Yazınımızın Dirençli Ustası Orhan Kemal 106 Yaşında

Halkın sesi Orhan Kemal’in 106. yaş gününü kutladık geçtiğimiz günlerde. Türk yazınının büyük ustası, (1914-1970), arkasında kırk iki kitap bırakmıştı: 11 öykü, 26 roman, bir anı, bir inceleme ve onurlu bir yaşam. “Roman ve öykü kahramanlarının, en önemlileri, kadın ve genç kızlardır. Anlattığı çevrenin en belirgin özellikleri, bu kadın ve genç kızlarda yansır çünkü. Yoksulluğun […]

Halkın sesi Orhan Kemal’in 106. yaş gününü kutladık geçtiğimiz günlerde.

Türk yazınının büyük ustası, (1914-1970), arkasında kırk iki kitap bırakmıştı: 11 öykü, 26 roman, bir anı, bir inceleme ve onurlu bir yaşam.

“Roman ve öykü kahramanlarının, en önemlileri, kadın ve genç kızlardır. Anlattığı çevrenin en belirgin özellikleri, bu kadın ve genç kızlarda yansır çünkü. Yoksulluğun yaşamaktan alıkoyduğu, özlemlerini engellediği bu kadın ve kızlar genellikle direngen, sevecen kişilerdir. Çoğu güzeldir, ama bu güzellik bilinçsizlikleri ve eğitimsizlikleri yüzünden mutsuzluklarına yol açar. Orhan Kemal’in anlattığı genç kızlar ve kadınlar yoksul kesimin kızlarıdır. Biraz da bu yüzden eğitim olanağı bulamamışlardır. Okullu olanlar, okulda başarılı olanların da okulu bitirmeleri için olanak bulunmaz.” 

“Celfin Eti” adlı öyküsünü liselerde, girdiğim her sınıfta mutlaka öğrencilerime okumuş ve üzerine tartışma açmışımdır. Öykü, hasta bir hamalı anlatır. “Koza fabrikasında, ıslak pamuk kozalarını taşımaktan üşütmüş, hastalığı büyük olasılıkla zatürre ya da vereme dönüşmüştür. Halsizdir, iştahsızdır. Adana’nın yoksul mahallelerinden birinde oturmaktadırlar. Komşuları bu hamalın karısına, kocasının iyileşmesi için, köpek yavrusu eti yemesi gerektiği söylerler. Kadın gözü açılmamış bir yavru köpeği, kesip kızartır. Budunu, komşunun gönderdiği bir piliç butu olarak kocasına yedirmeye çalışır. Adam, yoksulların, hastalık için çeşitli yollar denediğini bildiğinden, etten kuşkulanır. Karısına”

“Eğer bu et, piliç etiyse, sen de ye bakalım” der.  Kadın kocasının inanması için, koca bir lokma alır etten. Adam iştahla yemeği yemeye başlar. Kadınsa komşuların evine gidip kusar.

Komşularının bile bile nasıl köpek eti yediği sorusunu, kocası için daha önemli fedakarlıklar yapabileceğini belirten bir cümle ile yanıtlar: “ O benim helalim”.

Orhan Kemal, 1914 yılında Ceyhan’da doğdu, 1970 yılında Sofya’da öldü. B.M.M I. Dönem milletvekillerinden, Abdulkadir Kemali’nin oğludur. Babası, Adana’da kurduğu (1930) Ahali Cumhuriyet Fırkası bakanlar Kurulu kararıyla kapatılınca Suriye’ye kaçtı. Orhan kemal de ortaokuldaki öğrenimini bırakarak bir yıl kadar babasının yanında kaldıktan sonra Adana’ya döndü (1932). Çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik yaptı. Askerlik sırasında yabancı bir rejimi övmek suçlamasıyla kovuşturmaya uğradı, beş yıl hüküm giydi (1939). Kayseri, Adana, Bursa cezaevlerinde yattı. Bursa’da Nazım Hikmet’le tanışması yaşamında bir dönüm noktasıdır. Hapisten çıkınca (1943)amelelik, sebze nakliyeciliği, Verem Savaş Derneği’nde kâtiplik yaptı. İşten çıkarılınca (19509 İstanbul’a yerleşerek yazarlıkla geçimini sağlamaya çalıştı. Bir ara lokantada propaganda yaptığı gerekçesiyle 142. maddeden yargılandıysa da aklandı. (1966) çağrılı bulunduğu Bulgaristan’da öldü. Cenazesi İstanbul’a getirilip Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Orhan Kemal’in heceyle yazdığı ilk şiiri, Duvarlar, Reşat Kemal imzasıyla Yedigün’de çıktı. (1939)Bunu Raşit Kemali adıyla yayınladığı şiirler izledi. Nazım Hikmet’le tanıştıktan sonra serbest şiirler yazdı. Yine nazım Hikmet’in etkisiyle öykü ve romana geçti. Şiiri sürdürmekle birlikte çalışmalarını öykü alanında yoğunlaştırdı. İlk öykülerini de aynı yıllarda yayımladı. (bir Yılbaşı Macerası Yeni Edebiyat, 1941). Orhan kemal adını iseYürüyüş’te çıkan (1942) şiir ve öykülerinde kullanmaya başladı. Varlık’ta art arda yayımladığı öykülerle adını duydurdu.ilk öykü kitabıyla (Ekmek Kavgası9 ilk romanını (Baba evi) aynı yıl (1949) yayımladı.

Otobiyografik özellikler taşıyan ilk romanlarında Adana’daki işçi çevrelerini, göçmen mahallelerinin insanlarını gerçekçi bir tutumla anlattı. Sanayileşen Türkiye’nin toplum yapısını, işçi-işveren ilişkileri, büyük kente gelen gurbetçilerin serüveni, geçim kavgaları, küçük insanın dünyası çevresinde yansıttı. Aydınlık gerçekçilik denebilecek bir sanat anlayışıyla tiplerinin olumlu yanlarını vurgulamaya, konusuna iyimser bir bakış açısıyla yanaşmayı amaç edindi. Hareket öğesinin, diyalogun ağır bastığı yapıtlarında önceleri şive özelliklerine yer verirken sonraları bunu en aza indirdi. Ama yalın, süssüz anlatımını ruh çözülmelerine girdiğinde bile değiştirmedi. Bu özellikleriyle Türk öykü ve romanında toplumcu gerçekçi çizginin usta adlarından biri oldu. Öykü ve roman dışında film senaryoları, oyunlar da yazdı.

Orhan Kemal bize üç şey getirdi: Kinsiz, herkese açık, cömert yüreğinden insan sıcaklığı; hayat serüveninden, sonra da kafasının ışığından bilinç; insana olan sonsuz güveninden de umut.

Orhan Kemal’in yaşantısı, ezik, sömürülmüş, küçük insanların kaderiyle aynı düzeyde gelişen bir yaşantıdır. Bu yaşantıdan, düşünce hayatımıza, aldatmacasız, sömürüsüz bir dünya doğrultusunda sağlam bir bilinçle köklü bir umut ışığı getirmeye çalıştı Orhan Kemal.

“Orhan Kemal’in ışığı ümitsizlere ümit, kendini bezgin, yenilmiş görenlere direnme gücü olacaktır. Yeter ki bu ışıktan faydalanmasını bilelim.”

Exit mobile version