Şiirlerin kapladığı bir odada yaşamak nasıl bir yolculuk?
Sesini yeni bir sese katmak…
Dünya kötücül düşlerle büyürken, bir başka boyutta olmak, geri dönüşümsüz bir hayale kapılmak…
Savaşlar, göç, açlık, ırkçılık ve dahası…
Kim kimi iyileştirir, doğayı, canlılığı, cansızlığı…
Duvara asılı bir şiir ve şairin dediği gibi, “”Sen kuşku sanıyorsun kendini, oysa akılsın…”
Eluard; aşkın ve barışın şairi…
“Seni öptüğüm zaman gözlerinden
Yalnız sen göresin diye
Bu sevda kelimeleri…”
Kendini kıstırmaktan öte düşleri olmayanlara inat, bireyin derinliğini nakışlayan heceler…
Bir kırılganlık hali ve belki bir gülme histerisi…
Eluard! Sözcükler elbette dünyayı anlatır.
Çocuk işçiliğini,
Susuzluğu,
Çocuk ölümlerini…
Gördüğümüz kadarız işte, duyumsadığımız kadar…
Var olan her şeyi, ya da geçmişi…
Kopuşu ve sürekliliği…
İlk çağlardan günümüze kadar yaşanan savaşları, göçleri, acıyı ve elbette aşkı, kaygıyı, sevinci…
“Senin olmalı bu aydınlık sevinçler
Yeryüzünün bütün güneşleri senin olmalı
Yollarda güzelliğini yansıtan güneşler…”
Bu da sana ait biliyorum; “bilmek ve hissetmek korkmanın çakıl taşıdır…”
Geçmişini, geleceğini, korkuyu, olanı ve olmayanı fısıldar…
Her şeyin apaçık ortada olduğu bir algı, birey üzerine oynanan bir çeşit kumar, bir çeşit zihin bulanıklığı…
“Uzaklık yoktur” diyorsun.
Görmek diyorsun algılamak, ilk çağlardan bugüne, her şeyi ve zamanı, geçmişi ve geleceği, acıyı ve sevinci, gerçeği ama en çok gerçeği…
“Ve insanoğluna bundan sonra da
Ne ölüm dokunacak ne dirim…” diyen de sensin…
Ve elbette şair toplumun tüm bireylerinden daha yararlı olmalıydı.
Bana sorarsan kendimize yaklaşmaya hakkımız var, yakınlaşmaya da. Yıkıntılarla yüzleşmeye, sessizliğe ve sözcüklere…
Ama bu algı gerçeküstü bir travma. Okuduklarımız, hayran olduğumuz yazarlar, gazeteler, peşinde koştuğumuz sözcükler…
Sinir hücrelerindeki bulanıklık da buna dâhil… Alışmak da…
Uzayın derinliklerine, dünyamıza, canlıya işlenmiş bir gelecek…
Dizelerindeki akışkanlık gibi okuyorum, hecelerinde ki ritim gibi… Sana seslenir gibi Paul Eluard;
“Havada kuş oldum kuşta gökyüzü
Soğukta çiçek, güneşte nehir oldum…”
Murad Demirkol