YOZLAŞAN YARGI

Türkiye’deki hukuk garabetleri her geçen gün farklı bir boyuta evrilmekte. Önce Tolga Şardan adlı bir gazeteci, yayınlandığı bir haber nedeniyle tutuklandı. 5 sonra da “deliller toplandı” denilerek serbest bırakıldı. Tolga Şardan’ın tutuklanması tam bir skandaldır. Tutukluluk için hiçbir gerekçe olmamasına rağmen siyasi ve farklı saiklerle gazeteci Tolga Şardan tutuklanmış, ardından 5 sonra da serbest bırakılmıştır. […]

Türkiye’deki hukuk garabetleri her geçen gün farklı bir boyuta evrilmekte. Önce Tolga Şardan adlı bir gazeteci, yayınlandığı bir haber nedeniyle tutuklandı. 5 sonra da “deliller toplandı” denilerek serbest bırakıldı. Tolga Şardan’ın tutuklanması tam bir skandaldır. Tutukluluk için hiçbir gerekçe olmamasına rağmen siyasi ve farklı saiklerle gazeteci Tolga Şardan tutuklanmış, ardından 5 sonra da serbest bırakılmıştır.

Tutukluluk kurumunu düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu’muz tutuklama hakkında son derece detaylı ve net tarifler yapmasına rağmen mahkemeler tutukluluk kurumunu ellerinde eğip bükmektedir. Tutukluluk aslında delillerin karartılmaması, kaçma şüphesi olan kişinin kaçmasını engellemek için düzenlenmiş bir tedbirdir. Fakat tedbir olarak düzenlenmiş olan tutuklama müessesesi, yargıçlar tarafından adeta bir kırbaca, cezalandırma aracına dönüştürülmektedir. Bu doğru değildir. Türkiye’nin dört bir yanında benzer sıkıntılar ve şikayetler mevcuttur. HSK’nın ve Adalet Bakanlığı’nın bu konuda bir düzenleme yapması şarttır. Fakat siyaset yargıya müdahil oldukça bu tarz hukuku eğip bükme davranışlarına şıkça şahit olunmakta.

Anayasa malumlarınız, en üst normdur. Tüm mevzuatlar Anayasa’ya uygun olmak zorundadır. Normlar hiyerarşisinin en üstünde bulunan Anayasa sonrasında Kanunlar, Tüzük ve Yönetmelikler gelir. Anayasa madde 153/6 “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

Dolayısıyla söz konusu maddeden de anlaşılacağı üzere, Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Bu husus, yine Anayasa’nın 138.maddesinin 4.fıkrasında “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” şeklinde ifade edilmiştir. Yani mahkeme kararlarına uyulmaması, gereğini yerine getirmemek gibi bir hak ve seçenek yoktur.

Can Atalay hakkında verilen AYM kararı, yerel mahkemenin bu karara uymaması ve Yargıtay’ın tarihinde görülmemiş bir yorum tarzı ile maalesef bir devlet krizine yol açmıştır. Kararı okuduğumuzda kararın son derece sert, TBMM ve AYM’ye adeta ayar verir bir üslupta yazıldığı görülmektedir.

Söz konusu Yargıtay kararında son derece ilginç ve sert üsluplarla;

 “AYM’nin kendi kendini sınırlama eğilimi içinde olması beklenirken, bazı kararlarında hukuka uygun düşmeyecek şekilde yetkisini açıkça aştığı görülmektedir” denilmek ve buna örnek olarak da Can Dündar Erem Gül kararı örnek gösterilmekte,

Devamında “AYM kendini yüksek mahkemeler üzerinde süper bir temyiz mercii olarak görmemeli, Danıştay ve Yargıtay kararlarını yeniden yargılama görüntüsü altında dosyanın esasına da girip, bozmak suretiyle kendi görev ve yetkilerine yasal dayanaktan yoksun olarak gereğinden fazla ve yetkisini aşacak şekilde anlam yüklememelidir” diyerek adeta üst perdeden AYM’ye “alanını bil” mesajı verilmekte. TBMM’ye yönelik de, “biz onama kararını TBMM’ye gönderdik, Meclis bu konuda karar vermedi” deniliyor. Ardından AYM’nin kararı veren Yargıtay üyelerini tehdit boyutuna vardırdığı, sürekli tehdit edilen Daire üyelerinin bir de AYM tarafından tehdit edildiği, AYM’nin kendini süper temyiz makamı olarak konumlandırdığı, AYM’nin aktivist davranışlar sergilendiği,

“Devletin cebri gücünü ve görevleri gereği Devletin kamu gücünü elinde bulunduran kimseleri, sahip oldukları kamu gücünü sürekli Anayasa’ya aykırı bir şekilde kullanmalarının, Anayasayı ihlal etme eyleminin işlenmesinde kolaylık sağlayacağı aşikardır” denilerek;

AYM kararına UYULMAYACAĞI, TBMM’ye kararı göndererek Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için işlemlerin başlanması gerektiği, son olarak da kararı veren AYM üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULMASINA karar veriliyor.

Yargıtay tarihinde böylesi bir kararın eşi benzeri yoktur. Yargıtay’ın kararı uygulamamak, kararı veren hakimler hakkında suç duyurusunda bulunmak, TBMM’ye direktif vermek gibi bir hakkı yoktur.

Söz konusu karar bir milat olarak değerlendirilmeli. Hukuk ve Yargı üzerinden siyasetin eli çekilmeli, yargı tarafsız ve bağımsız bir zemine oturtulmalı. Aksi halde ekonomi ve adalet olan güven başta olmak üzere ülke olarak bu süreçten çok büyük zararlar göreceğiz.

Exit mobile version