Afganistan ve Irak’ta verdiği kayıplar nedeniyle, strateji değişikliğine giden ABD’nin, Ortadoğu’da artık doğrudan petrole değil, çeşitli yollarla petrol sahibi ülkelere sahip olmayı tercih etmiştir. Afganistan ve Irak’tan aldığı acı dersler doğrultusunda, “Vazgeçilmez Lider Ülke” konumunu koruyarak, “Maşa ülkeler ve/veya maşa örgütler” vasıtasıyla politikasını yürütmeyi hedefleyen ABD’nin kendini kullandıran ülkeler sayesinde başarılı olduğu söylenebilir. ABD, 2005’te Irak anayasasını yazarken Irak nüfusunun %15’ini (%20 Sünni, %55 Şii) oluşturan Kürtlere egemenliğin %50’sini verdi. Cumhurbaşkanı, Dışişleri bakanı ve önemli devlet görevlileri Kürtlere bağışlandı. 2011’de işgal ettiği Irak’tan çekilirken, Kuzey Irak’ta kendine sadık bir Kürt Bölgesi bıraktı. Irak’ta daha fazla söz sahibi olmak için, önce İngiliz vatandaşı Kürt kökenli Fuad Masum’u cumhurbaşkanı seçtirdi. Sonra da, İngiltere’de okumuş ve yaşamış Haydar Abadi, hükümeti kurmakla görevlendirildi ve Maliki’nin yerine başbakan yapıldı. ABD, danışmanları vasıtasıyla Irak Savunma Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerini kontrol altına almış durumda. Irak kuzeyinde Barzani Peşmergelerini eğiterek, yüz bin kişilik bir Peşmerge Ordusu oluşturdu. Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın kolu PYD/YPG’ye silah ve eğitim yardımı yapmaya ve bir PYD/PKK ordusu oluşturmaya devam ediyor.
İsrail’in güvenliğini sağlarken, Filistin örneğinde olduğu gibi Müslüman Arapların katledilmesine göz yuman ABD, çıkarına uygun petrol politikalarını yine Müslüman Arap ülkeleri vasıtasıyla yürütmeyi hep başardı. Özetle, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığı, bölgedeki otoriter rejimlere dayanmakta, bu rejimler İsrail’in arkasındaki Amerikan desteğini görmezden gelmekte, böylece ABD’ye enerji kaynakları sağlamayı büyük bir iştahla sürdürmektedirler.
Bu denklemde ABD, kendi çıkarlarının jandarmalığını ortak olarak seçtiği “maşa ülkeler ve örgütler” vasıtasıyla yürütmekte, radikal cihatçı terörist grupları ise ülkesinden mümkün olduğu kadar uzakta, Ortadoğu coğrafyasında tutacak şekilde politikalar üretmektedir. Ancak, Irak ve Suriye kuzeyinde Kürdistan’ın kurulması ile ikinci İsrail hedefini gerçekleştirmeyi bekleyen ABD; Afganistan’da, Suriye’de ve Arap Baharı Projesinde tökezlemiş, Çin’e karşı etkili strateji geliştirememiş, Ukrayna’da inisiyatifi Rusya’ya kaptırmış, Rusya’nın Suriye’de yerleşmesine de engel olamamıştır. Bununla beraber, Kürdistan’ı oluşturma projesinde oldukça başarılı olduğu gerçeği de yadsınamaz.
Tüm olumsuzluklara rağmen, ABD ulusal çıkarlarından asla ödün vermemiş, bir yanda “Asya’nın Gözetleme Kulesi dediği Afganistan” sayesinde Hazar Havzası’nda; öte yanda “maşa ülkeler ve gruplar” vasıtasıyla Ortadoğu’da zengin enerji kaynaklarını kontrol etme stratejisini pekiştirmesini bilmiştir. ABD, Vietnam’dan Afganistan’a; Irak’tan Suriye’ye hızı gittikçe artan sürekli bir savaş konumundan mutlu gibidir. Dünya nüfusunun %4,6’sını, dünya ekonomisinin %30’unu, dünya tüketiminin %25’ini, dünya savunma harcamalarının %37’ini, dünya silah ticaretinin ise %45’ini elinde bulunduran ABD’nin savaş çarkı durmadan dönmeyi sürdürmektedir.
ABD Dış Politika Uzmanı, Samuel Huntingon’un 1997’de: “Karmaşık, çok kültürlü, etnik ve ırksal ayırıma dayalı iç dinamikleriyle ABD, bütünlüğünü koruyabilmek için, bugün düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor.” (5) demesi de boşuna değil.
Sonraki yazımızda konuyu incelemeği sürdüreceğiz.
(5) İsmail Tokalak, Dünyayı Yönetenler ve Sistemleri, Güler Boy Yayıncılık, İstanbul, 2008.