Toplumcu- gerçekçi edebiyatımızın büyük ustası Fakir Baykurt’u 23 yıl önce, 11 Ekim 1999 tarihinde kaybetmiştik.
Anadolu’yu “Gezilip görülme” edebiyatından kurtaran, gerçek bir halk aydınlatmacısıdır.
Fakir Baykurt, Türkiye öğretmen hareketinin öncüsü, iyi bir yazar, iyi bir öğretmendir.
Onu ilk kez Yılanların Öcü, Kaplumbağalar ve Tırpan adlı romanlarıyla tanıdım. Yılanların Öcü’nü lise, Kaplumbağalar’la Tırpan’ı ise üniversite yıllarında okumuştum.
1958’de Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Yılanların Öcü’nün daha sonra filmini izlemiştim büyük bir hayranlıkla. Film, köy gerçeğine, toplumsal gerçeklerin yansıtılmasına düşman olanlarca tepkiyle karşılandığı için yasaklanmış ve ancak rahmetli Cemal Gürsel’in emriyle gösterime girebilmişti.
Baykurt’un anası okur yazar değilmiş. Olanak buldukça, okula giden genç kızlara Yılanların Öcü’nü okutturup dinlermiş. Yazılanların, yaşamdan alınan olaylar olduğunu anlayınca “Bunlar hep bildiğimiz şeyler; kitaba niye yazmış ki!” dermiş.
Gerçekten de Baykurt’un anlattığı şeyler hep bildiğimiz şeyler. Ülkemizin “ağız dil vermez” insanları Baykurt’un üslubuyla konuşmaya başlamıştır. Edebiyatın işlevi, insanı yaşadıklarıyla kavramak değil midir? Fakir Baykurt, Anadolu insanını toplumsal bir varlık olarak algılayıp anlatmıştır.
Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından Fakir Baykurt, Almanya’nın Essen kentinde öldü. Cenazesi, 1977’den beri yaşadığı Duisburg’da düzenlenen bir törenden sonra İstanbul’a getirilerek Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Edebiyatta gerçekçi yaklaşımı benimseyen Fakir Baykurt 1929’da Burdur’da doğdu. 1943’te Akçaköy İlkokulu’nu, 1948’de Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra köy öğretmenliği yaptı. 1955’te Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi; Sivas, Hafik ve Şavşat’ta Türkçe öğretmeni olarak görev yaptı.
12 Mart öncesinde TÖS, 12 Mart sonrasında TÖB-DER’de genel başkanlık yaptı.
Daha öğrencilik yıllarında, köy enstitüsünün dergisine şiirler yazmaya başlamıştı (1946). Ardından öyküleri ve romanları geldi. Adının dergilerde görülmeye başladığı yıllar, Türkiye’de çok partili döneme geçiş sancılarının yaşandığı yıllardır.
Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”(1950), ardından Talip Apaydın’ın “Bozkırda Günler”i (1952) bu yılların ürünü.
Fakir Baykurt durmadan yazdı, çok yazdı. Yazdıklarıyla çığır açtı. Bunu toplumsal bir görev sayıyordu. Yapıtlarının çoğu ödüller aldı. Yazdıkları sinema ve tiyatroya uyarlandı.
Genç bir öğretmen olarak gittiği Şavşat’ta Efkar Tepesi’ni yazdı. Yılanların Öcü daha sonraları bir üçlemeye dönüştü. (Yılanların Öcü- Irazca’nın Dirliği- Kara Ahmet Destanı), Kaplumbağalar, Kır Abbas adlı bir köylünün yaşam karşısındaki örnek duruşuydu. Amerikan Sargısı ince bir ironinin, güldüren ama güldürürken düşündüren bir yapıtın adıydı.
On binlerce Kağnı çağdaş bir masal seçkisiydi. Burdur ve yöresi daha sonra tek yapıtta toplanan “Çilli” “Karın Ağrısı”, “Cüce Muhammet”te anlam buldu. 12 Mart askeri yönetimi “İçerdeki Oğul”u yazdırdı.
Onurlu yaşamını sekiz ciltlik bir yapıtta topladı.
12 Eylül öncesi ülkemizde yaşanan karmaşada pek çok genç ve aydınımız haince bizlerden koparılmıştı. Bir gün sıranın kendisine de geleceğini düşünen Fakir Baykurt çok sevdiği ülkesini, insanını geride bırakarak Almanya’nın yolunu tuttu. Barış Çöreği, Gece Vardiyası, Yüksek Fırınlar, Koca Ren, Yarım Ekmek, Duisburg Treni, Bir Uzun Yol, Yeni Kölelik mi? Telli Yol gurbette yazdığı yapıtlar. Duisburg kentinde dinlendiği kahve, günümüzde “Fakir Baykurt Kahvesi” olarak biliniyor.
“Fakir Baykurt’un aydınlığı, kararlığı çoğaltan bir aydınlıktır.
Fakir Baykurt’u unutmadık, unutmayacağız. Yapıtları baş ucumuzda bulunmalı derim.