Devletlerin dünya küresinde rol alabilmesi ve söz sahibi olabilmesi için ülke içinde elde edilen ekonomik ve siyasal başarıların yeterli olmadığı aşikâr. Eğer öyle olsaydı, petrol zengini Suudi Arabistan ile Körfez ülkelerinin dünyayı şekillendirmede ağırlıkları olurdu. Zengin enerji kaynaklarına sahip olmalarına rağmen, 1947’den beri güvenliği ABD tarafından sağlanan Suudi Arabistan ve topraklarının neredeyse üçte biri ABD askeri üssü olan Katar, satranç tahtasında ABD’nin çıkarlarına uygun hareket etmektedir.
ABD’de, savaş olsun da bize iş çıksın diye bekleyen yüzden fazla özel askeri şirketi yarış içinde. Yıllık, yaklaşık 600 milyar dolar bütçesi ve dünya üzerinde 700’den fazla askeri üssü bulunan ABD, özellikle savunma sanayi alanında uluslararası şirketler için bir cazibe merkezi haline gelmiştir. ABD’nin silah sattığı en iyi müşterilerin Müslüman ülkeler olması ise, değişmeyen bir gerçek. Silah şirketleri, savaş çıktıkça bu ülkelere daha çok silah satıp, daha fazla para kazanmaktadır. Bu ülkeler de kendilerine biçilen rolü daha iyi oynayabilmek için ABD’den danışmanlık ve eğitim hizmeti satın almaktadır. Bu da, ABD’ye daha fazla para ödemek demek. Dünya silah ticaretinin %45’ini elinde bulunduran ABD, bu pastayı kaptırmak niyetinde değil.
ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General Mike Flynn, Kurdistan TV’ye, 22 Kasım 2016’da yaptığı konuşmada: “Bana göre yeni bir Orta Doğu şekillenecek ve Irak ile Suriye bütünlüğünü koruyamayıp dağılacak. Orta Doğu’da üç veya dört yeni devletin doğacağı kanaatindeyim ve gelecekte bir bağımsız Kürdistan’ı göreceğimizi söyleyebiliriz.” (6) dedi. Ortaya çıkan gerçek; ABD’nin, Ortadoğu’da Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan Devleti kurma hedefinin sapma göstermeden ilerlediğini göstermektedir.
Bu arada, Suriye’nin kuzeyinde yeni ABD başkanı tarafından ilan edilmesi öngörülen ¨Uçuşa Yasak Bölge¨, İncirlikten kalkacak ABD ve koalisyon uçaklarının himayesinde Türkiye-Suriye sınırında bir PKK devletçiğinin temellerini atacaktır.
Suriye’de savaşı kaybeden DAEŞ/IŞİD ve El Nusra gibi terör gruplarının, yakın gelecekte Türkiye’ye geçiş yapabilecekleri dikkate alınırsa, terör tehdidinin katlanarak artacağı bir sır değil. Hatay’ın hemen güneyinde yer alan İdlib’te toplanan El Nusra’nın, Rusya ve Suriye’nin yapacağı operasyonla Türkiye’ye süpürüleceği gerçeğini unutmamak gerek. Böylece PKK, DAEŞ/IŞİD, FETÖ yanında Türkiye artık El Nusra terör örgütü ile karşı karşıya kalacaktır.
Suriye’deki savaşın en az 15-20 yıl süreceği dikkate alındığında, TSK’nın da uzun süre Suriye’de kalacağı öngörülmelidir. Bu nedenle, yurt içinde Suriye’den gelecek radikal cihatçı terör örgütlerine karşı çok daha etkili önlemler yaşamsal önemdedir.
Afganistan-Pakistan sınırında mültecilerden Taliban ve El Kaide doğdu. Dört milyon Afgan mülteciyi kabul eden Pakistan, şimdi bombaların patladığı, yabancıların gitmeye korktuğu ve ordusu radikalleşen bir ülke oldu. Oysa 1990’larda Hindistan’la yarışan bir ülkeydi. Afrika’da mültecilerden El Kaide türevi Boko Haram çıktı. Türkiye’de bulunan 3,5 milyon Suriyeli sığınmacı arasından, birkaç yıl sonra El Kaide motifli bir terör örgütünün ortaya çıkabileceğini söylemek için uzman olmaya gerek yok.
ABD’nin yeni başkanı Trump’ın, bağımsız bir Kürdistan için adımlar atacağını; Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan PYD/PKK oluşumunu destekleyeceğini ve PYD/PKK’ya silah ve danışmanlık desteği vereceğini; bununla birlikte radikal cihatçı örgütlere karşı daha sert önlemler alacağını ancak İsral’i daha çok savunan politikalar izleyeceğini söylemek mümkün. Türkiye, duygusal, romantik yaklaşım ve değerlendirmeden kendini arındırabilirse bu gerçeği rahatlıkla görebilecektir.
Ve biz, başkalarının bulduğu silahla birbirlerini öldürüp, başkalarının bulduğu ilaçla iyileşmeye çalışan insanların yaşadığı coğrafyaya, Ortadoğu demeye devam edeceğiz.
(6) ABC Gazetesi, 23 Kasım 2016.