Eski Kültür Bakanı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi, aydınlanmanın savunucu ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, bundan yirmi dört yıl önce, 21 Ekim 1999 günü evinin önünde uğradığı bombalı suikast sonucu yaşamını yitirdi.
Kışlalı, laik, demokratik, Atatürk Cumhuriyeti’nin kuruluş amaçlarına yüreği ve beyniyle bağlı ödünsüz bir Kemalist’ti. 1990’ların başından itibaren Cumhuriyet gazetesinde “Haftaya Bakış” köşesinde Kemalizm’i, laikliği, demokrasiyi, insan haklarını savunan ve eğitime önem veren yazılar yazan Kışlalı, “Terörün, güçsüzlerin başvurduğu bir yöntem olduğu” inancını, dersleri ve yazılarında sürekli vurguladı. ADD ve ÇYDD gibi Atatürkçü ve çağdaş aydınlıkçı derneklerin üyesi olarak Anadolu’nun en uç köşelerine giderek konferanslar verdi. Birçok yapıta imza attı. 19 Mayıs 1995 tarihli köşe yazısı “Sürü müyüz, Ulus mu?” başlığını taşıyordu:
“Atatürk, niçin “en büyük eseri” saydığı cumhuriyeti gençliğe emanet etti?
Niçin geleceğin siyasal iktidarlarının “kişisel çıkarları” nedeniyle düşmanla işbirliği yapabileceği olasılığını bile düşündü de gençlikten bir an için bile kuşkulanmadı?
Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş”i ile ünlü Bursa konuşmasını yan yana koyduğunuzda ortaya çıkan görünüm çok anlamlıdır.
Gençlik yaşla ölçülmez, tutumla ölçülür.
Bernard Shaw, bir zamanlar, “Yirmisinde komünist olmayanın kalbi, kırkında hâlâ komünist olanın ise aklı yoktur” demişti.
Genç insan yeniliklere açıktır. Köklü değişikliklerden korkmaz. Daha iyi bir yarın umut eder. Daha iyi bir yarın için savaşmaktan çekinmez.
Enerji, değişikliklere uyum yeteneği ve kolaylığı demektir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göstermek için yeni çabalar gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Üstelik yeni durumlara uyum sağlamak için zamanının da giderek azaldığını hissetmektedir.
Yıllar boyu süren çabaların ürünlerini yitirme korkusu, yaşlıları tutucu olma yönünde etkiler. Gençlerin ise yitirecek bir şeyleri yoktur.
Çağdaş toplumda gençlik, genellikle yetki ve sorumlulukların dışına atılmış bir kesim oluşturur. Bir çıkar bağı içinde, düzenle bütünleşmemiştir. Sırtında kendisinin dışında kimsenin sorumluluğu yoktur.
Gençlik yıllarında benimsenen bazı siyasal görüşler zamanla ılımlaşır. Bir ölçüde de gerçekleşme olanağına kavuşur. Yaşama geçtikçe değişmemesini istemek doğaldır. Ama o süreç, insanları aynı zamanda tutuculaştırır.
Mutlak krallığa karşı anayasal krallığı savunanlar ilericiydi. Ama anayasal krallık gerçekleşip de karşılarına cumhuriyetçiler çıkınca, tutuculaştılar.
Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıyla uysallaşmaya, tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa gençlik sürekli yenilendiği için kurumsallaşamaz, kalıplaşamaz.
Ve tüm bu niteliklerinden dolayı, gençlik “idealist”tir! İnandığı ülkülerin peşinden koşmasına engel olacak çıkar bağları yoktur. Üstelik de gelişmiş ülke gençlerinde “bireysel” değerlerin ağır basmasına karşılık, geri kalmış ülke gençlerinde “ulusal” değerler öne çıkar.
Kemalizm neyi öngörüyordu?
Toplumu çağa taşımayı kolaylaştıracak en ileri kurumları getirmek ve eskidikçe onları da yenilemek!
Bu tür bir “sürekli devrim” anlayışıydı. Atatürk, en ileri kurumların bile günün birinde “eskimiş düzen”e dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunun bilincindeydi. Sürekli devrim, sürekli ileriden yana olmak demekti.
Bu nedenle de “sürekli devrimci” de iki temel nitelik gerekiyordu: Çıkarlarının düzenle bütünleşmemiş olması ve yeniliklere uyum gücü.
Ve bu iki nitelik, sadece ve sadece gençlikte vardır. Bundan dolayı da “Büyük Devrimci”, en çok gençliğe güvenmiştir!..
1920 başlarında İstanbul’un işgal edildiği gün, ikisi hoca olan üç milletvekili Vahdettin’le görüşmeye gitmişti. Padişah, düşman güçlerinin isteklerine boyun eğilmesi gerektiğini söylüyordu. Oysa karşısındakiler farklı görüşteydiler.
Rauf Bey şöyle diyordu:
– Millet, haysiyet ve istiklale aykırı bir kaydı kabul etmemeye kesin kararlıdır.
Milletin sizden istirhamı, haysiyet ve istiklale aykırı bir anlaşmaya imza koymamanızdır. Aksi takdirde istikbali çok karanlık görüyoruz.
Vahdettin sesini yükseltti:
– Rauf Bey, millet bir koyun sürüsüdür! Bu sürüye bir çoban lazım! İşte o çoban benim!..
“Millet” koyun sürüsü olmadığını Kurtuluş Savaşı’nda kanıtlamıştır. Ama şimdi, yeni Vahdettinler türemiştir… Tarihi, yalanlarla tersyüz etmek isteyen ve gençlerin çobanlığına soyunan yeni Vahdettinler… Sürü olmadığını kanıtlama sırası şimdi “gençlik”tedir!
Ve kanıtlayacaktır!”
Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdüğünü sananlar yanılıyor. O, düşünceleriyle yaşıyor, yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor…