ÜTOPYA ARKEOLOJİSİ

Ülkemizde “Marksizm ve Biçim”, “Dil Hapishanesi”, “Kültürel Dönemeç”, “Modernizm İdeolojisi” adlı kitaplarıyla tanınan Amerikalı eleştirmen Fredric Jameson, “Ütopya Denen Arzu” adlı kitabında bu edebi türe adını veren Thomas More’un Ütopya’sından başlayarak, kapsamlı bir ütopya arkeolojisi sunuyor.   Yazar, “Ütopyalar neden bir dönemde çiçek açarken başka bir dönemde sararıp solmaktadır?” sorusuna yanıt ararken, Ütopya’nın kaderi, geleceği […]

Ülkemizde “Marksizm ve Biçim”, “Dil Hapishanesi”, “Kültürel Dönemeç”, “Modernizm İdeolojisi” adlı kitaplarıyla tanınan Amerikalı eleştirmen Fredric Jameson, “Ütopya Denen Arzu” adlı kitabında bu edebi türe adını veren Thomas More’un Ütopya’sından başlayarak, kapsamlı bir ütopya arkeolojisi sunuyor.

 

Yazar, “Ütopyalar neden bir dönemde çiçek açarken başka bir dönemde sararıp solmaktadır?” sorusuna yanıt ararken, Ütopya’nın kaderi, geleceği ve geleceğimizle olan ilişkisi bağlamında araştırmasını derinleştiriyor. Ütopya’yı bilimkurgu adı verilen kapsamlı edebi biçimin sosyoekonomik bir alt türü olarak gören yazar, “Bilimkurgunun Shakespeare’i” kabul edilen Philip K. Dick’in, bilimkurgu ve ütopyayı bir anlamda uzlaştıran Ursula K. Le Guin’in, Asimov, Wells, Brunner, Stapledon ve Lem gibi önemli bilimkurgu yazarlarının yapıtlarına uzanıyor.

 

Yazar, ütopyaların oluşturulması ihtimalinin koşullarını inceliyor, tüm toplumsal hareketlerin ütopyacı bir hayali gerçekleştirmeye çalıştığını, bu uğurda topluluklar kurulduğunu ve devrimler yapıldığını belirtiyor ve Ütopya ile siyasal olan arasındaki ilişkiyi kitabının merkezine koyuyor. Ona göre, günümüzde ütopya ideolojik ifadenin ötesine geçen hayati bir siyasal işlev görüyor.

 

Jameson bu noktada, ütopya kavramının neden hâlâ vazgeçilmez olduğunu gösteriyor.  Ütopyacı arzunun doğasını ve umudun aslını araştırmaya yöneliyor. Paranın ortadan kaldırılmasını detaylı bir şekilde ele alıyor. Modernleştirici bir sanayi toplumunun sorunlarının sosyalizmin sunduğu ütopyacı çözümler olmadan çözülemeyeceğini düşünen yazar, ütopyanın bugün hâlâ oynamak zorunda olduğu canlı siyasal işlevi yeniden tanımlamaya çalışıyor, “Bizi düşmanın varlığı  değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor. Kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleşemez ve olanaksız olduğunu, başka sosyoekonomik sistemin-pratiğe geçirmek şöyle dursun- tasavvur dahi edilemeyeceğini söyleyen bir genel inanıştan bahsediyoruz” diyor.

 

Jameson Ütopyacıların bu tür alternatif sistemleri düşünmekle kalmadıklarını; ütopya biçiminin kendisinin, radikal farklılık üzerine, radikal ötekilik üzerine ve toplumsal bütünlüğün sistemsel doğası üzerine temsili bir düşünme olduğunu, bugünümüzden kökten farklı bir gelecek tahayyül etme çabasının, bizi esasen tahayyülümüzün sınırlarına götürdüğünü uzun uzun anlatıyor; ufkumuzu çepeçevre kuşatan üretim tarzının, bakış açımızı nasıl şekillendirdiğini anlatırken ütopya biçiminin reel sosyalizm sonrası dönemde görebileceği negatif ve dönüştürücü işleve dikkat çekiyor.

Jameson, ne tür yenilik getirirse getirsin sanayi kapitalizminin yarattığı ekonomik sorunlara çözüm getirmeyen bir modern Ütopyanın düşünülemeyeceğini belirtiyor ve şunları söylüyor: “Gelecekteki ütopyaların sosyalizmden mutlak bir şekilde ayrışabileceğini hayal edilebileceğini hala zor olduğunu düşünüyorum: Yani Ütopyayı toplumsal ve ekonomik eşitlik gibi değerlerden ve yiyecek, konut, ilaç, eğitim ve çalışma gibi evrensel halklardan ayırmanın pek mümkün olmadığına inanıyorum.”

 

Jameson’na göre, ütopyacı biçimin kendisi hiçbir alternatifin mümkün olmadığını, sistemin hiçbir alternatifinin bulunmadığını vaaz eden evrensel ideolojik kanaate verilen yanıttan başka bir şey değil. Jameson bu yapıtıyla, öncelikle bir okurun ütopya okumakla ne elde edeceğini ilişkin veriler sunarken, sahte sorunlara sahte çözümler üreten ideolojilere ve toplumsal kötülüklere karşın farklı bir gelecek hayal edebilme ihtimalini ortaya çıkarıyor, ütopyanın bugün için değerini anlatıyor. Küreselleşmiş bir dönüşümün nasıl devam edeceğiyle ilgili herhangi bir anlayışa sahip olmadığımız için, Orwell’ın geçmişin, belleğin ve çocukluğun kaybedilmesi konusunda duyduğu kaygıya benzer bir kaygıyı da bizim geleceğin kaybedilmesi konusunda duymamız gerektiğini, günümüzde Ütopya fikrinin ve programının son derece gerçek siyasal işlevinin farkında olanlar açısından, anti-anti-ütopyacılık sloganının en iyi strateji olduğunu söylüyor. “Ütopyayı gerek edebi bir form gerekse siyasal program olarak nasıl bir gelecek bekliyor?” sorusuna kapsamlı bir yanıt veriyor.

 

Exit mobile version