüştürmüştür.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde dil ve tarih, Atatürk’ün en çok önem verdiği olgulardı. Zira Uluslaşmanın en önemli temellerinden biri tarih, diğeri de dil idi. Bunun bilincinde olan Ulu Önder Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?” diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.” diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar. Ertesi gün Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri İçişleri Bakanlığına başvururlar. Sonradan adı Türk Dil Kurumuna çevrilecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur.
Cahit Külebi’nin başkanlığı döneminde Ankara’ya her gidişimde Kurum’a mutlaka uğrardım. Kurum’un yayınları kitaplığımın büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Derleme Sözlüğü, Tarama Sözlüğü, yüzlerce Türk Dili Dergisi yıllara göre ciltlenmiş, Dilbilgisi, Tümce Bilgisi…. Hatta Harbiye Lisesi’nde öğretmenlik yaparken yüzlerce öğrencimi dergiye abone yapmıştım. Atatürk’ün mirasıyla ayakta duran bu kurumun 12 Eylül askeri darbesinden sonraki durumunu anlatmaya gerek yok sanırım. Şu anda, Ensar Vakfı mensubu bir kişi Kurumun başında bulunuyor.
Bir dil, eğer ona sahip çıkan insanlar varsa ayakta kalabilir. Dilimizin çağlardan süzülüp gelen zenginliğinin kaybolmaması için öncelikle çocuklarda ve gençlerde dil bilincinin, dil sevgisinin yerleştirilmesi gerekiyor.
Dil sevgisi, yurt sevgisinden farklı bir şey değildir. Türkçemizin son yıllarda artan bir hızla hem yabancı sözcük saldırısı hem de söyleniş olarak giderek bozulduğu görülüyor.
Bunun önüne geçmek için evde, okulda, sokakta dilimize sahip çıkmak ve Türkçe sevgisini yaygınlaştırmak gerekiyor.