Derelerin, nehirlerin, göllerin, barajların suları çekilmeye, çoraklık işaretleri ortaya çıkmaya başladı.
Yapay yöntemlerle çekilen suların takviyesi yoluna gidilmek istendiyse de bunda başarılı olunamadı. Zira taşıma su ile değirmen dönmez misali, kuraklığın önüne geçilebilmesi, yeterli yağışların olabilmesi için doğanın dengesi ile oynanmaması gerekliliği unutulmuş ve bunun sonucu olarak ta bu tablo ortaya çıkmış idi.
İşte tıpkı kurak geçen mevsimler sonucu nasıl derelerin, nehirlerin, göllerin ve barajların suları çekilmeye başlar, çorak toprak kendini gösterir ise, ekonomide de durum buna benzer bir hal almaya başlamıştır.
Uzunca bir süredir tüm dünyayı da sarsan ekonomik kriz, ülkemizde kendini daha şiddetli bir şekilde göstermeye başlamış, ekonomistler, ekonominin dibe vurmakta olduğu yolunda uyarı üzerine uyarıda bulunmuşlardır.
Ama ne yazık ki bu uyarılara fazlaca kulak verilmedi. Dediğim dedik anlayışı ile hareket edildi. Bir doğru var o da benim doğrum uygulaması sonucu yaşanan kriz etkisini daha fazla göstermeye başladı.
Bir taraftan dünya ekonomisinde yaşanan kriz, ABD başkanlık seçimleri sonucu sürpriz bir şekilde Donald Trump’un başkan seçilmesi, öte yandan bir süredir izlenen yanlış politikalar, Irak ve Suriye iç savaşları, Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi, ülkemizin ekonomik açıdan diğer devletlere nazaran daha büyük bir sıkıntı içine girmesine neden olmuştur.
Yabancı sermaye girişi hemen hemen tamamen durmuştur. Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi ve buna ek olarak ta terör olayları sonucu turizm gelirleri hemen hemen durma noktasına gelmiştir.
Böyle olunca da, gerek kamu, gerekse özel sektörün dış borç yükü daha da ağırlaşmıştır. Bu yükün üstesinden nasıl gelinebileceği yolunda kara kara düşünülmeye başlanmıştır. Ekonomik dar boğaz ise giderek daha da tehlikeli bir boyuta ulaşmak üzeredir.
Ülkemizin ekonomi açısından genel görünümü bu doğrultuda olduğundan, üstesinden gelinebilecek ciddi ve inandırıcı önlemler alınması, acı reçete ile karşılaşılması zorunluluğu kendini göstermiş iken, durumun vahametini önemsememek suretiyle yine atılması gereken doğru adımları atma yoluna gidilmemiştir.
Aksine krizin daha da büyümesine yol açabileceği ekonomistler tarafından yazılıp söylenen yöntemlere başvurulmak suretiyle, sorunun çözülebileceği kanısına varılmıştır. Bu doğrultuda da geçtiğimiz yıl Ağustos ayında “Türkiye Varlık fonu” adı altında bir fon oluşturulması yolunda KHK çıkartılmıştır.
Yaşama geçirilen bu KHK doğrultusunda “varlık fonuna” bazı kurum ve kuruluşlar devredilmeye başlanmıştır. Son günlerde bu devirler daha da hızlanmış ve sayıları da artmıştır.
Fona devredilen kurum ve kuruluşlara baktığımız zaman, bunun ülke ekonomisine çok büyük katkılar sağlayan, neredeyse “altın değerinde” olarak tanımlanacak iktisadi teşebbüsler olduğu görülüp anlaşılmaktadır.
Fona devredilen bu iktisadi değerler ne olacak?…
Bu doğrultuda bir görüş bildirebilmek için fonun işleyişine bakmak gerekir.
Kurulan “varlık fonunun” her türlü denetimden uzak olduğu yolunda hükümler kuruluşu ile ilgili KHK larda belirlenmiştir. Yani hazinenin, sayıştayın, meclisin, daha doğrusu akla gelebilecek tüm denetleme kurum ve kuruluşlarının bu fonu denetlemesinin mümkün olamayacağı net bir şekilde belirlenmiştir.
Yine fonun her türlü harcamaları aynı şekilde denetim dışıdır.
Fonu yönetenler istedikleri ekonomik faaliyeti yapabilecekler, istediklerini alıp, istediklerini satabilecekler, diledikleri şekilde borçlanabileceklerdir. Bu faaliyetler içinde güvence olarak fona devredilen iktisadi değerleri gösterecekler, yani bir tür ipotek edeceklerdir.
Böylesine geniş ve denetimden uzak bir fon varlığı oluşturulmasının sakıncaları apaçık ortadadır. İlerde bunun telafisi mümkün olamayacak zararlara neden olabileceği ekonomistler tarafından şimdiden dile getirilmeye başlanmıştır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde “varlık fonuna” benzer fonlar vardır. Ancak o ülkelerde böylesine bir fon oluşturabilmek için hazinenin artı durumda olması, yani gelir fazlalığının bulunması koşulu aranmaktadır. Eğer bütçe fazlalık verir, gelirlerde giderden artan bir miktar var olursa, bu artı değerin değerlendirilmesi için bir fon oluşturulur ve bu fon aracılığı ile fazla parayı değerlendirme yoluna gidilir. Ama bizde durum tamamen tersi. Gelirlerde fazlalık olması bir yana bütçede giderek artan açıklar oluşmaktadır. Bunları kapatmak içinde borçlanma yoluna gidilmektedir. Buna birde adına “çılgın proje” denilen bazı projelerin yaşama geçirilmesi için finans sağlama zorunluluğu eklenince oluşturulan bu “varlık fonunun” hangi amaca hizmet edeceği kolaylıkla kendini göstermektedir. Böyle olunca da bu fonun adına “Türk tipi varlık fonu” demek gerekecektir.
Ülkeye para girişi durmuştur. Yabancı sermaye para getirme yerine para çıkarma arayışına girmek üzeredir. Bu nedenle borçlanabilmek için bazı ekonomik varlıkların teminat gösterilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bunun içinde oluşturulan bu fona bütçeye para akıtan altın değerindeki iktisadi kuruluşlar dahil edilmek suretiyle para tedariki yoluna gidileceği anlaşılıyor.
Ülkenin geleceğinin güvencesi olan, Cumhuriyetin birikimleri ile oluşan bu iktisadi değerlerin, bir tür “ipotek edilmek” suretiyle sağlanacak borç paralarla “çılgın projelerin” gerçekleştirilebilmesi ve giderek artan cari açığın kapatılabilmesi için girilecek bu yolun sağlıklı ve başarılı bir yol olmayacağı ekonomistler tarafından ifade edilmekte ve uyarıda bulunulmaktadır.
Görünen o ki tüm uyarılara rağmen atılan bu yanlış adımdan geri dönülmeyecektir.
Fona aktarılacak ve ipotek edilebilecek başkaca değerler kalmadıktan sonra acaba ne yapılacaktır?…
Geçmişte yaşananları bilenler gelecekteki olabilecek tehlikeye şimdiden dikkatleri çekmeye çalışıyorlar. Diyorlar ki inşallah bunun sonu “duyun-u umumiye” gibi olmaz…..
nabiinal@hotmail.com