Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murad DEMİRKOL

Bir İstanbul Söyleşisi…

Edebiyatla tanışmanız diye sordum…

“Okul öncesi annemle babamın bana okudukları kitapları birkaç kez dinledikten sonra ezbere okuduğumu çok net anımsıyorum.” diye cevapladı. Sonraki yıllarda Harriet Beecher Stowe’un “Tom Amca’nın Kulübesi” ve Bernardin De Saint Pierre’in “Paul ile Virginie” adlı eserleri beni derinden etkilemişti. Hemen her yaz gittiğimiz Niğde ve Bor’da geçirdiğim renkli çocukluğum da gönül kanavama yazının özellikle öykücülüğün ilk tohumlarını atıyordu. Sözünü ettiğiniz belgesel, fotoğraf ve edebiyat üçgenin içinde yer alabilmek; ‘içinde ve dışında’ nefes aldığımız çemberin, görünen ve görünmeyen yönlerini tanıma, bilme ve anlama gayreti gerektiriyordu zira edebiyatın, ana malzemesi insandı. Ama kurmacanın en güçlü değerinin, aktarıcı silahının da dil olduğu geçekliğiyle edebiyat, elbette dil ve anlatım duyarlılığına sahip önemli bir sanat dalıydı ve fakat yaşamın, yaşananların ve yaşayanların bire-bir kopyası değildi.

Öykü ve romanın, kuşkusuz, yaşamdan esinlenilerek; yazarın hayal ve kurmaca gücü, yeteneği çerçevesinde yaratıcı yazarlık ürünü olarak, yepyeni bir dünya kurma anlamında benzersizlik içerdiği önemli bir özellikti.

Ufuk Özgül, 2014 ve “Gülçınar İlhami Emin” 2017 Belgesel filmlerinde proje metin çözümleme ve Yönetmen Asistanlığı görevini üstlendi. 2011’de Şimşek Yayınları’ndan basılan “Denizkabuğu, Peri ve Karakuş” isimli çocuk öyküleri kitabıyla, 2013’te Bilfen Yayınlarından çıkan “Haylazlar Tayfası” isimli çocuk öykülerinden oluşan kitapları mevcuttur. 1997’deki ilk kolaj sergisinin ardından sokak fotoğrafçılığına yönelmiş, kimi güncel dergilerde fotoğrafları ve öyküleri yayımlanmıştır. Az görünür olmak onun güçlü yanlarından sadece biri sanırım… Sanal büyünün etkisinde olmayan bir düşün emekçisi…

Dünyamız gariptir; diye devam etti. “Acılarımızın faturalarını, çocuklarımıza çıkartırız. Eleştirel bir gözle baktığımızda ise; çocuklara “sürüleşme” aşısı aşılamaya yönelik izler görürüz.

Özellikle bizdeki gibi ilerlemiş yaşımıza rağmen kolay kolay aileden -mezun- olunamayan toplumlarda; satır aralarını boş bırakmadan, büyüklenmeden çocuk ruhunu okuyabilmek sanırım çocuklaşmadan çocuk kalabilmekle sağlanabilir. Tüm bunlara bir de günümüz çocuk hak ve ihlalleri eklenince, bu acılarla yüzleşmek istemeyenlerimize bir dönem hepimizin çocuk olduğumuzu anımsatmak isterdim.

Festivaller, davetler, söyleşiler öyle pek umursadığı bir alan değil… İyi düşünmek, iyi yazmak olmazsa yazmamak…

“Kişinin yaşam felsefesini ve hayatla derdini düşselden yola çıkarak; ister görsel, ister sözel aktarma çabasını ve bunu gerçekleştirmesini, kişinin yaşamında benimsediği duruş çizgisiyle ilintili görüyorum…” diye araya girdi. “Birilerinin sesi olabilmenin ilk koşulunun, yönetmenliğini Béla Tarr’ın yaptığı ‘Torino Atı’ filminde geçen: ”Yaşayan her canlının bir onuru vardır.” sözünü ilke edinmiş bir çizginin yansıtabileceğini düşünüyorum.”

Az daha açsak diye araya girmek istedim…

Alexander Brener ve Barbara Schurz’ın birlikte kaleme aldıkları “Sanatı Sanatçılardan Kurtarın” başlıklı yazılarını ve Albert Camus’un ‘Bugünün Dünyasında Sanatçı Ne Yapabilir?’ başlıklı yazısının bir bölümünde: “Elbette sanat tek başına doğruluk ve özgürlük getirecek bir dirilişi sağlayamaz ama, sanat olmadıkça bu diriliş biçimini bulamaz, bulamayınca da hiçbir şeye benzemez. Onun için de her gerçek sanat yaratışı yarın için bir muştudur.” tespitlerini düşündüm. Sanatın, müzayede salonuna dönüşmesi de cabası Ve bunun yine sanat ile aşılabileceği kanaatindeyim.

“Peki çocuklar?”

“Zaman zaman iletişimsizliği de beraberinde getiren iletişim çağında yaşanılan ve yaşatılan acıların gün yüzüne çıkmasının tek başına yeterli gelmediği bir gerçek. Üstesinden gelebilmek de aynı ölçüde tüm bu acıların duyulmak ve görülmek istenilmesiyle ancak mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Hindistanlı, Bangladeşli çocuk isçileri, madenlerde çalışan, mahpushanelerde tecavüze, aile içi şiddete, enseste uğramış, göçertilmiş çocuklar ah…” diye sustu…

Festivaller, davetler, söyleşiler öyle pek umursadığı bir alan değil… İyi düşünmek, iyi yazmak olmazsa yazmamak…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER