Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’ı ziyareti ve iki ülke arasındaki sorunların çözümüne ilişken iyi niyet açıklamalarının yanı sıra Yunanistan’ın Ege’deki 10 adaya vizeyi kaldırması çok konuşuldu. Ancak, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan hakları, 12 mil ve işgal edilen adalar sorununa ilişkin bir açıklama yapılmadı.
Cumhuriyet Halk Partisi Milli Savunma Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı emekli Tümgeneral Yankı Bağcıoğlu, Türkiye –Yunanistan İlişkileri ile ilgili ‘Yunanistan’ın Diyalog Oyunu’ başlıklı bir makale kaleme aldı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu’nun makalesi şöyle:
Yunanistan’ın temel milli savunma stratejisi 3 bacaklıdır.
– Dünyanın her yerinde ve her türlü platformda tezlerini destekleyecek devletlerle ilişkileri geliştirmek, anlaşmazlık yaşadığı devletlerle yaşanan süreçte zaman kazanmak ve statükoyu devam ettirmek için Diyalog,
– Bölgesel devletlerle askeri iş birliği faaliyetleri ile Caydırıcılık,
– Silah tedarik faaliyetlerine hız vererek Savunma.
Yunanistan şu anda her üç aşamayı da fiilen aktif olarak uygulamaktadır. Öncelikle Türkiye ile diyalogu sürdürerek kazanımlarını ve Ege Denizi ile Doğu Akdeniz’de statükoyu idame etmekte, ABD, Fransa, Mısır, İsrail ile askeri iş birliğini geliştirerek caydırıcılık sağlamaya çalışmakta, özellikle hava ve deniz kuvvetlerine yeni gemi ve uçak tedariki ile savunmasını güçlendirmektedir.
Türkiye ile Yunanistan arasında Atina’da gerçekleşen son toplantıda; Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de lehine tesis ettiği statükoyu idame ederek elde ettiği avantajların devamını sağladığı kısaca istediğini aldığı, ancak Türkiye’nin son dönemde yüksek tonda gündeme getirdiği problem sahalarına yönelik hiçbir kazanım elde etmediği (Gayri askeri statüdeki adaların durumu vb.) aşikardır.
Yunanistan ile bu şekilde yoğunlaşan diplomasi trafiğinin hitamında yapılan “Güven ve Güven Artırıcı Önlemler” gibi alt çalışma grubu toplantılarında, somut bir ilerleme olmadığı ve sonuç alınamadığı, Yunanistan’ın oyalama taktikleri ile konuyu zamana yayarak sürüncemede bıraktığı, bu suretle özellikle Türkiye’ye yakın adaların kimilerinde saldırı silahları dahil olmak üzere silahlandırılması, aidiyeti tartışmalı adaların sahiplenilmesi gibi oldu-bittileri de sürdürmeye çalıştığı bilinmektedir.
Önceki günlerde; AB Uluslararası ilişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in “Türkiye’nin Akdeniz’de sondaj / araştırma yapmaması, Kıbrıs Adasında problem yaratılmaması” gibi muhtemelen ekonomimizin içinde bulunduğu durumdan da cesaret alarak yaptığı açıklamalar da dikkate alındığında; önümüzdeki dönemin güvenlik politikaları ve milli menfaatlerin korunması açısından oldukça önemli olacağı değerlendirilmektedir.
Mevcut gündem değerlendirildiğinde sorulması gereken temel sorular;
– Türk – Yunan ilişkilerinde son 10 ayda ne değişmiştir?
– Türkiye ile olan sorunlarının görüşülmesini dahi kabul etmiş midir? Yoksa hala bir iki sorun dışındakileri Türkiye’nin yarattığı sorun olarak mı görmektedir?
– 23 ada Lozan Antlaşmasında belirtildiği şekliyle gayri askeri statüsüne dönmüş müdür?
– Egemenliği tartışmalı adaların durumunda değişiklik mi olmuştur?
– Akıl ve mantık dışı hava sahası uygulamasını sonlandırarak, hava sahası sınırları karasuları sınırlarına mı çekilmiştir?
– Yunanistan, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına ilişkin akıl dışı isteklerinden vaz mı geçmiştir?
– FIR hattını egemenlik sınırı olarak görmek, Ege’ye çıkan her uçağımıza önleme yapmak uygulamasını bırakmış mıdır?
– Batı Trakya’da arzu edilen demokratik ve özgür ortam tesis edilmiş midir?
– Ege denizindeki insanlık dışı geri itme faaliyetlerine son verilmiş midir?
– GKRY, ABD’nin CHEVRON firmasına Doğu Akdeniz-Afrodit sahasında yaptıracağı doğalgaz sondajından elde ettiği gelirden KKTC’ye payını verecek midir?
– Yunanistan, NATO ve üçüncü tarafları da kendi iddialarına alet etmekten vazgeçmiş midir?
– Daha bir iki yıl öncesine kadar dini fanatikliğin ve terörizmin yayılmasından şikayetçi olan NATO müttefikimiz Yunanistan, FETÖ’ye ev sahipliğini sürdürecek midir?
İmzalanan belgenin ikinci işlem paragrafında ise;
“Taraflar, bu Bildiri’nin lâfzını ve ruhunu zedeleyecek veya hakkında kuşku yaratacak veya kendi bölgelerinde barış ve istikrarın korunmasını tehlikeye atacak her türlü beyan, girişim veya eylemden kaçınmaya kararlıdırlar.” şeklindedir. Geçmiş tecrübelerimiz de dikkate alındığında bu madde Yunanistan tarafından istismar edilmeye açıktır ve edecektir.
Bu durumda;
Gayri askeri Statüdeki Adalar sorununu,
FIR hattının egemenlik sınırı kabul edilerek uçaklarımıza önleme yapılmasını,
10 millik hava sahası uygulamalarını,
Batı Trakya, İstanköy ve Rodos’taki Türklerle ilgili sorunları,
Egemenliği Anlaşmalarla devredilmemiş adalara ilişkin ihlalleri gündeme getirmemiz bile anlaşmanın hilafına olacaktır.
Türkiye, Anadolu’nun hemen karşısındaki silahları, Ege denizindeki mültecilere yönelik insanlık dışı uygulamaları da gündeme getirmeyecek midir, nasıl anlamalıyız?
Bu konularda uluslararası hukuktan doğan haklarımızın korunmasına yönelik faaliyetler ve hatta en haklı güvenlik endişelerimizi dillendirmek bile anlaşmanın ihlali olabilecektir. Ege ve Akdeniz’de Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı hiçbir faaliyeti olmaması nedeni ile bu madde de Yunanistan lehinedir
Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözleri elbette dış politika ve uluslararası ilişkilerde pusulamız olmalıdır. Ancak; egemenlik haklarımızın devrini içeren tavizlerin verilmesi, Ege ve Akdeniz’de uluslararası hukuktan doğan haklarımızın kullanılamaması, diplomasi adı altında mevcut hukuk dışı durumun kabullenilmesi de Cumhuriyetimizin 100’ncü yılına yakışır bir anlayış değildir. Kaldı ki tek taraflı kazanımlar diplomasi olarak adlandırılamaz.
Türk Hükümeti, 10 ay önceki duruşumuzun tam aksi yönünde pozisyon alırken; basın açıklamasında Yunanistan’ın gayri hukuki eylemlerine Cumhurbaşkanı tarafından değinilmezken, Mitsotakis, Yunanistan’ın yıllardır süregelen ve bizimde karşı çıktığımız yukarıda da bahsedilen konulara ilişkin pozisyonlarını net ve açık bir şekilde ortaya koymuştur.
““Siyasi diyaloğun bir sonraki aşaması ise, koşullar olgunlaştığında, Yunanistan’a göre uluslararası yargı önünde çözümlenebilecek tek ihtilaf olan Ege ve Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığının ve Münhasır Ekonomik Bölgenin sınırlandırılmasına ilişkin yaklaşımı, her zaman Uluslararası Hukukun ve özellikle uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde en güvenli yol gösterici olan Deniz Hukukunun rehberliğinde ele almak olabilir.
Açıkça söylüyorum, bizim için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına göre çözümden başka çözüm yoktur. Diyaloğu 2017 yılında kesintiye uğradığı yerden yeniden başlatmamız gerekiyor.”
Mitsotakis özetle;
Türkiye ile aramızda tek bir sorunumuz var; o da deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasıdır. Başka bir konuyu müzakere etmeyiz mesajını yinelemektedir. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) atıf yaparak, karasularının 6 milin üzerine genişletilmesi hakkını saklı tuttuğunu da ima etmektedir.
Kıbrıs konusunda ise; tek devletli çözümü vurgulayarak bilinen pozisyonlarını yinelemiştir.
Ege Denizi’nde karşılıklı olarak askeri faaliyetlerin azaltılması, Doğu Akdeniz’de AB’ne göre tartışmalı bölgelerde sondaj yapılmaması, statükonun muhafaza edilmesini isteyen Yunanistan’ın lehine bir durumdur.
Batı Trakya’da Yunanistan’ın AİHM kararlarını uygulamaktan kaçınması, Türklere yönelik kısıtlayıcı ve baskıcı uygulamaları devam edecektir.
Basit 2 örnek ile vurgulamak gerekirse; eğer Ege Denizi’ndeki uçuş faaliyetlerini azaltırsak, Atina Uçuş Malumat Bölgesi (FIR) hattını egemenlik sınırı olarak kabul eden ve bu hattı geçen uçaklarımıza önleme yapan Yunanistan, uçağımız geçmediği için tacizde bulunmayacak ve ihlal olmayacaktır. Benzer şekilde; Doğu Akdeniz’de kritik bölgelerde sondaj yapmaz isek yine gerginlik olmayacaktır.
Ayrıca azaltılan faaliyetler ile caydırıcılığımız zafiyete uğrayabilir, deniz yetki alanlarında araştırma ve sondaj faaliyetlerini durdurarak uluslararası hukuktan doğan haklarımızı kullanma hakkımıza esas teşkil edecek devlet uygulamalarını yapma imkanımızı kaybederiz.
Yunanistan’a özellikle seçim meydanlarında siyasilerimiz tarafından yapılan birçok sert ve bazen diplomasi dili dışındaki mesajlardan, sonda yapılması gereken uyarıları başta yaptıktan sonra ikili ilişkilerde tekrar başlangıca dönmek tabiri caizse bir U dönüşü yapmak, rahatsız edici bir durumdur, devlet terbiyesine ve mütekabiliyet esaslarına yakışmamaktadır. Bu durum devlet ciddiyeti açısından güvenilirlik, kararlılık ve caydırıcılığımızın zarar görmesine neden olmaktadır
Sonuç olarak; milli menfaatlere ulaşılması ve korunmasında esas araç olan Milli Güç unsurlarından; Askeri Gücünüz ne kadar etkili olursa olsun, Ekonomik ve Siyasi gücünüz arzu edilen seviyede olmadığı takdirde, sıkıntılarınızdan kurtulmak için dış desteğe ihtiyacınız varsa milli hedeflerinize ulaşmanız imkânsız olacaktır. Her seçiminiz, bir taviz doğuracaktır. (Sami Gökçe)