Yağcı “Aydınlanma savaşımı devam ediyor”

Söyleşi: Orhan Tüleylioğlu Romanları, deneme, inceleme ve araştırmalarıyla tanınan yazar Öner Yağcı’nın kendisine 2016 Vedat Günyol Deneme Ödülü’nü kazandıran “Anadolu’nun Umudu: Aydınlık” kitabı okurlarla buluştu. Bu yapıtıyla, aydınlanma üzerine biriktirdiği ve sistemli bir düşünce haline getirdiği Anadolu Aydınlığını yeniden umuda çevirme başarısını gösteren Öner Yağcı ile gazetemiz yazarı Orhan Tüleylioğlu konuştu. İlk kez düzenlenen Vedat […]

Söyleşi: Orhan Tüleylioğlu

Romanları, deneme, inceleme ve araştırmalarıyla tanınan yazar Öner Yağcı’nın kendisine 2016 Vedat Günyol Deneme Ödülü’nü kazandıran “Anadolu’nun Umudu: Aydınlık” kitabı okurlarla buluştu.
Bu yapıtıyla, aydınlanma üzerine biriktirdiği ve sistemli bir düşünce haline getirdiği Anadolu Aydınlığını yeniden umuda çevirme başarısını gösteren Öner Yağcı ile gazetemiz yazarı Orhan Tüleylioğlu konuştu.
İlk kez düzenlenen Vedat Günyol Deneme Ödülü’nü kazanan yapıtınız Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı. Ödül ve yapıtınız üzerine ne söylemek istersiniz?
Benim kuşağım Anadolu’yu Nuh’a “beşikler, salıncaklar, hamaklar” veren, Havva Ana’ya “dünkü çocuk” diyen ve Mustafa Kemal Atatürk sevdasının Trakya’yla bütünleştirdiği bir destan toprak, bir yurt olarak tanıdı. İşte bu Anadolu insanı yıllardır bilim ve sanatla ulaşılacak olan çağdaş aydınlığın güzelliğiyle buluşmak yerine çağdışı bağnaz ve barbar karanlıkları özleyenlerin elinde hırpalanıyor. Bugünlerini umutsuzluk, çaresizlik, kimsesizlik kuşatması altında yaşıyor.
“Fukaralıktan” utanmaya devam ediyor Anadolu. Ama sanılmasın ki yurdunu alçakça yönetenlerin sürüklediği bu utanç tablosuna teslim oldu. Utanıyor elbette, ama “namuslu, genç ellerle” yeniden yaratılmayı “kitapla, işle, tırnakla, dişle, umutla, sevdayla, düşle” dayanarak bekliyor. “Umut saklımızda ölümsüz bayrak, kırmızı kırmızı, dalga dalgadır” diyerek bekliyor. Beklerken de bu dalganın rüzgârla olacağı bilincinden uzaklaşmıyor. Bu bilinçle, doğru örgütlenmelerin, doğru önderlerin güven veren rüzgârını arıyor. Bilimin ve sanatın ışıklarından yoksun yaşamamak, değerlerini korumak için direniyor. Yeter ki bir rüzgâr esmeye başlasın; Anadolu olanca görkemi ve bilgeliğiyle yüce değerlerin yeşerdiği toprak olduğunu bir kez daha gösterecektir dünyaya.
Anadolu’nun gerçeği bu; Anadolu’nun dört bir yanındaki çoban ateşlerinin güzelliklerinde bu gerçek var. İnsanın özgürleşme, ölümsüzleşme sevdasının buram buram tüttüğü sımsıcak kucaklaşmaların bende yarattığı duygular bunlar…
Ülkemizin karşı karşıya kaldığı dayatmalarla ilgili bilgilenme ve ona göre mevzilenmenin bir duyarlılık, bilinç ve sorumluluk gerektirdiği vazgeçilmez bir gerçeğim. Bu gerçeğin ışığında, ülkemizin sorunlarıyla ilgilenmeyi görev belleyen birinin hem emperyalizmle hem de Türkiye’nin yakın geçmişiyle ilgili donanıma sahip olmasının kaçınılmazlığını hiç unutmuyorum. Yalnızca Türk ulusunun değil, emperyalizmin egemenliği altına almaya uğraştığı tüm ulusların, insanlığın yakın tarihinde yaratılmış bir var oluş ve özgürlük savaşının nasıl gerçekleştiğinin bilinmesinin zorunlu bir görev olduğunun da bilincindeyim. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın bu görevin yerine getirilmesi için en önemli kaynak olduğunu ve ulusal kurtuluş bilinciyle gelen donanımın emperyalizmle yeni savaşımımızın başarılı olmasının temelini oluşturacağını hiç aklımdan çıkarmıyorum…
Bir ulus düşünün ki, bir destan kahramanının bilgeliği, gözüpekliği, kararlılığı ile donanmış önderinin gösterdiği hedefe yurtseverlikle yürüyerek emperyalizmi dize getirmiş. Bu ulus, ülkesini yok etmek isteyen büyük güçlere karşı direnmiş ve onun bu direnişine “çılgınlık” demiş kimileri. Türk ulusu, destansal savaşımının “çılgınlık” değil “direnç ve zafer” olduğunu kanıtlamış dünyaya. Bu destanın önderi Mustafa Kemal’in bir ulusu diriltip özgürlüğe kavuşturması insanlık tarihinin unutulmaz derslerinden biri olmalıydı ve bu ulus, bu dersi unutmamalıydı.
Bu ulus, önderinin Nutuk’unu (Söylev) başucu kitabı yaptı. Bu ulusun çocuklarından Nâzım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’yla bunu kanıtladı. Şevket Süreyya Aydemir (Tek Adam), Sabahattin Selek (Anadolu İhtilali), Hasan İzzettin Dinamo (Kutsal İsyan), Doğan Avcıoğlu (Milli Kurtuluş Tarihi), Şerafettin Turan (Türk Devrim Tarihi), Mahmut Esat Bozkurt (Atatürk İhtilali), Sina Akşin (İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele), Metin Aydoğan (Ülkeye Adanmış Bir Yaşam: Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı) ve daha yüzlercesi bu kurtuluş destanının unutulmazlığını anlattı… Ben de Anadolu’yu aydınlanmayla kardeş kılmak amacıyla Anadolu’nun Umudu Aydınlık’ta bunları anlattım. Yapıtın ilk kez konulan Vedat Günyol Deneme Ödülü’nü kazanması aslında Anadolu’nun aydınlığının ödüllendirilmesidir.
İsterseniz önce işin alfabesinden, aydınlanmadan başlayalım. Nedir Aydınlanma?
Aydınlanma, insanlığın uygarlık savaşımında attığı en önemli adımlardan biridir. Göçerlikten toprağa bağlılığa geçişle, tarım devrimiyle tohumları atılan uygarlık, insanın özgürleşme ve ölümsüzleşme arayışında sanayi devrimiyle önemli bir dönüm noktasına ulaştı. Uygarlığın o dönemdeki merkezi olma yolunda adım atan Avrupa’da XV. yüzyıldan itibaren Rönesans ve Reform’la inancın karşısında aklın simgesi haline gelen Yeni İnsan’ın doğuşunu yaşadı insanlık. Artık her şeyin aklın süzgecinden geçtiği bir yeni yaşam biçimi başlamıştı. “Aydınlanma Çağı” adını alan XVIII. yüzyıl, sanayileşmeyle birlikte tarih sahnesine uluslaşma, laiklik, demokrasi, insan hakları gibi kavramları da getirdi. Eşitlik, sosyal adalet, barış, sosyalizm, emek, kadın hakları, çocuk hakları, çevre bilinci kavramları bu temeller üzerinde yükseldi.
Aydınlanmanın çiçeklenmesi demek olan, “Aydınlıklar Yüzyılı” olarak da adlandırılan XVIII. yüzyıl, dünyanın ilerleme ve gelişmesindeki en önemli yüzyıldır. Bu yüzyıl, bilimde, felsefede, teknikte, sanatta, siyasette, yaşamın her alanında merakın, sorgulamanın, değişmenin, gelişmenin, devrimler çağının da başlangıcıdır. XXI. yüzyılda hâlâ sürmekte olan, (kimilerince hâlâ bir demokrasi projesi olarak algılanan) Avrupa Birliği düşünün başlangıcı da XVIII. yüzyıldadır. Bu yüzyıl, bilimde, siyasette, düşüncede, teknikte “devrimler yüzyılı” olarak bilinir ve Avrupa bu ilerlemenin öncüsüdür.
Rönesans’la Reform üzerinde temellenen, aydınlanmanın yarattığı sanayileşmenin bilimin, teknolojinin, sanatın getirdikleriyle, “İnsan aklındaki ilerlemelerin ve tarihsel dinamiklerin yöneldiği bir hedef, aynı zamanda sosyal adalet ve ortak mutluluğu sağlayan aktif bir düzen” (Server Tanilli) olan uygarlık kavramı ortaya çıktı. Sanayi devrimiyle uygarlığın merkezi Avrupa’ya taşındı. Aydınlıklar Avrupa’sına damgasını sanatta ve felsefede Fransa, ekonomide İngiltere vurdu. Uluslaşma, laiklik, insan hakları, demokrasi gibi kavramlarla başlayan, aristokrasi ve kilisenin değerler sistemine darbeler vuran burjuvazi, kapitalizmin şafağının habercisi oldu. Çağın silahı olan akıl, artık burjuvazinin elindeydi. Avrupa, devrim trenine binememiş, sanayileşmesini, bilimin, teknolojinin, sanatın gelişmesini sağlayamamış olan Asya’nın uygarlıklarının önüne geçti.
Anadolu Aydınlanması ne zaman başladı?
Aydınlanma devriminin kazanımları, bu devrimle ilgili kavramların, uygarlıktaki “Yeni İnsan” arayışının Anadolu’daki gelişimi aynı zaman dilimlerinde gerçekleşemedi. Kapitalist ilişkilerin gelişmesine engel olan mülkiyet ve üretim yapısı; laikliğe engel olan hilafet; insan haklarına, demokrasiye engel olan şeriat hukuku; düşünceye engel olan inancın bağnazlığı, egemenliğin tanrıdan geldiğini savlayan padişahlık sistemi Osmanlıda Yeni İnsan’ın ortaya çıkışını, sanayi devrimini, aydınlanmayı sınırları içine almak istemiyordu.
Sanayi devriminden uzak kalmanın “geri kalmış” kavramıyla tanımlandığı tarih koşullarında Osmanlı devleti, zaman içinde “hasta adam” sıfatını da almıştı. Aydınlanmanın evrenselliğiyle buluşmamız için önemli bir araç olan matbaanın Gutenberg’den (1450) ancak 279 yıl sonra 1729’da İbrahim Müteferrika’ca kullanılmaya başlaması, aydınlanma ile topraklarımız arasında nasıl bir uçurumun oluştuğunu gösteriyordu. Aklın egemenliğinin kurulmasında ve Yeni İnsan’ın yetişmesinde en önemli adım olan dinsel eğitimden kurtuluş Avrupa’da XV. yüzyılla birlikte gerçekleşirken bizde medrese eğitiminden kurtuluş için Cumhuriyet’in kurulması beklenmişti. Türkiye’nin gelişmişliğe ulaşmak, geri kalmışlık yıllarının getirdiği boşluğu kapatmak, uygarlık yarışına katılmak için çok çabalaması gerektiği bir zorunluluktu.
Sanayi devrimini gerçekleştirecek burjuvazinin oluşmaması, aydınlanma görevini Osmanlı aydınlarının sırtına yüklemiş ve Jön Türklerin bu yoldaki savaşımları Cumhuriyet aydınlanmasının tohumlarını atmaya başlamıştı. (Öylece de gidiyor. Genç, öğrenci, işçi, öğretmen, bilim insanı, sanat insanı aydınlar bu görevlerini hep sürdürdüler ve düzenlerin sert baskılarıyla, zorbalıklarıyla, cezalandırmalarıyla karşılaştılar.) Avrupa’da gelişen milliyetçilik dalgasının Balkanlardan Osmanlı sınırlarını zorlamasına ve Rusya’da gelişen Panslavizme tepki olarak Turancılık temelinde Pantürkizm doğmaya başlamıştı. Padişahlığı, hilafeti, şeriatı, bunlara bağlı kurumları, yasaları, işleyişleri ortadan kaldıran Cumhuriyet devrimi, Anadolucu, ulusçu, Ulusal Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren bir devrim olarak aydınlanma dalgasının topraklarımızda taçlanmasıydı.
İlhan Selçuk Cumhuriyet’te (15 Kasım 2007) Türk Aydınlanma devrimini şöyle tanımladı: “İslam coğrafyasının atlasında Aydınlanma devrimini bir tek Türkiye tanımıştı… Aydınlanma, Batı’da ‘Bilimsel Devrim’ kapsamında Reform-Rönesans aşamalarından geçerek sanayi devrimiyle hayata geçirildi. Bu süreç ‘Burjuva Demokratik Devrimi’ diye vurgulanır. İslam dünyasında bunun benzeri var mı? Yok! ‘Türkiye Aydınlanması’ bu nedenle özgündür, tektir.”
Aydınlanmanın neresindeyiz?
Cumhuriyet devrimleriyle birlikte yaşamın her alanında olduğu gibi insanı insan kılma savaşımının yükselmesiyle kültürümüz de toplumsal damarına ulaşmıştı. Hitler’in dünyaya “Yeni Düzen” getirme çığlıklarıyla başlattığı II. Dünya Savaşı yıllarında, toplumsal ilerlemeyi ve özgürlüğü amaçlayarak barış ve toplumsallık arayanlar binbir yöntemle engellenmişti. Ülkemizde demokrasinin tarihi ile sol düşmanlığı, sosyalizm düşmanlığı aynı şeydir. Bu dönemden sonraki tarihimiz, solun yok edilmesi, sol düşüncelerin engellenmesi, aydınlık bir gelecek özleminde olanların sürekli hırpalanmaları ve ezilmelerinin tarihidir aynı zamanda.
Aydınlanmanın düşmanları kimlerdir?
Bugün, aydınlanma savaşımımız, bir yandan çağımızı kuşatmış olan küreselleşmenin (ABD ve AB emperyalizminin politikalarının), bir yandan da ırkçı ve dinci bir bağnazlığın kıskacı altında, zorluklarla dolu olduğu bir dönemi yaşıyor. Ülkemizde 250 yılı aşkın bir zamandır süregelen aydınlanma savaşımının içinde bulunduğu konum, tek tek yok edilmeye çalışılan kazanımların savunulması ve yeni mevzilerin elde edilerek savaşımın sürekli zaferlerle taçlandırılması gibi yine zorlu olan görevler ve sorumluluklar yüklüyor.
Bağımsızlık temelindeki bir devrimin aydınlanma savaşımına katkısının en temel katkı olduğu gerçeği, bugün küreselleşme ile gelen ilişkiler ve politikalarla yadsınmakta, çürütülmekte, tutsaklığa götürmektedir. Egemenliğini tanrının vekili olduğunu savlayarak sürdüren çağdışılığa, saltanatın, padişahlığın ortadan kaldırılmasıyla indirilen kesin bir darbe olan devrimin, aydınlanma savaşımına katkısını, gerçek bir demokrasi amacına ulaşarak sürdürme görevimiz de baskılarla, engellerle, düşünce ve akıl düşmanlığıyla karşı karşıya bugün.
Bu düşmanlık doruğa ulaştı günümüzde. İnsanların padişahın kulu olmaktan çıkması ve özgür yurttaşlar olarak yaşama katılması anlamına gelen hilafetin kaldırılması, şeriat düzenine son verilmesi, özgür düşünmenin temeli olan özgür dilin yaratılması amacıyla gerçekleştirilen abece ve dil devrimi de düşünceyi daraltan karanlıklara indirilen bir aydınlanma atılımı olarak olanca görkemiyle parıldamıştı. Dinin dili gerekçesiyle kutsanan Arapçanın ve diğer egemen yabancı dillerin saldırısından da kurtularak özgürleşen dilimizin özgür düşünmeyi, aklımızı kullanmayı, bilgiyle ve bilimle buluşmayı getirmesiyle de topraklarımızda aydınlanma dev adımlar atmaya başlamıştı. Bugün gelinen noktada her şeyin tüketildiği bir toplumsal düzen gerçeğinin önemli bir parçası olarak dilimizin de çürütüldüğünü, bir yandan eski özlemlerin diriltilmesiyle dinin dilinin, bir yandan da ekonomik üstünlüğün gereği olarak İngilizcenin boyunduruğuna itildiğini içimiz burkularak izlemekteyiz. Bunun da önemli sorumluluklar ve görevler yüklediğini unutmamak zorundayız.
Küreselleşmeyle, Yeni Dünya Düzeniyle gelen, ulus devletleri, ulusları, ulusal kültürleri, ulusal dilleri, ulusal edebiyatları, ideolojileri yok etmeyi amaçlayan emperyalizmin karanlığı, aydınlığımızı boğuyor. Tüketime, magazinleştirmeye, mistisizme, medyatikliğe, teksesliliğe, popülerliğe yönelik adımlar aydınlık tarihimizi silmeye, yeni aydınlık değerlerimizin önünü tıkamaya çalışıyor. Bu gerçek, ırkçı ve dinci bağnazlıklarla dolu bir ideolojinin dünya çapındaki küreselleşme ideolojisiyle çakışarak aydınlığımızı karanlığa dönüştürmede önemli adımlar attığı, hatta yaşamımızı belirleme noktasına geldiği gerçeğidir. Bu gerçeğin bilinci, aydınlığımızın kazanımlarına güç katan, onu çoğaltan değerlerimizi de sahiplenme sorumluluğu veriyor. Sözün kısası, ABD’nin BOP’unun ortağı görevini yapıyor ve ülkemizi hızla “ılımlı İslam” devletine, Osmanlı ümmet toplumuna dönüştürmek için çabalıyor.
Anadolu Aydınlığını yeniden nasıl umuda çevirebiliriz?
Nâzım Hikmet’in şiirini içtim ben de. Bilincimle eş bir yazarlığı hak etme çabasındayım. Öncelikle yaşadıklarımı, yakın tarihten deney kazanmak, dersler çıkarmak, toplumbilimcilere “memleketimizden insan manzaraları” sunmak gibi bir işlevle de tamamlayarak yazmaya çalışıyorum. Romanlarımın çoğu yakın tarihimize yönelik tanıklıklardan oluşuyor. İncelemelerimle dünü ve bugünü anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Halk kaynağına yönelik çalışmalarımın yanı sıra, deneme kitaplarımla kültürümüze, siyasetimize, edebiyatımıza katkıda bulunuyorum. Birçok dergide, gazetede yazıyorum, radyolarda, televizyonlarda programlar yaptım, birçok kültür kurumunda yöneticilikler yaptım, yapıyorum. Birçok kurumun etkinliklerine katılıyor, toplantılarında konuşuyorum. Bu arada geçimimi sürdürmek için çalışıyorum elbette.
Herkesin katacağı bir şey vardır yaşama. Benim katacaklarım bunlar diye düşünüyor ve insan olma sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum. Bertolt Brecht’in sözü aklımdan hiç çıkmıyor: “Ne yazık o ülkeye ki hâlâ kahramanlara ihtiyacı var!”
Yaşam güzelliklerle, çirkinliklerle doludur. Yaşam doğrularla, yanlışlarla, iyiliklerle, kötülüklerle doludur. Hiçbir zaman tam olamaz yaşam, hep eksiklerle, hep çelişkilerle doludur. Ne yaşanırsa yaşansın; acıların, mutlulukların yanında sevinçleri, üzünçleri, coşkuları, sevgileri, aşkları, yıkımları, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, düş kırıklıkları, nefretleri, kahırları, kaygıları, mutsuzlukları, umutları, yenilgileri, yengileri, hedefleri, başarıları, başarısızlıkları da içeren ama bir türlü “tamam işte” dedirtmeyen bir gerçekliktir yaşam. Yaşamın ne olduğunu anlamaya, yaşamı anlamlı kılmaya; yaşamın eksikliklerini gidermeye, yanlışlıklarını azaltmaya, çelişkilerini yok etmeye; acılarını sevinçlere, kaygılarını umutlara, kahırlarını coşkuya dönüştürmeye çalışmak, çabalamak insan olmanın özelliklerinden biridir. İnsanı insan kılan bir arayıştır bu çaba. Özgür kılmanın, özgür olmanın, özgürleşmenin çabasıdır. Hiçbir insan tam yaşayamaz, ama bu çaba, bu arayış insanın yaşamına anlam katar.
Antakya gazetesi okurlarına bir mesajınız var mı?
Umudumuz var. Tükenmeyen umudumuz. Aydınlanma savaşımı devam ediyor. Sen usanmadan yazıyorsun, ben de yazıyorum. Bizim gibi yazan onlarca aydınımız var…Örneğin yakınlarda 30 şiirini de genç kuşakların anlayabilmesi için Türkçeleştirdiğim Tevfik Fikret adlı kitabım çıkacak. Bir umut bu…Tarihten ders çıkarmamız için yazdığım Nazi Kampları adlı yapıtım yayınlanacak…Ve Büyük Oğul Efsanesi: Tonguç’un Romanı’nın Bilgi Yayınevi’nde çıkmasını dört gözle bekliyorum. Aynı zamanda yakın tarihimizle hesaplaşma romanı oldu…
Yani umut kendimizde, umut insanda…
Teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ediyorum.

Exit mobile version