Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç

 TÜRKİYE DEĞİŞECEK, DEĞİŞİYOR DA…

Korkunun bulaşıcı olduğu söylenir. Ama cesaret de bulaşıcıdır. Bu demektir ki korku da, cesaret de toplumsal koşullara, politik iklime bağlıdır. Eğer artık işlerin farklı gelişeceğine ilişkin bir inanç gelişmeye başlamışsa, bu gidişin istikametine göre, yani iyiye veya kötüye gidişe göre korku veya cesaret yaygınlaşır. Kötüye doğru gidişte durumu değiştirmek için en cesurlar, iyiye doğru gidişte ancak en korkaklar eski pozisyonlarını korurlar.

 

Şimdilerde uzak ülkemde politik iklim, atmosfer değişiyor. Bir yanda ana muhalefet partisinin Cumhurbaşkanlığı adaylığına seçilmiş Ekrem İmamoğlu’nun 35 yıl önce aldığı üniversite diploması İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Yönetim Kurulu tarafından hukuka bağlı Cumhuriyetle bağdaşmayacak şekilde, ortaçağ kurumlarına özgü bir zihniyet ile iptal edildilip iki ayrı operasyondan gözaltına tutuklanması, diğer yanda yaşam koşullarını sürekli daha çekilmez hale getiren ekonomik kriz. Her ikisi birlikte iktidarın özerinde yükseldiği zemini onun altından çekip alıyor, basılan yeri kızgın bir toprağa çeviriyor. Bu gidişe karşı 2018’den bu yana hayatımızda olan Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi muktedirin baskıları, tehditleri işi tersine çevirmeye yetmeyeceği gözüküyor.

 

Bir tarafta “Her şey çok güzel olacak” gibi, ortaya söylenmiş ve muhalefetin kendi taraftarındaki hayal kırıklığını azaltmayı, demokrasiye duyulan güveni tamir etmeyi amaçlayan, geleceğe dair iyi bir şeyler söylemeyi hedefleyen slogan var. Diğer tarafta İBB başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibine boş iddialar, yalan ifadeler ve gizli tanık marifetiyle “Çünkü çaldılar/Yüzlerce milyar TL yolsuzluk var” diyen, karşıtını hırsızlıkla, ciddi bir suçla itham eden ama bunu gizli tanıklarla yaparken hukuki delilini göstermeyen bir slogan var. Ama ısrarla kabul görmesi bekleniyor. “Çünkü çaldılar” sadece bir grup sosyal medya trolünün buluşu olsaydı, “Trolün ağzı torba değil ki büzesin” deyip geçmeniz mümkün olabilirdi. Ama değil. Zira başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bizzat yüksek profilli siyasetçilerin ağzında bu ifade…

 

***

Bu da bizi “Popülist önder” çağının bir başka kurumuna getiriyor: Söylediğin lafın, ortaya attığın iddianın doğru olması gerekmiyor. Vaktiyle Goebbels’in formülünü yaptığı şekilde, paketlemesi şık olmalı, talebe uygun olmalı. Söz gelişi “dindar” olduğunu ilan edip duran hükümete karşı çıkan, protesto yapan kişiler başı örtülü bir kadın gördü mü azıtıp ona saldırmalı. Mantık böyle gerektiriyor. Mantık gerektiriyorsa “Oldu mu? Olmadı mı?” diye soruşturmanın bir gereği yok. “Oldu,” diyorsun, insanların zihninde yer etmesi için de sık sık tekrar ediyorsun.

 

“Popülist önder”in temel meşruiyet kaynağı “halk”tır (populus), seçimdir. Bu önder ortaya çıktığı zaman halkın bir kesimi onun kendileri için yaratılmış önder olduğunu anlarlar. “Bu bizden” derler. Biraz büyülü gibi bir süreçtir bu. Nasıl bir “kimya” vardır da, bunu karşılıklı anlarlar, çözmesi kolay değil. Ama oluyor, sonuçlar ortada. 1994’te, beklenmedik şekilde siyaset sahnesinde parlayan Recep Tayyip Erdoğan’ı ve onun yargılanıp belediye başkanlığından düşürüldüğü günü düşünün: Saraçhane tıklım tıklımdı. Bütün Türkiye’de de “Olur mu canım, adam çalışıyordu, bir şiir okudu diye bu yapılır mı!” inancı dalga dalga yayılıyordu. Erdoğan, yolsuzluklarla çalkalanan, yönetimsizlikle bunalmış, terörle sindirilmiş bir toplumun karşısına temiz ve dürüst siyasetçi imgesiyle çıkıyordu. Devlet önüne set çekmişti ama millete güveniyordu ki “Bu şarkı burada bitmez” diye seslenmişti kalabalığa. 12 Eylül’ün temizlediği yollardan yürümesi de işini kolaylaştırıyordu.

 

AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB ve demokrasi perspektifini önüne koyduğunu söyleyerek iktidara geldi. Ancak siyasal tarihimizin geçmişiyle barışık değildi, bunu hiç saklamadı; zaman içinde ülkeye farklı bir gelecek inşa etmeye çalıştı. İktidar, sadece sermayeyi dönüştürme, sivil toplum örgütlerini etkisizleştirme adımlarıyla yetinmedi, kendine göre nesiller yetiştirmek için de çok çabaladı. Başarabildiler mi? Hayır. Hayat kendi bildiğince akmaya devam ediyor, yarım asırdır belirledikleri okul müfredatından geçen gençler bugün üniversitelerde boykot yaparak bambaşka şeyler talep ediyor.

 

Mahir Polat’ın belirttiği gibi milyonların tek kimliği yoksulluk olmuşken, adil ve temiz bir hayat insanların önüne konamamışken, gençler geleceğin alacakaranlığını daha okul sıralarında hissediyorken hayatla politikanın bir noktada çatışması kaçınılmazdı. Diyalektik işliyor; yeni bir sentez adım adım kendini inşa ediyor. Politikanın hayatı yeniden duraksattığı bir zamanda ortaya çıkan sentezin adı Ekrem İmamoğlu gibi görünüyor. Cumhuriyetle ve geçmişimizle barışık, mazbut Anadolu insanına atfedilen değerlere saygılı ama çağdaş, makamına dualarla oturacak kadar inançlı ama laik, ısrarcı ama kavgacı/ayrıştırıcı değil, kucaklayıcı, öfkeli değil güleryüzlü… Gündelik davranışlardan politik konumlamasına değin birçok örnek bulunabilir. Yeni yüzyılın genç seçmeni de, yaş yaşamış, çok şey görmüş emekli de, bunalmış kamu çalışanı da, toprağına hüzünle bakan çiftçi de; kısaca herkes başka bir hikâye istiyor artık. İmamoğlu o isteneni verebilir mi bilemeyiz ama “Kendimi önce Allah’a sonra milletime emanet ediyorum” demesi rasgele kurulmuş bir cümle değil. 19 Mart’la başlayan yeni süreci, gelecekte bu perspektiften okuyacağımız kesin.

 

***

Erken seçim için ana muhalefet CHP’nin ‘kurtuluş savaşı’ yeni başladı, “Müdafaa-i Hukuk” ruhunda uzun ince bir yola çıktı. Gece-gündüz çalışarak, halka güven verilerek istenilen hedefe ulaşılabilir. İktidar da kendi açısından bir ‘kurtuluş savaşı’ veriyor. O da memleketi kurtarmak için değil. Koltuk ihtirasını, kendi iktidarını kurtarmak için.

 

Gerçekte bu yanlış siyasette ısrar etmesi iktidar kanadının en büyük hatası olacaktır. Geri adım atmak barışçı bir tutumla gelişmelere yaklaşmak gibi açık bir çıkış yolunu seçmezlerse kitlelerin çıkışı daha da siyasallaşabilir, somut siyasi hedefler güç kazanabilir.

 

Tabii, milletin iktidara erken seçimi kabul ettirme olasılığı, bu kötü bekleyişlere son verebilir ve ülkenin önü açılır.

 

Değişim, toplum değişmek mecburiyetinde kaldığı için gerçekleşir. Doğanın yasası gibi, vakti geldiğinde bir ipek böceğinin kozasından çıkmasını engelleyemeyeceğiniz gibi, vakti geldiğinde bir toplumun yapı değiştirmesini de engelleyemezsiniz. Türkiye değişecek, değişiyor da. Seçimlerde kazanıldı/kazanılacak, daha önemli kazanımlarda olacak, geleceği kazanmanın taşları da döşenecek, ülke düzlüye çıkacak. Baharda çiçeklerin açması engellenemedi, şimdi ağaçlar meyveye durdu, bu meyvelerin olgunlaşması da engellenemeyecektir.

 

Halkın demokratik kanallarının kapatıldığı bir ortamda, halk artık, herkesin bir ahlak, erdem, adalet, vicdan ve karakter sınavından geçmesini, ona göre tercihini yapmasını, despotime/diktatörlüğe karşı çıkarak, anayasal düzenin ve üniter, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin yaşama geçmesini arzuluyor!

 

Gelecek, bunu anlayanların olacaktır!

 

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Salı 8 Nisan 2025

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER