Siyasi akımların insanın büyüme ve olgunlaşma süreci ile ilişkillendirilmesi sol literatür içinde çokça kullanılmıştir. Sosyalist rejimler kendi içlerindeki birtakım özgürlükçü itirazları ‘çocukluk hastalığı’ olarak mahküm ederken, sosyalizmi de komünizme doğru yol alan bir tür ‘olgunlaşma’ olarak sunuyorlardı. Ne var ki bu pozitivist yaklaşımın gerçek bir fikri tartışmayla değil, gücü elde tutmaya yönelik totaliter bakışla ilgili olduğu belliydi. Fikri akımlar içinde ‘olgunlaşma’ ancak kendi üzerinde düşünme ve derinleşme ile mümkün olabiliyor. Bu ise daima yüzleşme ve ayrımlaşma demek. Çünkü bir fikri akımın çeşitli damarlarına girdikçe, büyüteç kullanan bir araştırmacı misali, daha önce görülmeyen nüansları keşfetmeye, bunların ima ettiği zihniyetler arasındaki gizli gerilimi kavramaya başlarsınız.
Daha önce kaba genellemeler içinde, sembolik önderlerce tekrarlanan sözcükler yoluyla önümüze gelen o fikri akımı anladığımızı zannederken, şimdi birden insanı ve hakiki düşüncelerin çelişkilerini keşfederiz. Dolayısıyla bir fikri akımı onun dışında duranlar da, eğer samimi bakmayı becerebilirlerse, olgunlaştırabilirler.
CHP SOSYAL DEMOKRAT MIDIR?
Batıda bu zihinsel siyasi süreçler hem sağ hem de sol açısından yaşandı. Böylece her iki ‘kampın’ temsilcileri birbirlerini insan yönleriyle tanıdılar ve düşünce farklılıklarını normalleştiren, böylece toplumun entelektüel düzeyini zenginleştiren bir açılımın parçası oldular. Bizde ise böyle bir derinleşmenin varlığından söz etmek mümkün değil. Hele bunu ‘sol’ içinde aramak belki de tümüyle abes. Çünkü sol liberalizme alternatif olarak doğmuş, liberalizmin birçok ilkesini içselleştirip onu eşitlik temelinde aşma iddiasında olan bir bakış.
Marksist geçmişi, geleneği, felsefesi olmayan, liberal bir tasavvurun varlık alanı bulamadığı bir ülkede solun derinliği ne kadar olabilir ki? Çok uzun yıllar tek para kaynağı devlet olan Türkiye’de devletten para kazanan ve kazandığı parayı ‘Batılılar’ gibi harcayanlara biz, harcamaları, giyimleri, yemekleri Batılılara benzediği için ilerici dolayısıyla ‘solcu’ demişiz. Devletten para kazanamayan, fakir kalan ve kazandığı az parayı da Batılılar gibi harcamayı beceremeyenlere de ‘sağcı’. Bizde, iktidara ve paraya sahip olanlar ilerici, o iktidardan ve paradan pay alamayanlar ise gerici gözükmüş. İktidardaki ‘elitin’ ideolojisi Kemalizm olmuş. Bu eliti, ordu korumuş. Biz, ordunun desteklediği bir eliti temsil eden partinin de sol parti olduğuna inanmışız. Kendisinin sosyal demokrat bir parti olduğunu iddia eden CHP’yi biz de ‘sosyal demokrat’ zannetmişiz. Oysa sosyal demokrasi, “ilerici askeri yönetimler”, “halka rağmen halkçı, yarı totaliter” gibi tanımlarla tanımlanamayacak, çok ayrı bir kökten gelmektedir. Kuramsal temellerini atan ise Alman sosyal demokrat kuramcıları Bernstein ve Kautsky’dir.
Eduard Bernstein, sosyal demokrasinin doğumuna önderlik eden, parlamenter sisteme sahip çıkırak, reformcu dönüşümleri savunarak, emek ağırlıklı kesimlerin gelir dağılımındaki payını arttırabileceğini iddia etmiştir. Felsefi olarak, Marksizm’den çok önemli bazı noktalarda ayrılmıştır.
Örneğin diyalektik bir zıtlaşmanın yerine “evrimci bir uzlaşma”yı koymuştur. Burjuvaziyi, proleteryanın sürekli ve vazgeçilmez düşmanı ilan etmek yerine, bu adların benzer noktalarda ittifak yapabileceğini söyler. Sanayileşmedeki dönüşümün daha ileri noktalarında “burjuvazinin radikal kanadı” ile işbirliğine gidilmesi gerektiğini vurgular. Bunun nedeni, Bernstein’in o dönemde çalışan sınıfların ekonomik olarak yoksullaşmadığını, tersine refahtan pay aldıklarını tespit etmesidir.
Kautsky ise, Lenin’in proletarya diktatörlüğü kurma anlayışını reddetmiş, burjuvazi ile uzlaşarak toplumu dönüştürme projesinin en çok “demokrasi” boyutu ile ilgilenmiştir. Sosyal demokrat anlayışın istediği “demokrasi” tanımını yapmaya uğraşmıştır. Klasik burjuva demokrasisi içinde işçi sınıfının nasıl gelişeceğini araştırmıştır. Karşıtlarını yok etmeden, şiddete başvurmadan, gelişip olgunlaştıkça işçilerin de demokratik kurallar içinde “iktidar” olabileceğini öngörmüştür. Liberal demokrasi ile “sosyal demokrat demokrasi” arasındaki farklılıkları yakalamaya yönelmiştir. Ve “demokrasiyi”, sosyal demokrasinin olmazsa olmaz bir koşulu olarak kabul etmiştir.
CHP’DE TÜZÜK ÇALIȘMALARI: BÜROKRATİK DOKTRİN’DEN CUMHURİYETİN KURUCU DEĞERLERİNE…
Lenin’nin, işçi sınıfının diktatörlüğünü istemeyen Karl Kautsky’yi döneklikle suçladığı gibi, yakın bir tarihe kadar siyasetin milletin sesine tercüman olma işi olduğunu kavrayamayan CHP’liler de, sosyal demokrasinin kuramcısı ve kurucusuna “dönek Kautsky” diyorlardı. Terörle mücadele adı altında Tunceli’den başlayarak, Cumhuriyet tarihinin devlet merkezli Kürt politikasına sahip çıkmıyor, halkın iktidarının yanında değil, ‘yüksek bürokrasinin iktidarının’ yanında bir “devlet partisi” yapısında duruyordu ve düpedüz ‘bürokratik dikta’yı savunuyorlardı. Bu durumda benimsenebilecek iki olasılık vardı: ya yüzleşmek bir yana geçmişle ‘yapışık’ hale geldiği ‘doktrin’den övünmeye devam eden devletçi-ulusalcı bir parti olarak kalmak; ya da geçmişi artıları ve eksileriyle bir yana bırakarak, Cumhuriyetin kurucu değerlerini çağın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yorumlayıp evrensel ilkelerine sahip çıkmaktı.
Oysa birçok alanda eşitsizliklerin yaşandığı toplumumuzda sosyal demokrat partilere yönelmeye hazır büyük bir oy potansiyeli vardır. Ülkenin içine bulunduğu ortamda işlevleri ve sorumlulukları giderek artan merkez sol partilerimiz, bu potansiyeli harekete geçirebilmek ve kendilerinden bekleneni verebilmek için dipten doruğa yenilenmek zorundadır. Ülkemizdeki sosyal demokrat hareket için başarının sihirli anahtarı, yenilenmedir. Böyle bir yenilenmenin en iyi örneğini teşkil edebilecek, ülkemizdeki sosyal demokrat hareketin son yükselme döneminde CHP’de gerçekleştirilmiş olan başarılı dönüşümdür.
Oysa ki, geçen hafta açıklanan parti programında CHP’nin dümeni sola kırdığı, emekten yana net bir tavır aldığı, siyasal İslamla hesaplaşma kararlılığını pekiştirdiği bir belge olsa da geçmişle bir yüzleşme bekleyenleri tatmin edecek nitelikte görünmüyor. Programın hukuk, adalet ve demokrasi boyutunda sürpriz bir şey olmaması da sanırım sürpriz değil! CHP’nin temel hedefi olan “parlamenter sisteme dönüş” yerine, tüzükte yer verilen “gölge bakanlık“ uygulamasının Cumhurbaşkanlığı ofisine bağlanması ve PM’nin de üstünde görev yapacak olması, AKP’nin “uyguladığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet” Sistemi’nin devam edeceğinin işareti oldu… Bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti’ni çökerten sistemin zımnen kabulü demektir… Bu durumu, CHP adına başlı başına bir yanlış olarak değerlendiriyorum…
Üzerinde en fazla durulması gereken konulardan biri de programda yer alan “temel vatandaşlık geliri” bölümü. Kanaatimce, “Gerçekçi bir gelir testinin ardından yoksulluk sınırının altında kalan her birey bu destekten yararlanacaktır” ifadesi bu kavramın özüne aykırıdır. Gelir testi, yani yoksulluğun kanıtlanması gereği hem onur kırıcıdır hem de bu yöndeki bir araştırmanın ciddi bir maliyeti vardır. Halbuki vatandaşlık geliri, emek süreciyle doğrudan ilgili bir ödeme değil; kişinin sırf o ülkenin yurttaşı sıfatı taşımaktan, doğal kaynakları ve üretim potansiyelinin paydaşı olmaktan kaynaklanan bir haktır. Üretim sürecine katılacak bir potansiyel veya becerisi bulunmayanlara da bir nakit desteği sağlar. Miktar, devlet tarafından ortalama gelir düzeyine ve fonlama kapasitelerine bağlı olarak belirlenir. Ancak kişisel yaşam standartlarında önemli bir değişiklik yapacak oranda olmalıdır. Çocuklara daha az, mesela yüzde 50 oranında ödeme yapılmasını öngörüyorum, anneye ya da anne ölmüşse vekil anneye yapılabilir. Pratik ve pragmatik nedenlerden dolayı temel gelir, sadece bir ülkede yasal olarak ikamet edenleri kapsamalıdır.
Ülkemizde, son 10 yılda toplumun genelinde ortaya çıkan çok ciddi fakirleşmeye karşı mevcut iktidarca kayda değer hiçbir kapsamlı sosyal politika üretilememiş olması; önümüzdeki 5 yıl içinde Türkiye açlıkla karşı karşıya kalacağı olgusu karşısında; iktidara yeni gelecek hiçbir partinin bu tür sosyal politikalara ağırlık vermeme lüksü bulunmayacaktır. Yani iktidara gelmenin başka bir siyasi seçeneği de zaten yok gibi görünüyor.
“GAĞDAȘ BİR SOSYAL DEMOKRAT” PARTİYE İHTİYACİMIZ VAR
Bizim gerçekten bir sol partiye ihtiyacımız var, bu doğru. Sadece tüketim biçiminde çağdaşlığı değil, üretimde de çağdaşlığı savunacak, tüketim biçimlerinin yarattığı kültürel çatlamayı kimseyi tüketim biçiminden dolayı suçlamayan bir anlayışla bir senteze oturtacak; CHP’li belediye başkanları, tüm kadroları üzerinden aylarla başlayıp yıllara uzatılan haksız hukuksuz suçlara geçiş yapabilmiş darbe girişimcilerinden kurtarmaktan uzak kalacak; Kürt meselesinde devletçi politikaları bırakacak; Türkiye’nin, evrensel hukuk kriterlerine uymasını, özgürlükleri genişletmesini, insan haklarına ve demokrasiye saygılı olmasını isteyecek; otoriter-seçkinci Kemalizmi geride bırakıp iktidarın “elit”ten halka geçmesini sağlayacak; laikliği bir yasakçılık değil tam tersine bir inanç özgürlüğü olarak anlayacak; devleti hukukun uygulanmasını garanti altına alan bir örgüte dönüştürecek bir parti, büyük bir değişimin ortasında olan Türkiye’yi çok rahatlatacaktır.
Bu ülke yeniden aydınlığa çıkacaksa, o yolu açacak olan da bu hat ilkelerinden ödün vermeyen, topluma güven veren, eşit yurttaşlığı ve barışı merkezine alan bir sol iradedir. Bu irade mümkün; yeter ki bugün doğru olanı söylemekten, yanlışı düzeltmekten, hakikatin yanında durmaktan vazgeçmeyelim.
CHP’nin önceki programı 2008 yılına aitti. O dönemden bugüne yalnızca Türkiye değil, dünya da bambaşka bir yere evrildi. Dijitalleşme, iklim krizi, kitlesel yoksullaşma, emeğin güvencesizleşmesi, yükselen otoriter rejimler… Tüm bu değişimler sosyal demokrat partilerin politik çerçevelerini yeniden ele almasını zorunlu kıldı. Dünyada sosyal demokrat programların tarihsel önemini düşündüğümüzde; SPD’nin 1891 Erfurt Programı, İşçi Partisi’nin Beveridge Raporu etrafında şekillenen refah devleti vizyonu, İskandinav sosyal demokrasisinin uzun süreli toplumsal mutabakatları akla gelir. Elbette bu programlar, yalnızca dönemin sorunlarına çözüm aramadı; sınıfsal gerilimleri yatıştırdı, yurttaşlık bağını güçlendirdi ve demokrasiyi tahkim etti. Bence ülkemizde de sol bir partiyi özleyenler böyle bir partinin nasıl oluşabileceğini tartışmalılar artık. Eğer gerçekten “çağdaş bir sosyal demokrat” parti istiyorlarsa tabii…
Bugün Türkiye’nin gereksinimi, yalnızca siyasi değişim değildir. Bizim gereksinimimiz bireyleri güçlendiren, sosyal devleti yeniden kuran, emeği koruyan ve toplumu ortak gelecekte buluşturan kapsayıcı bir demokrasidir. CHP’nin önünde bugün tarihi önem taşıyan bir fırsat var: Türkiye’nin içine sıkıştığı bu karanlık dönemden çıkışın toplumsal rotasını çizebilme ve “yeni bir yön” gösterme fırsatı.
ASIL HEDEF BELLİ
Roma Senatosu’nda Senatör Cato’nun, hangi konu görüşülürse görüşülsün her konuşmasını “Kartaca yıkılmalı” diyerek bitirdiği anlatılır. Roma Senatosu’nun her tartışmayı asıl meseleye bağlayan ünlü söylemiyle benzer bir tarihsel kavşaktayız. Asıl tehdidin nerede olduğunu bugünün Türkiye’sine uyarlamak gerekiyor: Halkın ezici çoğunluğu biliyor ki; Bu rejimde demokrasi yaşayamaz. Bu rejimde toplumsal barış sağlanamaz. Bu rejimde yoksulluk bitmez. Bu rejimde işçi, emekli, genç, kadın kendini güvende hissedemez. Liste uzar gider.
Hızla İslamcı ve otoriter bir niteliğe bürünen tek adam rejiminin karşısında durmak; CHP’nin ancak kendi sınırlarını aşarak, siyaseten gerçek bir kopuş cesareti göstermesiyle mümkündür. Aksi hâlde farkında olmadan iktidarın siyasal hattının yanı başında sürüklenmek kaçınılmazdır.
Halka rağmen, toplumun taleplerini ve mücadelesini görmezden gelen her siyaset, raf ömrü tükenmiş bir iktidara can suyu vermekten başka bir işe yaramaz.
Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğ. Üy.
Bordeaux, Cuma 5 Aralık 2025

YORUMLAR