Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç

 19 MAYIS YÜZALTINCI YILINDA

Bugün 19 Mayıs, Mustafa Kemal Atatürk’ün, işgal güçlerine ve emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşının 106 yıl önce başlangıcını temsil eden bir tarihtir. Atatürk, 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu’ya doğru yola çıkmış, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a varmış ve buradan Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas’a geçerek Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemiştir.

 

Emperyalizme karşı bir bağımsızlık savaşı olan Kurtuluş Savaşı iki cephede verilmiştir: Birincisi İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı, ikincisi de Osmanlı yönetimine karşı verilmiştir. Ve bunun da ötesinde, Atatürk’ün İstanbul’daki Osmanlı hükümetine karşı verdiği mücadele, sadece vatan topraklarının işgaliyle bağlantılı bir konu değildi. Atatürk, cephede verdiği savaşı kazanması durumunda, nasıl bir devletin ve vatanın kurulacağına dair altyapıyı da bu savaş sırasında ortaya koymuştur.

 

Atatürk, İstanbul’un işgalinden bir gün sonra, 17 Mart 1920’de bir genelge yayımlayarak “İstanbul’un işgalinin Osmanlı Devleti’nin hayatına ve egemenliğine son verdiğini” duyurdu. Artık Osmanlı Devleti yıkılmıştı. Dolayısıyla “ulusal egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurmanın” zamanı gelmişti.  Kurtuluş Savaşı, sadece Sevr Antlaşması’yla  tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme veya geri kalan bir coğrafya parçası için verilmiş bir mücadele değildir. Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet için, yani demokrasi için, yani halk egemenliği için verilmiş bir mücadeledir.

 

Milli mücalemizi kazandıktan sonra, kayıtsız şartsız bağımsızlık hakkımızı emperyalizme kabul ettirerek, bu son gülerde PKK’nın kendini veya silahlı mücadeleyi feshi ile tartışma konusu olan Lozan Anlaşması’nı imzaladık. Anlaşmaya imza atan dışişleri bakanımız İsmet İnönö’ün yurda dönüşünde söylediği gibi; “Bu anlaşma açıkça ifade etmektedir ki, birlik ve bütünlük içinde bir vatanımız var, ve bu vatanın adı Türkiye’dir.”

 

***

Atatürk, 19 Mart 1920’de “Ankara’da olağanüstü yetkili bir meclisin toplanacağını” duyurdu. Bütün ülkede seçimler yapılarak her sancaktan seçilen beş kişinin Ankara’ya gönderilmesini istiyordu. Ayrıca İstanbul’daki Mebusan Meclisi’nden gelen milletvekilleri de Ankara’daki meclise kabul edilecekti. 23 Nisan 1920 Cuma günü açılacak bu yeni meclis, daha önceki meclisler gibi bir “Osmanlı Mebusan Meclisi” değil, “Türkiye Büyük Millet Meclisi” olacaktı. Böylece Osmanlı’nın yerini Türkiye alacaktı. Atatürk böylece, bir yandan aldığı kararları halkın egemenliğine dayandırmıştır, bir yandan da cephedeki savaşı kazanması durumunda kuracağı devletin ve vatanın, Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısından nasıl ayrılacağının ilk önemli işaretini vermiştir.

 

Bu aynı zamanda, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasının, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kurulmasının ve 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılmasının yolunu açmıştır. Padişahın egemenliğine dayalı monarşinin ve halifenin egemenliğine dayalı teokrasinin yerine, halkın egemenliğine dayalı cumhuriyet yönetimine doğru çok büyük bir adım atılmıştır.

 

Büyük Önder, Nutuk’un girişinde de, “1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıkarken genel durum ve görünüş”ü anlatırken yalnızca “ahval ve şerait”e dikkat çekmiyor, Samsun’a varıştan 106 yıl sonra bile bu ülkede yaşanabileceklere karşı muhteşem öngörüsüyle dersler veriyor, tarihe şaşırtıcı uyarılar da bırakıyor..

 

1927’de Meclis’te okuduğu Söylev’inin sonunda, “Bu söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum” diyen Atatürk, gençliğin ilk görevinin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmak olduğunu söylemiş, uyarmıştı:

 

“Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zaferin temsilcisi olabilirler.

 

Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurtiçinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler.

 

Dahası bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler.

Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu durumlar ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır.

 

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

 

Ülkemizin bugünkü genel durum ve görünümünü bu uyarılar ışığında okumamız gereken günlerdeyiz.

 

***

Eğer Mustafa Kemal Atatürk, bugün Samsun’a yeniden çıksaydı, nasıl bir “genel durum ve görünüm” ile karşılaşırdı?

 

23 Nisan 1920’de açılan “Egemenlik Ulusundur” ilkesinin sahibi olan Büyük Millet Meclisi’nin iradesinin, yetkilerinin kısıtlandığını, artık bir “danışma meclisi” durumuna geldiğini görseydi ne düşünürdü?

 

Kurduğu Cumhuriyetin en temel ilkelerinden birinin “LAİKLİK” ilkesinin artık “dinsizlik” sayıldığını, ülke’nin en parlak, en çalışkan öğrencilerinin girdiği Boğaziçi Üniversitesinde laikliğe karşı “yaşasın şeriat” sloganları atıldığını öğrenseydi ne yapardı?

 

Cumhuriyet yargısının artık iktidarın infaz kurumuna dönüştüğünü, yargı bağımsızlığının ortadan kalktığını, “Cumhuriyet savcısı”nın artık “iktidarın savcısı” olduğunu öğrenseydi neler tasarlardı?

 

Cumhuriyetin kuruluşu ile kapatılan tarikatların, cemaat yuvalarının artık devlet erkinin ortakları olduğunu, askerin, polisin, eğitim kurumlarının bu dogmaların etkisiyle yönetildiğini görseydi ne önerirdi?

 

Milli Eğitim’in Köy Enstitüleri örneğinden imam hatip modeline dönüştürüldüğünü, din derslerinin zorunlu olduğunu, Arapçanın öğretim programına sokulduğunu görünce ne yapardı?

 

Ülkenin BAĞIMSIZLIK ilkesinin terk edildiğini, dış politikanın Amerika ile Rusya arasında bir pandül siyasetine bağlandığını görseydi neleri hatırlardı?

 

Demokrasi ilkelerine aykırı olarak Güneydoğu Anadolu’da ve İstanbul’da seçimle gelmiş belediye başkanları azlediğini ve yerlerine kayyum atandığını; milletvekili seçilen kişilerin anayasa hükümleri ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen tutuklukları devam ediğini; önümüzdeki seçimin Cumhurbaşkan adayı, Türkiye’nin en büyük kentinin seçimle gelmiş belediye başkanı Silivri’de tutuklu olup, Anayasal haklar, demokratik kurallar, hukuk devleti ilkeleri altüst edilidiğini görseydi neler düşünürdü?

 

***

Bandırma’nın İstanbul’dan Samsun’a yolculuğunu anlamayanlar, Samsun’a düşen ilk adımı sindiremeyenler; Atatürk’e, laikliğe, cumhuriyete, rejime saldırırken, aşağıdaki satırları okumadan, sakın ola çizgiyi aşmasınlar!!! Diyor ki Gazi;

 

– “Ulus yorgun ve yoksul bir durumda…”/ – “Hükümet, güçsüz, onursuz, korkak…” / – “Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış…” / – “Başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor.”/ – “Komutanlar ve subaylar, genel savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor, kurtuluş yolu aramakta…”/ – “Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmış, son olarak, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmakta…”/ – “Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.”/ – “Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!..”

 

Unutmıyalım; Atatürk Cumhuriyeti bu sözlerin gücü üzerine kurulmuştur. 19 Mayıs 1919, bu sözlerin gücünü kanıtlamıştır.  105 yıl sonra da bu ülkenin geleceği ATATÜRK hedefleri üzerine kurulacaktır. Yıllardır yaşadığımız bütün olumsuzluklar onun şu sözleri ile çözümlenecektir:  “Geldikleri gibi giderler…”

 

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Pazartesi 19 Mayıs 2025

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER